En az 200 yüzyıllık İstanbullu olup kent tarihini oldukça iyi bilmeme rağmen fark ediyorum ki İzmir'i yeterince tanımıyormuşum. Yaşadığım kenti ve yöresini öğrenmek de boynumun borcu. Prof. Dr. Ersin Doğer bu açıdan çok faydalı oldu.
.-------------------------------------------------------------------------------------.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ersin
Doğer’in karşısına oturdum.
Yıllardır İzmir'in erken tarihi, kent ve çevresinin
topografyası üzerine çalışan, "İzmir'in Smyrna'sı" adlı kitabında da,
Paleolitik Çağ'dan Türkler tarafından ele geçirildiği döneme kadar olan
gelişmeleri ayrıntılarıyla kaleme almış olan Prof. Dr. Doğer’e; ‘Yerin
üstündeki sorular ve cevaplar ortada… Ya yerin altı, 8 bin yıllık tarihi, İzmir
için ne diyor?’diye sordum.
Konuğum sıra dışı bir isim olunca, ortaya doğal olarak ‘sıra
dışı’ bir röportaj çıktı. Kimse ‘yoğurdum ekşi’ demez ama bu sohbet, yaklaşık 4
yıldır sürdürdüğüm ‘İZMİR RÖPORTAJLARI’ zincirinde sahiden çok lezzetli, farklı
bir perspektife sahip, hayli kafa karıştıran bir tat olarak gönlümde yer buldu…
İzmir’e 8 bin yıllık pencereden bakmak, çok ama çok hoşuma gitti.
Hap gibi yutulmayıp zihinde uzun uzun gezdirilmesi, böylece
tadının çıkarılması tavsiye edilir!
GÖNÜL SOYOĞUL: İzmir üzerine bitip tükenmeyen tartışmalar
yaşıyoruz/yapıyoruz. Ve İzmir şöyledir böyledir derken, bu tartışmalarda en
fazla Cumhuriyet’in kurulduğu yıllara, ancak o kadar gerilere gidebiliyoruz. Bu
konuya farklı bir pencere açmak istiyorum ve onun için buradayım.
ERSİN DOĞER: Anlatacak,
söyleyecek çok şey var… Ama bir giriş yapayım önce. Bu kent, tarihin hiçbir
döneminde sadece kendi için var olmadı. ‘İzmir İzmirlilerindir’ demek kadar
saçma bir şey görmedim. Niye? Yakın tarih dediniz, şöyle bir bakın, niye
Atatürk İzmir’i bu kadar çok istedi? Niye? Bakın İzmir olmazsa, ne Manisa olur,
ne Uşak olur, ne Afyon olur, ne Aydın olur! Çünkü İzmir daha baştan itibaren
Ege Denizi’nden gelen ürünlerle, ham maddelerle ve mallarla Anadolu’nun içinden
Gediz Vadisi yoluyla gelenlerin buluştuğu liman noktasıdır… Bir de o kadar
ilginç bir konumu var ki İzmir’in ve Körfez’in... Çanakkale’den yola
çıkarsınız, coğrafi ciddi bir engelle karşılaşmadan çok rahatlıkla Karşıyaka’ya
kadar gelebilirsiniz. Düşünün; aynı şekilde Selçuk’tan (Efesos) veya Aydın’dan
(Tralleis) hiçbir coğrafi engele rastlamadan rahatlıkla Konak’a veya Gaziemir’e
kadar gelebilirsiniz. Ama ne zaman İzmir Körfezi’ne girdiniz; şu gördüğünüz
rotayı yani, Konak’tan Karşıyaka’ya kadar, -antik dönemden söz ediyorum- tabii
bugünün coğrafi rahatlığını, teknolojik rahatlığını unutacaksınız… ve şöyle
hayal edin.. Antik döneme geri gidiyorsunuz ve Gaziemir civarındasınız ve
İzmir’i geçip kuzeye Bergama’ya (Pergamon) doğru gidiyorsunuz. İki yolunuz
var... 1- Yeşildere Vadisi’nden girmek zorundasınız… 2 - Konak’a Eşrefpaşa’dan
gideceksiniz. Eğer Karşıyaka’ya ve Çiğli’ye deniz yoluyla, tekne ile
gitmiyorsanız, 5 tane çayı geçmek zorundasınız. Ve bugün köprülerle geçtiğimiz
5 tane çayı kışın, Kervan Köprüsü çayı, Melez çayı, Bornova çayı, Bayraklı
çayı, Arap Deresi’ni o günkü koşullarda geçiyorsunuz. Bugün Devlet Su İşleri
sayesinde bu kadar rahat rejime kavuşmuştur. Nereye kadar geldik bir bakın!
Denizin bugünkü kıyı çizgisi benim çocukluğumdaki kıyı çizgisi değildi.
‘Piyale’nin oradaydı. Düşünün 2000-3000 yıl önce en azından iki kilometre daha
derin ve burasının bataklık olduğunu düşünün. O kadar kolay kolay geçiş
vermeyecektir. Bugün Altınyol’u rahatlıkla geçiyoruz, nereye kadar? O dönemde
eski İzmir’in bulunduğu nokta, yani Tepekule denizle çevrili yarımada idi.
Dolayısıyla Altın Yol söz konusu değildi ve Turan’a geçmek için Bayraklı
sırtlarına vurmak zorunda idiniz. Turan’a geldiniz, karşınıza adı günümüze
kadar gelen Nal Döken çıkardı. Tren yolunu ve üzerindeki asfalt yolu da unutun
tabii. Zorluğa bakın..
SOYOĞUL: Bu neyi anlatıyor bize?
DOĞER: Bu şunu anlatıyor. Körfez kuzeyle güneyi kesinlikle
ikiye ayırıyor. Bakın size örnek vereyim. Coğrafyaları o kadar ayırıyor ki;
Eski Yunanlılar (İonlar ve Aioller) İ.Ö.1000 yıllarında buraya göçmeden önce
burada koca bir Arzawa Krallığı var, Apasas yani sonraki Efesos krallığın
başkenti, Hititler geliyorlar, Arzawa devletini yıkıyorlar ve iki tane
kendilerine bağlı uydu beylik oluşturuyorlar. Mira ülkesi İzmir’in güneyi, Seha
Nehri Ülkesi İzmir’in kuzeyi… Açık ve net olarak Körfez daha o zamandan
kesiyor. Yunanlılar geliyorlar yerleşiyorlar; İonia İzmir’in güneyi, Aiolis
İzmir’in kuzeyi oluyor. Aynı dili konuşuyorlar ama birbirlerine düşman..
Aiolilerin elinde olan İzmir’i, Bayraklı’daki İzmir’i İonlar ele geçiriyorlar.
Çünkü yerleşim o kadar stratejik bir noktada ki, geçidin başını tutmuş…
Hellenistik dönemin başında Büyük İskender bölgeyi İranlıların elinden aldıktan
sonra Bayraklı’daki eski İzmir dar geliyor yeni ekonomik ve sosyal canlanmaya
ve kent bugünkü yerine Kadifekale’nin kuzeye bakan yamaçlarına taşınıyor. 1700
yıl sonra, 14. yüzyılın başında her yönden Türkler geliyor. Güneyden Aydın
yöresinden gelen Aydınoğulları İzmir’i alıyorlar, kuzeyden Manisa üzerinden
gelen Saruhanoğulları Menemen ovasını ve Karşıyaka’yı alıyorlar. Anladınız mı
şimdi bu körfezin ayırıcı özelliği ve ikilik ne anlama geliyor? O da bitiyor,
20. yüzyılın sonlarında Göztepelilerle Karşıyakalıları kim ayırıyor? Körfez…
Buna Pera Psikozu derler! Pera, ‘karşı taraf’ demektir Yunanca... ‘Karşı yaka’
demektir. Antik dönemde buna benzer bir durum Korinthos kentinin de başına
gelmiştir. Akdeniz’i Ege denizine bağlayan Korint Boğazı açılmadan önce
Korinthos körfezi de aynı İzmir körfezi gibiydi. İzmir gibi Korintos da
körfezin bittiği noktadaydı, antik dönemde kocaman bir Yunan kenti idi.
İ.Ö.7.yüzyılda Atina’dan önce önemliydi. Zavallı Korintililer körfezin
karşısında, Karşıyaka’da yani Perahora adında küçücük bir köy, bir koloni
kurdular kendilerine. 50 yıl sonra köy, çocuğun babaya büyüyünce karşı çıkmaya
başladığı gibi Korinthos’a karşı çıktı mı? Perakhora yüzünden savaş çıktı
Yunanlılar arasında… Kaçınılmaz olarak, büyük bir kentin karşısında küçük,
kendini ve rüştünü ispat etmeye çabalayan bir küçük kasaba varsa, bunun
büyüdükçe bilinçlenmesi ve karşıdaki kendini kuran büyük kente karşı çıkması
kaçınılmaz. Oidipus Kompleksi gibi bir şey.
SOYOĞUL: Karşıyaka-İzmir… Hangisi burada karşı duran ve…
DOĞER: Karşıyaka… Kafa tutan Karşıyaka değil mi? Yani 35
buçuk değil mi? Biri kendine ‘35’ diyor, öbürü buçuk eklemiş. ‘Kutsal
Topraklar’ gibi bir saçmalık duymadım. Biz Karşıyakalılar bunu yapıyoruz ama
bilinçsiz bir şekilde... Son yıllarda başka bir şey oluştu. Şimdi bakın ben
Karşıyaka’da doğdum, Güzelyalı’da büyüdüm, Poligon’da büyüdüm. İki tarafı da
bilirim, Karşıyaka Erkek Lisesi mezunuyum ama hala Göztepeliyim. Bu nostaljik
ama bu sadece Göztepe taraftarıyım ve KSK’lı değilim anlamına gelmiyor. Eskiden
bu rekabet daha centilmenceydi, bu kadar terörlü değildi. Bana göre bu
tırmanmanın temelinde Karşıyaka’nın varoşlarındaki Doğu ve Güneydoğu kökenli,
‘Beyaz Karşıyakalı’ olmak isteyenlerle Göztepe ve Güzelyalı varoşlarında ‘Beyaz
Göztepeli’ ve Güzelyalılı olmak isteyenlerin kavgası var. Yoksa eskiden tuzu
kuru Karşıyakalılarla, tuzu kuru Göztepeliler bu rekabeti sadece bir oyun
halinde sürdürmekteydiler..
SOYOĞUL: İzmir’e gelirsek Hocam…
DOĞER: Kusura bakmayın, ben böyle dağıtırım konuları. Bakın
şimdi, İzmir’in en önemli özelliği şu… Ege Denizi’nden vızır-vızır kuzey-güney
doğrultusunda neredeyse 5000 yıldan beri bir trafik devam ediyor. Mısır’dan
Karadeniz’e giden gemiler, kıyıyı izlemek ve anakarayla adalar arasından geçmek
zorundaydılar. O zamanlar… Pusula yok, yelkenler voltaya uygun değil, o yok bu
yok, seyrüsefer zor! Bu çok önemli... Kuzey-güney rotada herhangi bir sorun
yok, fakat Anadolu’nun bağrından gelen bir mal, satılması gereken bir obje eğer
İzmir Körfezi olmasaydı 100 kilometre daha gidecekti, yani yükleme ve boşaltma
Çeşme’de olacaktı... Körfezin içeriye girmesi o kadar büyük bir avantaj ki… Ne
yapıyorsun? Anadolu’nun içinden mal almak isteyen ve mal satmak isteyen,
tarihin her döneminde Körfez’e giriyor. Çeşme-Bayraklı’daki eski İzmir arasında
90 kilometre var. Gemi taşımacılığı bu yüzden çok avantajlıdır ve ucuzdur. 100
yıl önceye kadar karayolları yoktu… Yani bir malı bir yerden bir yere karadan
taşımak kadar masraflı bir işti ve zaten düzgün yollar yoktu. Deniz o yüzden
rahattır. Gemicilik o yüzden gelişmiştir. Lidya’nın başkenti Sardes’in en fazla
ihtiyacı olan liman, İzmir Limanı’dır her zaman... Niye? İzmir Limanı Efesos’a,
Miletos’a Pergamon’a nazaran Sardeis’e en yakındır. İç Batı Anadolu’nun Nefes
borusu gibidir İzmir limanı.
SOYOĞUL: Şimdi siz şunu mu anlatıyorsunuz Hocam; İzmir’in
antik çağdan itibaren önemi, değişerek de olsa günümüze kadar gelmesi... Bugün
İzmir üzerine bu kadar tartışıyor olmamızın nedeni…
DOĞER: Tamamıyla ticaret üzerinde yükselen liman kültürü…
Antik dönemdeki İzmir ve limanı hala ayakta ve yaşıyor. Batı Anadolu kıyısı
boyunca kuzeyden güneye antik dönemdeki önemli kentleri bir sıralayalım
isterseniz. Pergamon, Smyrna yani İzmir, Efesos ve Miletos... Bakın dikkat
edin; her kent, farklı çayların Ege Denizine döküldüğü noktalarda
bulunmaktaydı. Bakırçay’ın ağzında Pergamon var ve oradan içeriye girdiğinizde
Akhisar’a kadar hatta daha içeriye doğru gidersiniz. İzmir, Gediz Nehri’nin
döküldüğü bir körfezin ağzındadır. Küçük Menderes’in döküldüğü noktada Efesos
vardı. Büyük Menderes’in döküldüğü noktanın ağzındaysa Miletos bulunuyordu.
Bunlar antik dönemin en önemli kentleriydi, özellikle Roma imparatorluğunun göz
bebekleriydiler... İki tanesine Kültür Bakanlığı bilet keserek sokuyor şimdi
turistleri, harabe halindeler, önemleri kalmamış. Pergamon ise Bergama adıyla
kasaba ölçeğinde yaşıyor, İzmir ise neredeyse 3000 yıldan beri varlığını
sürdürüyor. Ayakta, körfezini ve limanını istediği gibi hala kullanıyor. Çok
şanslı İzmir bu konuda... İzmir Körfezi çok şanslı, coğrafi konumu bakımından
bu şanslılık.
SOYOĞUL: Nasıl şanslı?
DOĞER: Şöyle şanslı; Miletos M.Ö 6.yüzyılda bugünkü Söke
Ovası’nın bulunduğu yerde mevcut kocaman bir körfezin ağzındaydı İzmir gibi.
Latmos Körfezi deniyordu ona. Büyük Menderes o kadar büyük alüvyonlar getirdi
ki, o dönem körfezin bir parçası olan güney cep Bafa Gölü oldu. Roma Dönemi’nde
Miletos iki limana sahipken, şimdi kıyı çizgisinden 20 kilometre içerde... Yani
alüvyonlar koca Miletos’un terk edilmesine yol açtı. Efesos bugün kıyıdan
neredeyse 15 kilometre içerdedir. Bundan 2000 yıl önce koca bir körfezin
kıyısındaydı. Şöyle düşünün; Kocaman Efesos yani Roma’nın Küçük Asya
Eyaleti’nin başkenti ve İzmir’den daha önemli… Şimdi Kültür Bakanlığına para
verip giriyorsunuz ören yeri olduğu için. Ama Smyrna hala ayakta. Neden? Gediz,
arkasından gelmedi, kuzey yanından geldi. Yani Menemen üstünden geldi. Küçük
Menderes’in alüvyonlarını arkada tutacak bir boğaz yoktu. Büyük Menderes’in de
kocaman körfezinin dolmasını engelleyecek dar bir boğazı yoktu ama Gediz
Manisa’dan yola çıkıp Menemen’e gelmeden önce Yamanlar ile Dumanlı arasında 6
kilometrelik bir dar boğaza girdiği için ve o dar boğazdan önce Muradiye
Ovası’na alüvyonlarının çok büyük bir kısmını bıraktığı için ve bir kısım
alüvyonlar da körfezin kuzey kesimini yani Menemen ovasını yavaş yavaş
doldurduğu için 1880’e kadar gelindi. 1880’de kazı teknolojisi çok ilerlediği
için Abdülhamit döneminde, bugün Tuzla yöresinde körfeze dökülen Gediz’in
yatağını, Foça altına, açık denize doğru çevirdiler. Ve dolayısıyla İzmir de
bir müddet daha vakit kazandı. Eğer 1880’de bu teknoloji olmasaydı bugün
İzmir’in ağzı kapanacaktı… Dar bir geçit vardır biliyorsunuz… Gördüğünüz gibi
diğer iki rakip liman Miletos ve Efesos Roma Dönemi’nin; yok oldular ama İzmir
bu avantajı nedeniyle ayakta… Ve böylelikle İzmir günümüze kadar geldi. Batı
Anadolu’nun en önemli limanıdır hala... Bir liman kentinin art alanının
ihtiyaçlarına bu kadar cevap vermesinden daha doğal bir şey yok.
SOYOĞUL: Neye cevap vermesinden?
DOĞER: Art alanının her şeyine… Manisa’nın ihtiyacına
mesela… Yani İzmirliler ‘Bağımsızlığımızı ilan ediyoruz’ dese ne yazar!
Manisalılar, Aydınlılar, Uşaklılar, Afyonlular sopayı kapar yürür İzmirlilerin
üstüne! Niye Yunanlılar kaybetti sanıyoruz 3 yıl içinde? Yani Türkiye çökmüş,
Osmanlı çökmüş, her şey çökmüş. Hiçbir şey kalmamış. Yani ard alanda öyle büyük
bir güç ve potansiyel var ama İzmir’e de ihtiyaç var. İzmir’i istiyorlar. Niye
Yunanlılar Antalya’ya çıkmadı, ya da Çanakkale’ye gitmedi? İzmirsiz Batı
Anadolu olmaz. Batı Anadolu’suz İzmir olmaz. Ticaret eşittir uygarlık! Yani
toprağa bağlı olanlar uygarlığı yayamazlar! Köylü orada oturur, orada ölür...
Tüccarlardır taşıyan, hayatını, sermayesini riske eden... Bugünkü tüccarlardan
söz etmiyorum. Antik Dönem’de bir gemi donatıyorsunuz, mal ile dolduruyorsunuz,
gemiyi İspanya’ya götürüyorsunuz, oradan mal alıyorsunuz, buraya
getiriyorsunuz. Yani o kadar kolay iş değil... Korsanlar var, fırtınalar var, o
var, bu var. Yani saygı duyulması gereken, kültürü yayan tüccarlar... Bilgiyi
yayarlar. Hiçbir şey almazlarsa kafalarında bir bilgi götürürler, o bilgiyi
oraya öğretirler böylelikle birdenbire oradaki sosyal ve ekonomi yaşam gelişir.
Bir seramik çarkını düşünün. Burada çanak çömlek elle yapılıyor, Mezopotamya’da
çarkla yapılıyor. Çark fikrini bile getirmek, çarkı getirmeseniz de olur. Bir
tane çark yaparsınız ‘Al bunu kullan’ dersiniz. Ne büyük bir sırçama olduğunu
düşünebiliyor musunuz? Ben sadece çarktan söz ediyorum… Neler var neler?
SOYOĞUL: Anlattıklarını dinleyince, bütün bu İzmir üzerine yapılan tartışmaların
size çok komik geldiğini düşündüm… Olaya öyle farklı bir perspektiften baktınız
ki…
DOĞER: Ben genellikle seyrederim, seyrederim, konuşulur,
konuşulur ve çoğunlukla güler geçerim…
SOYOĞUL: Ama bunun hiç mi gerçeklik payı yok? Çok mu sanal
ya da tüm bu konuşmalar, tartışmalar? Hepsi bir grup insanın çıkardığı gürültü
mü yani?
DOĞER: Bence öyle ama yine de bir değeri var tüm bunların,
en azından bir zararı yok. Geçmişte de bu tür övünmeler var İzmirliler
arasında, özellikle komşu Efesos’lulara karşı. Özellikle Roma dönemi boyunca bu
iki kentin insanları başkent Roma ve yöneticileri karşısında ön planda olmaya
çalışıyorlar. Her kentin derdi, başkentten ve imparatorlardan kentlerinde onlar
adına bir tapınak inşa etme izni almak. Ne kadar çok imparatordan izin
koparırlarsa o kadar prestij sahibi oluyorlar. Örneğin İzmirliler imparator
Tiberius’dan adına tapınak inşa etme için izin isterken, Roma’yı Anadolu’ya
Selevkoslar Krallığına karşı ilk davet eden kent olduklarını, İ.Ö.70’li
yıllarda diktatör Sulla’nın ordusuna giyecek yardımı yaptıklarını ileri
sürüyorlar. Hatta Efesos ile ‘Asya’nın Birincisi’ unvanı için sürekli
çekişiyorlar. Çok önemli entelektüeller var İzmir’de o dönemde… İmparatorların
arkadaşları, dostları var, Polemon gibi, Aelius Aristeides gibi... Bunlar
müthiş adamlar... Örneğin Polemon daha sonra İmparator olacak adamı, Antoninus
Pius’u, bölge valisi iken evinden kovuyor! Yani İzmir 1. ve 2. yüzyılda entelektüel
düzeyi yüksek bir kent, Efes gibi... Hatta Efes’ten de fazla... Fakat bazen
çevre ekonomileri küçüldü mü kentler de zayıflıyor. Böyle bir sorun var. Pax
Romana dediğimiz bir Roma barışı var. M.Ö. 1.yüzyıldan başlıyor, tam 350 yıl
sürüyor. İzmirliler, bugün nasıl Kadifekale’nin surlarına ihtiyaç duymuyorsa o
dönemde de bu kentler surlara ihtiyaç duymuyorlar… Çünkü o kadar büyük bir
güvenlik var ki, surları önemsemiyorlar. Şu anda Kadifekale’nin surlarının bize
bir yararı yok ama Antik Dönem’de bütün İzmir’in etrafını sur çeviriyordu. 100
yıl geçince, 50 yıl geçince o kuşaklar güvenlik kaygısı duymamaya başladılar,
bizimki gibi… İhtiyaç yok ki. Halkın o surları tahrip etmesine göz yumdular.
Ama bir gün, 260 yılı civarında imparatorluk zayıflayınca Almanya’nın
barbarları Gotlar bir geldiler Ege Denizi’nden, pir geldiler… Taş çatlasa 5-10
bin kişilik bir grup, o kadar bile değil! Surlar olmayınca yağma ettiler bütün
batı Anadolu kıyılarındaki kentleri, tapınakları ve küçüldü ekonomi… Şimdi
biriktirmişsiniz 10 bin koyun, 10 bin keçi… Adamlar gelmişler, iki günde
yemişler, gitmişler. 10 bin keçiyi, 10 bin koyunu yeniden biriktirmek için 50
yıl lazım... Mesela ben öğrencilerime de söylüyorum... Şunu biliyoruz biz...
İzmir’de 2 milyon insan yarın herhangi bir bakkala veya fırına gittiğimizde
ekmek bulmak garanti ise düzen devam eder. Ama yarın fırında ekmek
bulamayacağımızı öğrensek, bu düzeni bulamazsınız. Herkes birbirini yemeye
başlar. Ekonomi ve günlük yaşamın düzeni, böyle bıçak sırtı bir şeydir. Antik Dönem
için de öyleydi. Yavaş yavaş kent bozulmaya, ekonomik olarak güçsüzleşmeye
başlar Geç Roma döneminde... Böyle yükselişler ve inişler vardır. İzmir’de bir
de depremler çok etkili oldular. 17, 178, 690 yıllarındaki büyük depremler
kente çok zarar verdi… Ayrıca 7. ve 8. yüzyıllarda Emeviler, bir donanma ve
kara ordusuyla İstanbul’u kuşatmaya giderken İzmir’den geçtiler… Ve burada
nüfus azaldı, ekonomi çöktü, Araplar her yeri yağma ettiler, İzmir’i de yağma
ettiler. Ta İstanbul’a kadar... 100 yıl sürdü bu akınlar. İzmir’de de bu
dönemlerde 7.-8. ve 9.yüzyıllarda ekonomi çöktü, kent çöktü... 1071’deki
Malazgirt Savaşı’ndan sonra bir ara meşhur ‘Nikiforos Botaniates’ diye bu
bölgenin ünlü bir toprak sahibi vardı. Bu toprak sahibi, üç yıllığına imparator
oldu. Çok değerli bir adam olduğu söylenir. Çaka Bey çocukken buna esir düşer.
İmparator olduğu için buna da unvanlar verir, onu Protonobilissimos yani
‘birinci asil’ yapar. Fakat Botaniates öldürülünce, Çaka Bey etrafındaki
adamlarla oradaki otorite boşluğunu değerlendirip İzmir’i ele geçirir. Yani
kökü Türk ama Bizanslı olmuş, Yunanca konuşuyor, patronunun siyasetini
sürdürüyor İzmir’de.
SOYOĞUL: Ve biz Çakabey’i Türk kabul ediyoruz…
DOĞER: Çünkü çok ihtiyacımız var… Ortada Türk olmayınca,
olmayanları bile Türk kabul edebiliriz biz, bu normal! Bizim öyle bir halimiz
var. Fakat bu 10-15 yıllık bir süreç... Kılıçarslan yönetimindeki Selçuklular o
sırada İznik’i ele geçiriyorlar. Kılıçaslan Çaka Bey’i bir davette öldürtüyor.
O sırada da 1. Haçlı Seferi başlıyor. İzmir yeniden Bizanslıların eline
geçiyor. 1204 yılında İstanbul Latinlerin eline geçince, Bizanslılar İznik’e
çekiliyorlar, İznik’le İzmir arasında bir devlet kuruyorlar. Bu yaklaşık 80-100
yıl sürüyor. Bu dönem İzmir’in en parlak dönemlerinden bir tanesi, Türkler
gelmeden önce... Laskarisler dönemi denir bu döneme.. İstanbul 1261 yılında
yeniden Bizanslıların eline geçince ağırlık yeniden İstanbul’a kayar ve o
sırada Moğolların önünden kaçan Türkler Anadolu’ya sığınmaya başlarlar ve
Selçuklular da bu Moğolların önünden kaçanları Batı Anadolu’ya yerleştirirler.
Batı Anadolu’daki Bizanslılar zayıf oldukları için, bu Türkmenler can havliyle
İzmir’e kadar gelirler, bölgeyi Türkleştirirler... En son 1314’de İzmir’i ele
geçirirler… Burada kalan Bizanslılar’ın bir kısmı Türkleşir, bir kısmı kaçar…
Zaten o Bizanslıların büyük bir kısmı da 30 -40 yıl önce Balkanlar’dan oraya
yerleştirilmişlerdir. 1317 yılına kadar tüm Batı Anadolu kıyıya kadar Türklerin
eline geçer. Kadifekale’yi Aydınoğulları alır; Karşıyaka, Bornova ve Kemalpaşa
Saruhanoğulları’nın eline geçer ama Latinler bırakmazlar İzmir’i… O kadar
önemli bir yerdir ki İzmir, hemen yeniden güçlenirler. Haçlı seferi örgütlenir,
Latin Donanması gelir, Türklerin elinden 1344 yılında yeniden kaleyi alırlar,
Liman kalesini... Kızlarağası Hanı’nın bulunduğu yerin hemen kuzey kıyısında
18.yüzyıla kadar Liman kalesi vardır, Kemeraltı çarşısı da kentin dolan limanı
idi… Kadifekale’de Türkler, Liman Kalesi’nde Latinler, böyle bir müddet geçer.
Türkler yeniden geriye alamazlar liman kalesini... 1402’de Timur Ankara Meydan
Savaşı’nı kazandıktan sonra yanında olan Anadolu beylerine, Aydınoğullarına,
Saruhanoğulları’na sorar: İslam için ne yapayım? Onlar da der ki ‘İzmir’deki
Liman Kalesi gavurun elinde… Onu alırsan İslam’a büyük hizmet yaparsın’… Ve
Timur büyük bir orduyla gelir, kaleyi alır. İzmir yeniden İslam olur. Fakat bu
savaşlar sırasında İzmir gerçekten çok küçülmüştür. Yani 14. yüzyıl İzmir’in
küçüldüğü bir yüzyıldır, İzmir küçüktür, içine kapanmıştır, kasaba düzeyine gerilmiştir.
Çünkü İzmir’i önemli kılan ticarettir. Anadolu’nun içinden Gediz Vadisi’yle mal
gelmezse, aynı yoldan gitmez ise bir önemi yok ki! Sıradan bir kent olur. Bir
de Ege’den, Anadolu içlerine bir mal gelmezse sıradan bir kent olur. Ve sürekli
sekene değişir farkında mısınız? Bir liman kentinde çok az sayıda 300-400 yılık
ailelere rastlayabilirsiniz, o da eğer onlar için güvenlik mevcut ise... Liman
kentlerinde köklü ailelerin tutunması o kadar kolay değildir. İzmir sürekli
olarak göç alır, sürekli olarak göç verir… Ve Anadolu’nun İstanbul’dan sonra en
büyük liman kentidir. Ne Antalya ulaşabilmiştir, ne İskenderun ulaşabilmiştir.
İzmir’in gücüne, tarihsel süreç içinde yukarıdan baktığınızda hiçbir kent
ulaşamamıştır. Ve bakın, liman kentleri ticari yapıları, doğaları gereği
özgürdür, liberaldir.
SOYOĞUL: Bütün bu gelişmeler İzmir’i nasıl şekillendirdi?
DOĞER: Ben şöyle söyleyeyim. 14-15-16.yüzyıllarda küçüktü
ama 17.yüzyıldan itibaren yeniden büyüdü… Dışarıdan, Akdeniz’deki gelişmelerin
zorlamasıyla, Osmanlı’ya rağmen… 16.yüzyılda kontrollü tımar sistemi içinde
Osmanlı İzmir’inin ve çevresinin ürününün büyük bir kısmı doğrudan İstanbul’a,
saraya gidiyor. Daniel Goffman’ın “İzmir ve Levanten Dünya” başlıklı kitabına
bakarsanız, sarayın bütün ihtiyacını İzmir karşılar, pamuk, şarap, tarım ürünü
ihtiyacını karşılar. Ve Osmanlı İzmir’in bu özelliğini değiştirmek istemez,
elinden kaçırmak istemez. Dikkat ederseniz Osmanlı şehzadeleri Manisa’ya
gelirler. Manisa’da sancak beyidirler… Niye İzmir’de oturmazlar da Manisa’da
otururlar? Korkularından… Osmanlı her zaman liman kentlerinden, kıyıdan
korkmuştur. Baskın yeme korkusuyla, mümkün olduğu kadar yönetim merkezini 25
kilometre denizden uzakta tutar. Müdahale etme fırsatı, hazırlanma fırsatı
bulsun, aynı zamanda Körfez’den denize giren Cenevizli’nin, Venedikli’nin ve
düşmanın gelişini önceden haber alsın diye... Türk beylikleri Batı Anadolu’ya
yerleştiğinde kurdukları kasabaları söyleyeyim. Edremit… Denizden 10 kilometre
içerde... Bergama’dan hoşlanmıştır, o da denizden 15 kilometre içerde...
Menemen’i özel kurmuştur, denizden 15 kilometre içerde, Güzelhisar günümüzdeki
Aliağa’dan, ki o zaman yoktu, 10 km içerde... Türkler denizden korktukları için
kasaba merkezlerini kıyıdan uzak tutar… Seferihisar mesela, denizden içerde...
Urla denizden içerde… Ne kadar önemli kasaba varsa, hepsi denizden 15 kilometre
içerdedir. Niye Seferihisar’a kasaba merkezi kurar da Sığacık’a kurmaz? Bu
bilinçli bir Türk tercihidir. Denizci olmadıkları için, tehlikelerden
korktukları için… Osmanlı, en önemli şehzadelerini Manisa’ya gönderir… Mesela
yine Trabzon’a göndermez de Amasya’ya gönderir.
17. yüzyılda Amerika’nın keşfiyle Avrupa’da çok miktarda
gümüş ve altın birikince ve bu zenginlik Osmanlı ülkesinin ham maddesine
yönelince, Osmanlı’nın kontrollü arz talep sistemi çöker. Osmanlı karar vermiş
pamuğun kilosu örneğin 1 lira, şarabın kilosu 50 kuruş... İspanyol’un,
İngiliz’in buna ihtiyacı var. O üç lira verirse, kaçak başlar bütün sistem
yıkılır ve Osmanlı’nın Pazar mantığı adım adım yıkılır.. Bir müddet 17.-18.
19.yüzyılın ilk yarısına kadar bu tür ticaret vardır. Yani Anadolu’dan gelen
mallar İzmir Limanı’ndan Hollandalı, İngiliz, İtalyan Levantenler tarafından
Avrupa’ya, Avrupa’dan gelen mallar Anadolu’ya… Böyle gidip gelirken 19.yüzyılın
başında bir şey fark eder Avrupa sermayesi… İzmir’e yerleşmiş Levanten denen
Avrupa sermayesi için transit ticaretin yanında daha önemli bir kaynak olduğu
anlaşılır… Kocaman Söke Ovası, Büyük Menderes Ovası, Ödemiş, Küçük Menderes
Ovası, Menemen Ovası, Bakırçay… Pamuk, buğday, üzüm, zeytinyağı hatta meyan
kökü cenneti…. Ayrıca burada madenler de var. Transit ticareti bırakırlar ve
yavaş yavaş Batı Anadolu’nun sömürüsü başlar. Ve büyük aileler, Levantenler,
Anadolu’nun yeraltı ve yerüstü kaynaklarının işletilmesine dönerler.
16.yüzyıldaki İzmir’e ilişkin kayıtlarda tek bir Rum mahallesi, 15 tane
Müslüman mahallesi varken, kent ve çevresi 17.yüzyılın sonlarından itibaren
birdenbire göç almaya başlar, nereden? Tabi yakınlardaki en yoksul bölgeler olan
Ege adaları ve Yunanistan’ın Hıristiyan nüfusundan…17. yüzyılın sonlarında
bomboş, işlenmeyen bir Menemen Ovasını düşünün... Bomboş bir Çeşme
yarımadasını.. 3-5 Osmanlı mütegallibesinin, paşasının elindedir ama işleyecek
adam yoktur. Niye? Türkmen dağdan inmez. Çünkü bu ovalar sıtma yuvasıdır.
Rumlar bu nüfus boşluğunu doldurmaya başlarlar.
SOYOĞUL: Ve Türkler azınlık hale…
DOĞER: Hayır, gelmezler. Çünkü 16.yüzyılda baktığınızda iki
tahrir defteri arasında nüfusu iki misli artar. Sadece bizde değil, bütün
Avrupa’da artar. Fakat İran savaşları nüfusu azaltır. 17-18.yüzyılda Müslüman
nüfus azalmaya başlar. Menemen’in Ulucak köyü – şimdi Ulukent - Uluocaklı
Türkmen cemaati tarafından 16.yüzyılın başında kurulmuştur. Sonra bir
bakarsınız 19. yüzyılda Lucaki olmuştur. Niye? Çünkü Türk nüfus azalmış, Rum
nüfus artmıştır… 1970’den sonra nasıl Doğu ve Güneydoğudan Kürtler geliyor,
1800’lerden itibaren adalardaki ve Teselya’daki Rumlar bunlar… Çok çocuklu,
aynen Kürtler gibi... Ben Aliağa’ya ilişkin bir hikaye biliyorum. ‘Aliağa
Çiftliği’ dediğimiz bugünkü Aliağa ilçesi, o zamanlar tümüyle Baltacı ailesine
ait… Rumlar geliyorlar, bugün güneydoğudan, doğudan gelenlerin yaptığı gibi
gecekondular kuruyorlar ve Baltacı’nın adamları onları ve hayvanlarını sokmuyor
arazilerine, sokmak istemiyorlar ve jandarmaya haber veriyorlar. Rumlar ön
safta çocukları, arkasında kadınları ve en arkada erkekler olmak üzere taş
atıyorlar jandarmaya! Bu sahneyi başka yerlerden hatırlıyorsunuz değil mi?
Bütün mesele Batı Anadolu’yu, İzmir’i Türklerin ve Türkmenlerin 16. yüzyıldan
sonra dolduramamış olmasından kaynaklanıyor. 100 yılda bir, ‘İzmirlilik
kavramı’ yenileniyor. Gelenlerin torunları üç kuşak sonra zenginleşince
köklerini unutup 3000 yıllık İzmirli oluyorlar. 1922’de Yunan ordusu ile
birlikte bunlar da gidiyorlar geldikleri ülkeye. Rumlar işte biz ‘Gerçek
İzmirliyiz’ diyor! Palavrayı bırakın, gerçek İzmirli yok! İzmir sürekli olarak
göç alan ve göç veren bir şehir. Her yüz yılda bir “eski İzmirliler “ gider,
“yeni İzmirliler” gelir.
İzmir sadece göç almıyor, göç veriyor aynı zamanda;
vasıfsızlar geliyor, vasıflılar gidiyor, bana göre….Siz vücut olarak 50
bedensiniz ama size 40 beden elbise veriyorlar. Patlar bu elbise! Bugün
İstanbul’a hizmet veren vasıflı bütün İzmirliler kentte kalsaydı, elbise
patlayacaktı! Çünkü İzmir’in potansiyeli o zekaların tamamına iş vermeye
yetmiyor. Sezen Aksu İzmir’de olsaydı ne olur? Tiyatrocular, şarkıcılar, diğer
sanatçılar, sanayiciler, gazeteciler… İzmir’in ne sosyal ne ekonomik
potansiyeli bu insanları besleyemez. İzmir’in bir de böyle bir durumu var.
Sürekli olarak göç verir. Fakir-fukarayı toplar, kaliteli adamları gönderir. O
zaman İzmirlilik diye de bir kavram olamaz. Sadece lafı olur. O da İstanbul’da
olur. İstanbul’da ve Ankara’da İzmir’dekinden çok İzmirli olmasının nedeni de
budur. İzmirlilik İzmir’de yapılmaz.
SOYOĞUL: Öyle şeyler söylüyorsunuz ki, İzmirlilik kavramı
diye bir şey kalmadı ortada zaten!
DOĞER: Şöyle bir şey söyleyeyim. Benim annem mübadil…
1924’te Yunanistan Makedonyası’ndaki yüksek Florina’dan dedem almış, çoluğunu
çocuğunu gelmiş, Menemen’e yerleştirilmiş. Muhacir, mübadil ne derseniz
deyin... Ama Kanada’da, Amerika’da 20 yıl kalmış, fabrikalarda çalışmış.
1930’lu yıllarda ana dili gibi İngilizce konuşan ama bağda çapa yapan bir
Avrupalı Müslüman. Hatırlarım çocukken, 1960’lı yıllarda etrafındaki her şeye
bıyık altından güler, dalga geçerdi her şeyle. Adam bizim 60’lı yıllarda
gördüğümüzü 1910’lu yıllarda görmüş. Baba dedem ise ondan 30 yıl önce
1900’larda kan davasından Arnavutluk’tan kaçmış. E şimdi bunlar buraya
geldiklerinde, Rumlar, Ermeniler yani ötekiler gitmiş. Buraya geldiklerinde
tümüyle yabancılar her şeye.. Yerlilere de öteki lazım. ‘Pis Muhacirler’ çıkmış
ortaya. Menemen’de yerli-muhacir kavgası 1950’ye kadar sürüyor. 1950’lerin
başında biz doğduğumuzda, bilmediğimiz bir kavganın içindeymiş annemler ve
dedemler... ‘Pis Muhacir’, ‘Pis yerliler’… Biz gülüyorduk buna, neymiş Yerli-
Muhacir kavgası diye! Zaman içinde bu problemler çözülmüş. Bizim dönemimizde
ise solcu-sağcı kavgası vardı, mezhep kavgası çıktı. Şimdi anlıyoruz ki onların
da sağlam ideolojik bir temeli, bir anlamı yoktu. Etnik bir şey değildi ama
hepimize bir ‘öteki’ lazımdı. Annemin bir lafı vardır, “kavga edecek birisini
bulamayınca bokuyla kavga eder” der. Bunlar bitti ama 1980’den sonra Kürt-Türk
kavgası çıktı, açık açık değil, saman altından, aslında sağ duyulu bir halkımız
var. Dayanırsak, bundan 50 sene sonra Kürt-Türk kavgası bitecek, Kürtlerle
Türkler yeri gelecek, belki ne bileyim, iş aramak için Türkiye’ye göçecek
Afganlarla ‘öteki’ olarak çatışacak. 100 yıl sonra Afganlar da İzmirli olacak,
sonra başkaları olacak... Bu böyledir. Biraz tarihsel süreç içinde bakarsanız,
korkmazsınız daha hoşgörülü olursunuz. Bırakın İzmirli olmayı, Karşıyakalı olmak,
Göztepeli olmak bile bir kimlik haline gelmeye başladı. İzmirliliği geçtik.
Peki bunun ne anlamı var? Son derece absürt! Karşıyakalı olmak Göztepeli
olmak... Ötekisiz yaşayamıyoruz, komik değil mi?
SOYOĞUL: Ne söyleyeyim? Sizin anlattıklarınızdan sonra
kafamdaki bütün dipnotların hepsi çok tuhaf durmaya başladı! Çöktü…
DOĞER: Biz bir liman kentiyiz. Bundan daha doğal bir şey
yok. Şöyle bir şey var. Muhalif bir kent İzmir her zaman... İzmirliler
muhaliftir, neye muhaliftir derseniz, biraz ülkede hakim olan genele, çoğunluğa
diyebiliriz, ama bu benim gördüğüm.
SOYOĞUL: Geçmişten itibaren, antik çağdan ya da sonrasından,
öyle mi?
DOĞER: Tabii... İ.Ö. 600 yılında Gediz vadisi boyunca Lidya
Devleti kurulmuş, koca krallık. Ve ‘Ben İzmir’den denize çıkmak istiyorum’
diyor, bu İzmirliler ‘Hayır’ diyor, bunun üzerine Lydia kralı Alyattes
ordusuyla geliyor Bayraklı’daki Eski İzmir’i kuşatıyor, alıyor, yakıp yıkıyor.
Çünkü İzmir onun için nefes borusu gibi... Yani Sardes’in, Alaşehir’in,
Manisa’nın nefes borusu. Ama İzmir karşı çıkıyor, kafa tutuyor koca krallığa.
SOYOĞUL: Bu muhaliflik liman kenti olması ve denizle bire
bir bağı olmasından mı kaynaklanıyor?
DOĞER: Yönetici hep kendi istediğinin olmasını ister. Devlet
ise vergi ile ayakta durur ve yaşar. En büyük gelir ise limanlardadır. Hele bu
limanın hinterlandı çok geniş bir tarımsal potansiyel taşıyorsa… Verginin
tadını kaçırdığınızda bu kırsal bölge denize uzaksa, kolay kolay karşı çıkamaz,
örgütlenemez. Ayaklansa bile bastırmak kolaydır. Ama deniz kıyısıysa, kaçacak
yeri varsa, daha fazla karşı çıkabilir. E şimdiye kadar bu ülkeye gelmiş geçmiş
yönetimlerin adil olduğunu söyleyebilir misiniz vergi bakımından? Hizmet
bakımından söyleyebilir misiniz? Adil olmayan yönetimlerin sultası altında
yaşayan ülkelerin limanları, daha adil olan ülkelerin ve yönetimlerin
varlığından en önce haberdar olurlar limanları aracılığı ile…
SOYOĞUL: Ne mümkün!…
DOĞER: Şimdi yakın geçmişte başka sorunlar var. İzmir’le
ilgili sorunlar. Mesela 1830’a kadar çok büyük eşkıya hareketleri yoktu bizim
Batı Anadolu’da. Çünkü gençleri istihdam edecek bir iş alanı vardı. Bu iş alanı
şuydu: Tunuslu, Cezayirli beyler, dayılar, korsanlar İzmir’e gelirler gençleri
toplarlar Cezayir’e, Tunus’a götürürler 20-30 yıl korsanlık yaptırırlar. Bunlar
ölmezlerse, emekli olurlar, ceplerine kazandıkları parayı koyarlar,
yaşlılıklarını geçirmek için vatanlarına geri dönerler. Şimdi, o kadar adam
kesmişler bu korsanlar, geldiklerinde bir kefaret ödemek zorunda hissederler
kendilerini, dine dönerler. O yüzden çok Cezayirli Cami vardır bu ülkede
köylere kadar.... Almancı gibi! 1830’da Cezayir ve Tunus Fransızların eline
geçince, buradaki genç işsizler ortada kalır. Genç olmuş, adam 17-18 yaşında...
Buna iş bulamıyorsun… Tarla yok, adalet hak getire… Ne yapacağız şimdi? Eşkıya
olalım bari! 1830’larda başlar Akçalı Kel Mehmet v.s… Neredeyse tam 100 yıl
burada bir eşkıya geleneği var olmuştur. Bir de efe dediğimiz, zeybek dediğimiz
bu silahlı eşkıyanın dayanacağı güçler olmalıdır. Yani kentte bir gücünüz
olmazsa barındırmazlar adamı dağda. Arkanı ya mazluma ya da zengin ailelere
dayayacaksın… Mütegallibe için de rakibinin üstüne saldırmak için adam
besleyeceksin. O yüzden 1924 sonrası Cumhuriyet’in ilk on yılında iktidar
tarafından İzmir’in üzerinde bu kadar hassasiyetle durulmuştur. Erken
Cumhuriyet döneminde… Batı Anadolu, üstüne en büyük baskıların var olduğu bir
dönemdir. Ben objektif bir adamım. Atatürk’ü severim ama mesela Menemen olayı
tam bir provokasyondur! Beceriksiz yerel yönetimlerin Menemenlilerin başına
açtığı bir şeydir. Ve erken cumhuriyet hükümetleri, Menemen Olayı’nı muhalefeti
susturmak için kullanmışlardır. Beklenmedik bir fırsattı bu yöneticiler için!
Terakkiperver Fırkası çıkıyor, bütün İzmirliler kıyamet koparıyor. Serbest
Fırka çıkıyor, önce İzmirliler sahip çıkıyor. İzmir’e geliyor Fethi Okyarlar...
Ölü çocuğunu Fethi Okyar’ın önüne koyuyor, ‘Bıktık artık bu iktidardan. Bunlar
gitsin’ diyor. İzmir’dir ilk muhalif her bakımdan. Niye, neden İzmir’dir? İzmir
solcu olduğu için mi? Yok canım, bildiğimiz, bilmediğimiz bin bir neden vardır…
SOYOĞUL: Yok. Solculukla açıklanamaz.
DOĞER: Hiç açıklanamaz. Çünkü İzmirli 1950’den sonra
Demokrat Parti’ye, 1960’dan sonra Osman Kibar’a, 1980 sonrası Burhan
Özfatura’ya oy attı. Solculukla açıklamak zor. Belki de İzmir’in damarlarında
liberallik vardır, her konuda özgürlük isteği vardır, 1930’lu yılların
dayattığı devletçi politikalara karşı korkak ve mahcup bir tepki söz konusudur.
Unutmayalım bu kentin Avrupalı levanten tacirleri daha 17.yüzyıldan itibaren
ticari serbestliği Osmanlı’ya İzmir’den dayatmışlardır. Sanki özgürlük ve
serbestlik genlerine işlemiş İzmir’in, İzmirli’nin… Kapitülasyonları hatırlayın,
ister yanında olun ister karşısında ama özünde ticari serbestlik demektir.
SOYOĞUL: Diyanet İşleri Başkanı’nın İzmir açıklamaları da
tartışmalara polemiklere yol açtı. İzmir’in antik çağdan bu yana dinlerle
ilişkisi hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?
DOĞER: Mesela bir tane örnek vereyim. Kötü bir örnek...
Helenistik dönemde Zoilos diye bir tane adam var. Homeros’un eleştirisini
yaparmış. Homeros da o dönemde eski Hellenlerin inandığı Paganizm’in peygamberi
gibi. Yunan tanrılarını tanımlamış, sınırlarını çizmiş bir adamdır. İzmir’de
doğduğu, İzmirli olduğu söylenir. Zoilos da Homeros’u aşağılamış. İzmirliler
yakmışlar Zoilos’u meydanda… Öyle denir. Yani ‘Homeros bizim vatandaşımız,
koskoca Yunan dininin peygamberine ve bizim hemşerimize nasıl böyle bir şey
dersin’ diye adamı yakmışlar. İzmirlinin bir tarafı bu, o dönem İzmirlisinin...
Aynı şekilde Pionios ve Polikarpos, ikisi de İzmirli, inanmış Hıristiyanlar
1.ve 2. yüzyılda… İkisi de Roma tanrılarına karşı çıktılar, onlara kurban
kesmediler diye İzmir’de yakıldılar. Onun için İzmirli dindardır, dinsizdir
denemez tarih içinde... Sonra hep liman kentleri bu konuda ikirciklidir. Yani
bazen din önemli olmayabilir insanın hayatında. Yani her günü, 24 saati dinle
geçirmez liman kentleri… Zaman zaman, liman kentlerinin de inanmaya ihtiyacı
vardır. Şöyle veya böyle… İyi bir deniz beklentisiyle tüccarlar da tanrılara
kurban keserlerdi. İzmir her zaman bu konuda ılımlı olmuştur. Ama bunlar çok
konjonktürel şeyler… Zoilos’un yakılması… Bunlar kentin her zaman fanatik
olduğunu göstermez. Bu konuda kesin karara varmamak lazım. Mesela Ortodoks
nüfus çoğaldıkça, İzmir’de Yahudi düşmanlığı başlar, genellikle anti-semitizm
Müslümanların icat ettiği ve keşfettiği bir şey değildir. Anti-semitizm
Hıristiyanların icat ettiği bir şeydir. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinin nedeni
Yahudiler görüldüğü için; Ortodokslar ve Katolikler Yahudiler’e eziyet
etmişlerdir. Bakın şimdi Evangelistlerin Yahudi hayranlığına... Yahudiler düne
kadar Hıristiyanlar tarafından itelenmişti. İşte İspanya’da kovalanmaları,
pogromlar, engizisyonlar… Burada da mesela Ortodoksların Paskha’sı, Yahudilerin
Hamursuz’u ile aynı döneme denk gelirdi. İzmir’de de bu konuda ciddi kavgalar
çıkardı Ortodokslarla Yahudiler arasında… Tam bu Hamursuz döneminde bir
Ortodoks çocuk kaybolduğunda, iğneli fıçıya Yahudiler tarafından atılıp
Hamursuz’a katıldığı konusunda kiliseden kaynaklanan provokasyonlar olmuştur.
Bir keresinde Yahudi Mahallesi Rumlar tarafından abluka edilmiş ve çok sayıda
Yahudi açlıktan ölmüştür. Sonra İstanbul müdahale etmiş ve olay kapanmıştır.
Yani burada zaman zaman din kavgaları da olmuştur çok ciddi…
Ben Menemen kitabını yazarken Osmanlıca öğrendim ve gittim
Milli Kütüphane’de bir sene boyunca 1880-1920 arasındaki Ahenk, Hizmet, Anadolu
gibi gazeteleri karıştırdım. Menemen haberleri çıkan 7000 gazete okudum. Orada
şunu gördüm: O kadar çok din değiştirme var ki... O kadar çok Rum, o kadar çok
Yahudi, Müslüman oluyor ki, gazetelere düşüyor... Mesela Rum kızlar Müslüman
erkeklerle evlenip Müslüman oluyorlar… Özellikle Yahudiler, çok fakir oldukları
için… ‘Koşerli et’ diye bir şey var biliyorsunuz. Yani hahamın kestiği et; ama
hahama vergi vermek zorundalar koşerli et için... Paraları yok. Pek çok Yahudi,
bu nedenden dolayı Müslüman olmuştur; 18.-19. yüzyılda vergiden kurtulup et
yiyebilmek için...
İzmir tarihinin ayrıntılarında daha enteresan şeyler var.
Çok fazla Rum var Müslüman olan... Daha 1922 öncesi. Liman kentidir ona öyle
bakmak gerekir. İzmir özellikle konumu itibariyle liman kentlerinin en
önemlisidir ve Anadolu’daki en önemli liman kentidir. Ne Edremit buna
ulaşabilmiştir, ne de Çeşme; Efesos ve Miletos’un da buna ömrü yetmemiştir…
SOYOĞUL: Peki İzmir’in tarihin o eski parlak dönemlerine
dönmesi için…
DOĞER: Çoktan döndü. Yapmayın, daha ne kadar dönsün? Yani
İzmir’in İstanbul gibi 15 milyonluk bir kent olması bizim şu anda işimize
gelmeyebilir. O zaman karşımıza bugünkünden çok farklı bir İzmirlilik çıkar ki,
onu şu anda hayal bile edemeyiz gibi geliyor bana..
SOYOĞUL: Ben nüfus açısından değil zenginlik anlamında
söylüyorum. İzmir, işsizliğin en yoğun olduğu kentlerden birisi mesela...
DOĞER: Havuz problemi gibi İzmir’in durumu... Saatte kaç
litre su havuza giriyor, kaç litre su çıkıyor? Havuza giren su, çıkan sudan
fazla olursa işsizlik olur. Biz doğal nüfus artışıyla iş buluruz. İşsizliği
engelleriz. Ama her gün 10-20 tane Güneydoğu’dan, Doğu’dan otobüs gelirse bu
sadece İzmir’in sorunu değil ki... Dünyada böyle bir örnek yok. Her boşalan
arabaya iş verecek. Neden zavallı İzmir’in sırtında olsun ki bu yük? Böyle bir
mecburiyet var mı bilmiyorum. Tamam, sosyal açıdan önemli ama böyle bir imkan
var mı? Bütün sanayiciler, sanayi odası, ticaret odası 24 saat boyunca
Güneydoğu’dan ve Doğu’dan gelenlere iş bulmak için seferber olacaklar. Niye
yani bu? Bu bir tür sosyal kölelik…
SOYOĞUL: Siz parlaklık açısından ‘Peki daha ne olsun’
dediniz. Sizin ölçünüz nedir?
DOĞER: İzmir Türkiye’nin kaçıncı kenti? İlle de büyük bir
sanayileşme mi gerekiyor İzmir için, Bursa gibi? Neden bu istek? İzmir liman
kenti işte… İzmir’in bu vasfını yok edemezsiniz ki. Ben İstanbul’a hayret
ederim. Antik dönemde bazı kentlerin birkaç tane görevi vardır. Liman kenti
olur, tarım kenti olur, ticaret kenti olur, değiş-tokuş kenti olur… Yahu
İstanbul kaç tane görevi birden sırtlanmış farkında mıyız? Peki bu sağlıklı bir
şey midir? Bana göre değildir… İzmir 1922’den sonra 1965’e kadar, ister kamuya
ait, ister özel olsun gerçekten mülkiyete saygılı bir nesil yetiştirmişti.
Yavaş yavaş süreç içinde… Yani ben Karşıyaka Erkek Lisesi’nde okurken
karşımdaki Naldöken sırtları boştu. Ben kros takımındaydım. Yamanlar’a
çıkıyorduk, Doğançay’a kadar gidiyorduk. Bir kulübe bile yoktu. Yavaş yavaş
arazilerin taşla çevrildiğini gördüm. Niye? Neden bizim aklımıza böyle bir şey
gelmedi? Bu bir kültürdür biliyor musunuz? Demek ki 1922’den 1965-70’e kadar
bize gecekondu yapmayı aklımıza getirmeyecek bir eğitim vermişler. Biz de
fakirdik, bizim de evimiz yoktu, biz de yoksulduk. Ama şunu da anlıyorum;
1919’da Yunan işgal ediyor ülkeyi, Osmanlı sivil-asker bürokrasisi direniş
örgütlüyorlar, diyorlar ki Misak-ı Milli sınırları içerisinde, ‘Arkadaşlar
İzmir düşman elinde gelin kurtaralım’… Güneydoğu’dan, doğudan oradan buradan
insanlar geliyor, yarısı hayatını kaybediyor sonra İzmir’i alıyoruz. Sonra bu
insanlara şunu diyemezsiniz: Tamam İzmir’i aldık. Hadi şimdi gidin! Bu yakışık
almaz. Madem Misak-ı Milli sınırını çektiniz, şimdi bu ülkenin sınırları
içindeki herkes istediği yere yerleşme hakkına sahiptir. Sen devlet olarak bunu
kontrol edebilirdin, altyapısını yapardın. Bugünkü kentleşme sorunlarımız
olmazdı. Kendimizi kandırmayalım.
SOYOĞUL: Sohbeti tamamlarsak… İzmirlilerin korkuları
üzerine…
DOĞER: Çeşit çeşit İzmirli var. Bir sürü İzmirli var. Bıçak
sırtı gibi... Önümüzdeki seçimlerde AK Parti kazanırsa, bu sefer onlar İzmirli
olacak. Onlar temsil etmeye başlayacak İzmirliyi. Şu anda CHP’liler temsil
ettiği için ne diyeyim… Mesela bir yerde kendini ilerici bir noktada görürsün,
dünya öyle bir değişir ki, durduğun yerde birden bire gerici olursun, sen bile
fark etmezsin... Bazen İzmirlililer’i öyle görmeye başladım. Güneydoğu’daki
Kürtlerin evrensel temel hak özgürlük isteklerinin İzmirli’ye zararı nedir, hiç
anlamış değilim! Niye korkuyorsun Güneydoğu’dan? Kadifekale artık Kürt, ne
yapacaksınız? Bakın 100 yıl önceki tasfiye yöntemlerini şimdi hiç kimse aklına
getirmiyor değil mi?
SOYOĞUL: AK Parti’nin iktidarından korku var hala, en
azından kıyılarda…
DOĞER: Böyle konuşuyorum ama aslına bakarsanız ben de
korkuyorum. Çünkü gerçek demokratlıkları konusunda şüphelerim var. Bu şeytani
bir şey değil, yanlış anlaşılmasın, insani bir korku ve endişe. Onların
arasında da sorunlara bakış konusunda farklılıklar var. 1400 yıldan beri devam
eden bir şey... Ama güvence verseler de vermeseler de CHP bu kadar hata yaptığı
sürece neye bakarsınız? Yeni bir kan lazım ve bunlar fedakarlık etmek
zorundalar..
SOYOĞUL: Korkmak, karşı durmak yerine tarihe baksalar,
İzmir’i anlamaya çalışsalar daha faydalı olabilir diyebilir miyiz?
DOĞER: Tabii tabii... Onlar da biz İzmirlileri, İzmirli
olmayı anlamak zorundalar, hazmetmek zorundalar. Erzurum’u ve benzer kentleri
ikna etmek kolay, ama İzmir farklı, artık sağır sultan bile anladı. Şunu
unutmamak zorundalar: İzmir’de her zaman, antik dönemde de farklı gruplar
vardı, farklı insanlar vardı, farklı düşünceler vardı. Bütün mesele barış
içinde bir arada yaşamayı becerebilecek miyiz, beceremeyecek miyiz? Sadece şu
anda İzmir’de kendini iktidar görenler için değil, aynı zamanda muhalefette
olanlar için de… Biz neden İzmirlinin tamamını ikna edemiyoruz? Terakkiperver
Fırka muhafazakardı, nasıl ikna etti? Serbest Fırka muhafazakardı, denmiyor mu
nasıl ikna ettiler? Neden Demokrat Parti ikna etti İzmir’i, muhafazakar değil
miydi? Neden Adalet Partisi ikna etti, muhafazakar değil miydi? Siz niye ikna
edemiyorsunuz? Bu eksiklik kimde? ANAP muhafazakar değil miydi? Özfatura
muhafazakar değil miydi? Demek ki bu kentin iktidarı 60 yılda onlardaydı da
bunlardaydı da. Niye ikna edemiyorsunuz?
SOYOĞUL: AK Parti’ye soruyorsunuz bu soruyu.
DOĞER: AK Parti’ye soruyorum. Ne var sizde? CHP’ye de
soruyorum… 80 yıl önce ilerici bir partinin 80 yıl sonra gerici bir parti
olmaması için ne yapmalı? Türk milliyetçiliğini MHP bal gibi götürüyor, size
ihtiyaç orada değil. Siz Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran partisiniz, pekala
biliyorsunuz ki bu devleti 1924 yılına kadar sadece Türklerle kurmadınız,
Kürtler de vardı. Daha yumuşak yöntemler var bu uygar dünyada.. Yoksa bir 30
yıl daha ve 30.000 bin kayıp daha mı, Allah göstermesin. İyi ağabeyler, küçük
kardeşlerinin de haklarına saygı gösterirler değil mi?
100 yıl önce başka İzmirliler vardı, 100 yıl sonra başka
İzmirliler olacak. O projeksiyonu görebilirsek rahat ederiz. Bence gelecek
bizim elimizde… Roma Cumhuriyeti’nin ilk iki yüz yılı Patriçi ile Plep
kavgasıyla geçmiştir. 100 aile devleti yönetiyorlardı. Plebler ise her türlü
işi yapıyorlar ama hiçbir hakları yoktu. Tam 200 yıl boyunca. Roma tarihini
açın bakın... Plepler iki defa grev yaptılar. Plepler yapıyor her işi... Tam
200 yılda Patriçiler Pleplere haklarını gıdım gıdım verdiler. 200 yıl sonra ne
Patriçi kaldı, ne Pleb kaldı! Patriçilerin zenginleriyle Pleblerin zenginleri
Optimates adında bir parti kurdular… Yani biraz derin perspektifle bakarsanız
korkacak bir şey olmadığını görürsünüz. Kuşkusuz İzmir’in istikbali var. Yani
biz İzmirliler rahat insanlarız. Bütün liman kentleri rahattır. Niye üzülelim,
niye sıkılalım?
SOYOĞUL: Liman kentine uygun davranalım, biraz rahat olalım
diyorsunuz…
DOĞER: Tabii ki liman kentine uygun davranalım ama
Türkiye’nin en büyük sanayi bölgesi olmak için bu kadar fazla çırpınmaya gerek
yok. Akışına bırakabiliriz, daha iyi planlayıp yapabiliriz. İzmirli sanayici
görevini yapıyor ama şu denecek laf değil: Niye Çeşme’ye gidiyorlarmış? Ne
münasebet, neden gitmeyeceklermiş, dinlenmek ve eğlenmek, insan hakları içinde
değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder