28 Ocak 2014 Salı

AKDENİZ - MESSOGIOS

Henri Pirenne.nin Ortaçağ Kentleri „adlı eserin “ Akdeniz” başlığından özetlenmiştir
Henri Pirenne, Ortaçağ Kentleri, Çev.: Şadan Karadeniz, İletişim yayınları 1994 

Roma imparatorluğunun en belirgin özelliği bir Akdeniz kavimler topluluğu
olmasıydı. İmparatorluğun bütün toprakları bu büyük iç denizin çevresindeki bölgeye
yayılmıştı. Dolayısı ile Akdeniz imparatorluğun siyasi ve ekonomik birliğinin güvencesi
durumundaydı. Bu büyük ticaret yolu üzerindeki egemenliği sayesinde imparatorluk hüküm
sürüyor, savunma ve yönetim olanağı buluyordu.

İmparatorluğun iki bölgesi doğu ve batı.dan, doğu üstün uygarlığı ve çok yüksek ekonomik gelişme düzeyi ile batı.dan bir hayli öndeydi. İhracatın merkezi Suriye ve küçük Asya olup Roma.nın batı kanadı yoğun bir Pazar halindeydi.

İmparatorluk gücünü yitirip kuzeyde barbarların baskısına dayanamayarak Akdeniz.in
kıyılarına çekildikçe bu denizin önemi daha da arttı. İmparatorlukla barbarlar arasındaki
güçler dengesinin gittikçe bozulması ve barbarların artan nüfusuyla yeni toprakların elde
edilmesini zorunluluğu akınları amansızlaşıyordu. Buna mukabil imparatorluğun azalan
nüfusu başarılı bir direnişi gün geçtikçe zorlaştırdı. İmparatorluk gayret ve kararlılıkla felaketi önlemeye çalıştıysa da neticede sonuç olumsuzdu.

5.yüzyıl.ın başlarına her şey olup bitmiş, bütün batı istila edilmiş, Roma eyaletleri
Germen krallıklarına dönüşmüştü.

Ancak unutulmamalıdır ki Barbarların niyetleri göz koydukları eyaletleri kolonileştirmek değil, birçok yönden cazip bu topraklara yerleşmekti. Germen kabilelerininRoma.yı aşarak Akdeniz kıyılarında görülmeleri Avrupa tarihinde kesinlikle yeni bir çağın başlangıcını belirleyen bir olgu değildir.

Yol açtığı sonuçlar büyük olmakla beraber, süregelen gelenekler kesintiye uğramadan
devam etti. Zaten istilacıların amacı roma imparatorluğunu yıkmak değil onun nimetlerinden
faydalanmaktı. Korudukları, yok ettikleri veya getirdikleri geleneklerden çok fazlaydı.
Akdeniz.in önemi istilalar döneminden sonrada azalmadı, tersine tarihsel evrim gelişimini
sürdürdü. Bütün Akdeniz de imparatorluğun meydana getirdiği uygarlığın son bulduğunu
gösteren hiçbir belirti yoktur.

 Dolayısı ile Germen kabilelerinin gelişinin sonucu olarak kentsel yaşamın ve ticari
faaliyetlerin yerini tarımsal bir ekonomimin ve genel ticari durgunluğun aldığını söylemek
yanlıştır. Anlaşılıyor ki Germen istilalarından sonra Frank krallığında maravenj döneminde
Roma etkisi kaybolmamış Akdeniz.in önemi artarak devam etmiştir. Akdeniz havzasındaki
siyasi bölünmelere karşın imparatorluğu oluşturan kavimler arasında yüzyıllar zarfında oluşanekonomik birlik gelişerek devam etti. Yani Akdeniz dünyasındaki bu ekonomik örgütlenme Romanın siyasi dönüşümünden sonrada varlığını sürdürdü. Her şeyden önce Merovenj döneminde Marsilya Galyanın en büyük limanıydı ve önemi devam ediyordu. Merovenj döneminde bu kentte olağanüstü bollukta para basılması da Akdeniz ticaretinin canlılığının somut kanıtıdır

 Bütün bunlar: Akdeniz de yapılan mal sevkiyatının sürmesi, Marsilya.nın gelişimi,
maravenj döneminin büyük denilebilecek bir ticarete tanık olduğu sonucunu ortaya
koymaktadır.

Meravenj egemenliğindeki Galya.nın ticari görünümü Akdeniz havzasındaki diğer
Germen krallıkları ( İtalya.da Ostrogotlar, Afrika da Vandallar, İspanyada Vizigotlar)
arasında da ortaya çıkmaktadır.

 Bunların tümü, Roma İmparatorluğundaki ticari gelişimin Germen istilalarından sonra
[siyasi birliğin bozulmasına rağmen] güçlü bir biçimde sürdüğünü göstermektedir. Akdeniz
artık eskisi gibi bir tek devlete ait olmasa da bu denizin yüzlerce yıldan beri süregelen
geleneğini yitireceğini düşünmek için hiçbir neden yoktur.

 Dünya uğradığı dönüşümlere karşın Akdeniz.e özgü niteliğini yitirmemişti.

Bununla birlikte Germen istilalarından sonra varlığını sürdüren “Akdeniz dünya düzeni” İslam istilasından sonra varlığını koruyamadı. 30 yıl gibi kısa bir süre içinde İslam
istilası Çin denizinden Atlantik okyanusuna kadar yayıldı. İslamiyet ilk safhada Pers
İmparatorluğunu devirdi. Kısa sürede Suriye, Mısır ve kuzey Afrika.yı Bizans.tan koparıp
aldı. Sonra İspanyaya ulaştı.

 Bu ilerleyiş 8. asır başlarına dek hızını yitirmeden devam etti. 8. asırdan itibaren bir
yönden Kostantinopolis öte yandan Pirenelerin kuzeyinden Hıristiyanlığı iki kanattan baskı
altına aldı. İslamiyet az zamanda Dünya.nın görünümünü değiştirdi. Ani bir atılımla Avrupa.yı yıkıma uğratmş, Roma geleneğinin ve gücünün kaynağı Akdeniz kavimler topluluğuna son vermişti. Yüzyıllar boyu bu denizin kıyısındaki temel nitelikleri görenekleri düşünceleri aynı veya çok az farklı olan toplumlar kuzeyden gelen barbar istilasıyla dahi siyasi dönüşüme rağmen Roma geleneğini terk etmeyerek birbirinden kopmamışlardı.

Şimdi ise İslam istilasıyla bu ülkeler koparılıp alınmış oluyordu. Hıristiyanlığın yerini
İslam, Roma hukukunun yerini İslam hukuku, Yunan ve Latin dillerinin yerini Arapça aldı.
Eskiden bir roma gölü olan Akdeniz bir Müslüman gölü olmuştu. Yıllar boyu Avrupa.nın
doğusu ile batısını birleştiren bu deniz farklılaşan kültürleri birbirinden ayıran ayraç olmuştu.

Yunanlılar kendi dillerinde Akdeniz'e Messogeios diyorlar. Yani "Orta Dünya"
Cevat Şakir gibi, Fernand Braudel gibi tarihçiler de Dünya'nin kültür çanağı olarak değerlendi riyorlar.

Kendi adıma da Akdeniz Romalıların tabirini sonuna kadar özümseyerek "Mare Nostrum" olarak kabul ediyorum. O kadar ki bu denizin enine bir ucunda ne varsa diğer ucunda da neredeyse küçücük değişimlerle aynını bulmak mümkündür. Her ne kadar kuzey sahilleri ile güney sahilleri için aynı şeyi söyleyemesek de bu kerre iki ayrı Dünya ille birbirlerini derinden etkilemişlerdir.

Braudel'in ilk kez 1946 de bir doktora tezi olarak sunduğu ve 1949'da yayımladığı "Akdeniz" daha sonraları Braudel tarafından defalarca gözden geçirilmiş, değiştirilmiş ve genişletilerek zenginleştirilmiştir. Braudel bu çalışması "une autre histoire" - bir başka tarihtir. Çünkü tarihsel bir nesne olarak ele aldığı  bir denizdir. Mare Nostrum onun elinde tasnif dışı bir kişilik haline gelmiştir. Akdeniz bir deniz olmaktan çok bir "denizler karmaşası adalar tarafından doldurulmuş,yarım adalar tarafından kesintiye uğratılmış, dallı budaklı kıyılarla çevrelenmiş bir denizler karmaşasıdır." Mehmet Ali Kılıçbay

Ben daha da ileri giderek şu tezimi ortaya atabilirim: "Türk amatör denizcisi" sıfatına layık olabilmek için Fernand Braudel'in "Akdeniz ve Akdeniz Dünyası"nı okumak ufkunu açacak, dolaştığı denizlere, karşılaştığı kültürlere, gördüğü teknelere, yediği yemeklere ve içtiği şaraba, rakıya bambaşka bir gözle bakacak, asıl önemlisi yaşadığımız çağın ne kadar sığ ve ne kadar değer yoksunu olduğunun farkına varacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder