Henri Pirenne, Ortaçağ Kentleri, Çev.: Şadan Karadeniz, İletişim yayınları 1994
Roma imparatorluğunun en belirgin özelliği bir Akdeniz
kavimler topluluğu
olmasıydı. İmparatorluğun bütün toprakları bu büyük iç
denizin çevresindeki bölgeye
yayılmıştı. Dolayısı ile Akdeniz imparatorluğun siyasi ve
ekonomik birliğinin güvencesi
durumundaydı. Bu büyük ticaret yolu üzerindeki egemenliği
sayesinde imparatorluk hüküm
sürüyor, savunma ve yönetim olanağı buluyordu.
İmparatorluğun iki bölgesi doğu ve batı.dan, doğu üstün
uygarlığı ve çok yüksek ekonomik gelişme düzeyi ile batı.dan bir hayli öndeydi.
İhracatın merkezi Suriye ve küçük Asya olup Roma.nın batı kanadı yoğun bir Pazar
halindeydi.
İmparatorluk gücünü yitirip kuzeyde barbarların baskısına
dayanamayarak Akdeniz.in
kıyılarına çekildikçe bu denizin önemi daha da arttı.
İmparatorlukla barbarlar arasındaki
güçler dengesinin gittikçe bozulması ve barbarların artan
nüfusuyla yeni toprakların elde
edilmesini zorunluluğu akınları amansızlaşıyordu. Buna
mukabil imparatorluğun azalan
nüfusu başarılı bir direnişi gün geçtikçe zorlaştırdı.
İmparatorluk gayret ve kararlılıkla felaketi önlemeye çalıştıysa da neticede sonuç olumsuzdu.
5.yüzyıl.ın başlarına her şey olup bitmiş, bütün batı
istila edilmiş, Roma eyaletleri
Germen krallıklarına dönüşmüştü.
Ancak unutulmamalıdır ki Barbarların niyetleri göz
koydukları eyaletleri kolonileştirmek değil, birçok yönden cazip bu topraklara
yerleşmekti. Germen kabilelerininRoma.yı aşarak Akdeniz kıyılarında görülmeleri Avrupa
tarihinde kesinlikle yeni bir çağın başlangıcını belirleyen bir olgu değildir.
Yol açtığı sonuçlar büyük olmakla beraber, süregelen
gelenekler kesintiye uğramadan
devam etti. Zaten istilacıların amacı roma imparatorluğunu
yıkmak değil onun nimetlerinden
faydalanmaktı. Korudukları, yok ettikleri veya
getirdikleri geleneklerden çok fazlaydı.
Akdeniz.in önemi istilalar döneminden sonrada azalmadı,
tersine tarihsel evrim gelişimini
sürdürdü. Bütün Akdeniz de imparatorluğun meydana
getirdiği uygarlığın son bulduğunu
gösteren hiçbir belirti yoktur.
Dolayısı ile
Germen kabilelerinin gelişinin sonucu olarak kentsel yaşamın ve ticari
faaliyetlerin yerini tarımsal bir ekonomimin ve genel
ticari durgunluğun aldığını söylemek
yanlıştır. Anlaşılıyor ki Germen istilalarından sonra
Frank krallığında maravenj döneminde
Roma etkisi kaybolmamış Akdeniz.in önemi artarak devam
etmiştir. Akdeniz havzasındaki
siyasi bölünmelere karşın imparatorluğu oluşturan
kavimler arasında yüzyıllar zarfında oluşanekonomik birlik gelişerek devam etti. Yani Akdeniz
dünyasındaki bu ekonomik örgütlenme Romanın siyasi dönüşümünden sonrada varlığını sürdürdü.
Her şeyden önce Merovenj döneminde Marsilya Galyanın en büyük limanıydı ve önemi
devam ediyordu. Merovenj döneminde bu kentte olağanüstü bollukta para basılması da
Akdeniz ticaretinin canlılığının somut kanıtıdır
Bütün bunlar:
Akdeniz de yapılan mal sevkiyatının sürmesi, Marsilya.nın gelişimi,
maravenj döneminin büyük denilebilecek bir ticarete tanık
olduğu sonucunu ortaya
koymaktadır.
Meravenj egemenliğindeki Galya.nın ticari görünümü
Akdeniz havzasındaki diğer
Germen krallıkları ( İtalya.da Ostrogotlar, Afrika da
Vandallar, İspanyada Vizigotlar)
arasında da ortaya çıkmaktadır.
Bunların tümü,
Roma İmparatorluğundaki ticari gelişimin Germen istilalarından sonra
[siyasi birliğin bozulmasına rağmen] güçlü bir biçimde
sürdüğünü göstermektedir. Akdeniz
artık eskisi gibi bir tek devlete ait olmasa da bu
denizin yüzlerce yıldan beri süregelen
geleneğini yitireceğini düşünmek için hiçbir neden
yoktur.
Dünya uğradığı
dönüşümlere karşın Akdeniz.e özgü niteliğini yitirmemişti.
Bununla birlikte Germen istilalarından sonra varlığını
sürdüren “Akdeniz dünya düzeni” İslam istilasından sonra varlığını koruyamadı. 30
yıl gibi kısa bir süre içinde İslam
istilası Çin denizinden Atlantik okyanusuna kadar
yayıldı. İslamiyet ilk safhada Pers
İmparatorluğunu devirdi. Kısa sürede Suriye, Mısır ve
kuzey Afrika.yı Bizans.tan koparıp
aldı. Sonra İspanyaya ulaştı.
Bu ilerleyiş 8.
asır başlarına dek hızını yitirmeden devam etti. 8. asırdan itibaren bir
yönden Kostantinopolis öte yandan Pirenelerin kuzeyinden
Hıristiyanlığı iki kanattan baskı
altına aldı. İslamiyet az zamanda Dünya.nın görünümünü değiştirdi. Ani
bir atılımla Avrupa.yı yıkıma uğratmş, Roma geleneğinin ve gücünün kaynağı
Akdeniz kavimler topluluğuna son vermişti. Yüzyıllar boyu bu denizin kıyısındaki temel nitelikleri
görenekleri düşünceleri aynı veya çok az farklı olan toplumlar kuzeyden gelen barbar
istilasıyla dahi siyasi dönüşüme rağmen Roma geleneğini terk etmeyerek birbirinden
kopmamışlardı.
Şimdi ise İslam istilasıyla bu ülkeler koparılıp alınmış
oluyordu. Hıristiyanlığın yerini
İslam, Roma hukukunun yerini İslam hukuku, Yunan ve Latin
dillerinin yerini Arapça aldı.
Eskiden bir roma gölü olan Akdeniz bir Müslüman gölü
olmuştu. Yıllar boyu Avrupa.nın
doğusu ile batısını birleştiren bu deniz farklılaşan
kültürleri birbirinden ayıran ayraç olmuştu.
Yunanlılar kendi dillerinde Akdeniz'e Messogeios
diyorlar. Yani "Orta Dünya"
Cevat Şakir gibi, Fernand Braudel gibi tarihçiler de
Dünya'nin kültür çanağı olarak değerlendi riyorlar.
Kendi adıma da Akdeniz Romalıların tabirini sonuna kadar
özümseyerek "Mare Nostrum" olarak kabul ediyorum. O kadar ki bu denizin enine bir ucunda ne varsa diğer
ucunda da neredeyse küçücük değişimlerle aynını bulmak mümkündür. Her ne kadar kuzey sahilleri ile güney sahilleri için
aynı şeyi söyleyemesek de bu kerre iki ayrı Dünya ille birbirlerini derinden
etkilemişlerdir.
Braudel'in ilk kez 1946 de bir doktora tezi olarak
sunduğu ve 1949'da yayımladığı "Akdeniz" daha sonraları Braudel
tarafından defalarca gözden geçirilmiş, değiştirilmiş ve genişletilerek
zenginleştirilmiştir. Braudel bu çalışması "une autre histoire" - bir
başka tarihtir. Çünkü tarihsel bir nesne olarak ele aldığı bir denizdir. Mare Nostrum onun elinde tasnif
dışı bir kişilik haline gelmiştir. Akdeniz bir deniz olmaktan çok bir
"denizler karmaşası adalar tarafından doldurulmuş,yarım adalar tarafından
kesintiye uğratılmış, dallı budaklı kıyılarla çevrelenmiş bir denizler
karmaşasıdır." Mehmet Ali Kılıçbay
Ben daha da ileri giderek şu tezimi ortaya atabilirim:
"Türk amatör denizcisi" sıfatına layık olabilmek için Fernand
Braudel'in "Akdeniz ve Akdeniz Dünyası"nı okumak ufkunu açacak,
dolaştığı denizlere, karşılaştığı kültürlere, gördüğü teknelere, yediği
yemeklere ve içtiği şaraba, rakıya bambaşka bir gözle bakacak, asıl önemlisi
yaşadığımız çağın ne kadar sığ ve ne kadar değer yoksunu olduğunun farkına
varacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder