“ Üç bin yıl kadar önce, Batı Avrupa’da dakik Stonehenge gün dönümü bilgisayarı yapan bir halk yaşamıştı. Esmer, iri burunlu, çevik,
akıllı ve hayatın kendisine tapan bir halk. Onların torunları etraflarındaki
diğer ırklardan kolayca ayırt edilebilirler ve kıtanın kenarlarında vahşi
bölgelerde hâlâ varlıklarını sürdürürler- Kuzey İskoçya’nın ücra dağları,
Galler, İrlanda Adaları, Cornwall ve Brittany’nin bazı yerleri. Bu insanlara
İranda’da Goidels ya da Gaels, İngiltere’de Britonlar denir.
Yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce, bu insanların arasında,
kuzey İran ve Afganistan’dan, mavi gözlü, sarışın göçebe bir insan dalgası
geldi. Gaul Keltleri. Gaul Keltleri bugünkü Romanya’ya vardıklarında, üç büyük
kola ayrıldılar. Bir kol güney doğuya dönerek Anadolu üzerinden Orta Doğu’ya
indi ve Samilerle karışıp Fenikelileri oluşturdu. Diğerleri Kuzey Afrika’ya
girdi, Berberi olarak bilinen ırkı oluşturup, Cebelitarık Boğazını geçip
Ispanya’ya (Iberya) girdiler ve Portekiz, Aragon ve Castile halklarının ırk
temelini attılar. Bu Kelt İberlerin bazıları MÖ 800 civarında, okyanusu geçen
ilk denizcilerden Mabo önderliğinde Batı Hint Adaları ile Amerika’ya gittiler
ve Punic kolonileri kurarak Yeni Meksika’nın Pima yerlilerinin ataları oldular
(En azından dil olarak)
İkinci büyük Gaul-Kelt kolu, güneye Yunan yarımadasına girdi
ve modern batı dünyasının atası büyük uygarlığı kurdu. _____Hoooop Tristan’da
ne yazık ki Lord Byron etkisi altında. Modern Batı Dünyasını kuran Yunanlılar
değil tümü ile Anadolulu olan
İyon’lardır________Üçüncü kol Avrupa’nın
ovalarını ve dağlarını aşarak batıya ilerledi, Avusturya ve İsviçre’de
Fransa’nın Gaulleri olacak grupları bıraktılar. Diğer Gaul Keltleri Fransa’dan
Britanya adalarına geçtiler ve Britonik Goidel kabileleri ile karışıp Galerin
Cymru’ları, Kuzey İrlanda ve Iskoçya’nın Piet ve Scot’ları halini aldılar.
Goidel Keltler, İngiltere ve Galler’den daha ileri giderek Irlanda’nın Erseleri
oldular.
Gaul Kelt aklı, Batı Avrupa’nın Goidel-Briton’larının hayal
gücü ile birleşince, yaygın haberleşme ağına sahip büyük bir uygarlık doğdu.
Bu, yüksek rahiplerin dini işlerle, krallar, prensler ve druidlerin de devlet
işleri ile ilgili olduğu, vate‘ler denilen eski Yunan tarzı gevşek bir
devletler konfederasyonuydu. Ceasar’ın Gaul’ü işgal ettiğinde mavi boyalı
vahşilerle savaştığını düşünmek saçmalıktır. Aslında uygarlık açısından
Roma’dan aşağı olmayan insanların kurduğu, kara ve deniz haberleşmesinde en az
Akdeniz halkları kadar iyi, hayli örgütlü demokratik bir ittifakı zar zor
yenebilmişti.
Keltler güneyde bugünkü Fas, doğuda Almanya, batıda Amerika
ve kuzeyde de o zamanlar daha ılıman olan İzlanda’ya kadar deniz yolculukları
yapabiliyorlardı. MÖ.330 gibi erken bir tarihte, Massalyalı (Marsilya) Pytheas
Akdeniz’den batıya seyir yaparak büyük Fenike limanı Gades’e (Cadiz)geldi.
Orada 30 metreden uzun, ağaç bir iskeletin üzerine hayvan derileri kaplanarak
yapılmış, doğu Akdeniz’in kürek ve yelkenle giden kadırgalarından daha denizci, okyanusa dayanıklı bir Gael gemisine geçti. Dünyanın batı ucundaki Okyanus
maceracıları Gades’den kuzeye yolculuk yapar, Kelt limanı Vigo’ya ve bugünün
limanı La Rochelle’in yakınlarında, Gaul’ün batı kıyısında Oléron Adasına uğrarlardı. O günlerde, Roma
egemenliği öncesinde, Oléron, barbar cehaletinin sona ermesinin ardından
Venedik ve Cenova’nın bin beş yüz yıl sonra olacağı önemli bir denizcilik
merkeziydi.
Oléron’da, denizciliğin uluslar arası kabul gören ilk
yasaları Baltık, İzlanda, Fas, Kuzey Amerika kıyıları ve Fenike’den gelen tüccar
denizciler tarafından yazıldı. İzlanda ve Amerika’daki Kuzey ve Batı Kelt
halklarının topraklarından gelen yün, kalay, altın, kehribar ve yılanbalığı
dişi, hoş kokulu çam yaprakları Oléron’dan güneye, denizden Cebelitarık
üzerinden ya da karadan Gaullerden Akdeniz’e, Fenikelilerin Marsilya limanına
gidiyordu.
Faroe ve Iskoçya, ayrıca Baltık gibi kuzey ilkelerinden yün ve
kahribar geliyordu. Cornwall, Iralnada ve Galler, ayrıca İngiltere’den bahar ve
yaz aylarında yüzlerce yük gemisi altın,kalay ve Lübnan ile İran’da boya için
aranan çivitotu getirirdi. Oléron ve Gades’in uzun depolarında bu eşyalar,
Yunanlı ve Fenikeli denizcilerin Akdeniz’den ve doğudan getirdikleri ipekli
dokumalar, güzel kokulu tütsüler, şarap ve baharatlarla takas edilirdi. Doğulu
bu tüccarların, deniz konusunda tecrübeli ve akıllı bazıları, Arabistan’ın
doğusuna, Seylan, Mozambik ve Borneo’ya kadar gitmişti. Ve kumlu çöller, kara derili insanlar, çekik
gözlü ve inanılmaz zenginlik içinde yaşayan sarı insanlar ile altın ve gümüş
dolu topraklar hakkında fantastik hikâyeler anlatıyorlardı. Keltler ise sıcak
suların topraktan fışkırdığı, adaların denizlerden doğup buhar bulutlarına
gömüldüğü kuzeyde bir ülkeyi anlatıyordu. Işık tanrısı Lugh’un hik’ayelerini
anlattılar. Terganaill (Donegal) krallığının açıklarında, Tory Ada’sında
doğmuştu, on beş mil uzağa fırlatabildiği kudretli mızrağı ile Avrupa’nın
içlerine yolculuk etmişti. Formorian’ların Kralı Balor’un torunuydu ve
Londinium, Lugudunum (Bu günkü Hollanda’da Leyden)’u ve uzaklarda doğu Gaul’de Lyons’u kurmuştu...
Pytheas kuzeye Thule’a yolculuğuna bu hikayeleri anlatan
denizcilerle birlikte çıktı, önce bugünün Limerick şehrinin yer aldığı
hareketli Eirean limanına uğradı. Faroe’ler üzerinden kuzeye yelken açtılar,
altı günlük boğuşmadan sonra Izlanda’nın Thule’unun volkanlarını ve şeytanın
yardığı kayalarını gördüler. Orada kehribar ve ayı balığı dişi topladılar, bu
ücra yerde geçici olarak bulunan Keltleri de yanlarına alarak güneye döndüler.
Pythas’ın anlattıklarından bunun bir keşif gezisi değil ama eski bir ticaret
rotasında tüccarların yolculuğu olduğu anlaşılıyor.
Gemileri kuzeye doğru ilerlerken İrlanda Adaları ve Galerin
kayalık kıyılarından gelen Gael denizciler gece nöbetlerinde Pytheas’a
larghal’dan, “güneşin battığı yerin ardındaki ülke”den (daha sonra Latincede ve
hatta Roma İmparatorluğu dışında kalmaya çalışan İrlandalılar ve Galiler
arasında da HyBrazil olarak söz edilecektir), Okyanusun ardında uzanan
büyüleyici ülkeden, Gael’lerin ruhlarının Atlas Okyanusunu geçerek gittiği
Ölüler Ülkesinden bu toprakları gerçekten gören adamlar
da hikayeler anlattılar. Haftalar süren zorlu yolculuktan sonra batıda uzaklarda, çok uzaklarda bu toprakları gören, karaya çıkıp bu
larghalte’leri, “güneşinbattığıülkelileri”, kızıl toprakların kızıl adamlarını
gören ve onlarla kalıp diş ve kürk takas eden adamlar. Okyanusa yeniden açılıp Ern’e ve Cymru’ya
(Galler) dönmüşlerdi ve yaşlandıklarında, gemilerin denize çıkamadığı fırtınalı
kış gecelerinde yer kömürü ateşi etrafındaki kabile toplantılarında
hikâyelerini anlatmışlardı. Pytheas’da Kuzey Amerika’da Iarghal ülkesindeki
Kelt kolonilerini bu sayede öğrenmişti, tabii daha önceden bilmiyorduysa.
Böylece hikâyeler Fenike’ye geçti ve dünyanın diğer ücra
köşeleri hakkındaki bilgilerle birlikte, 1500 yıl boyunca, Fenike’nin
iktidarını Venedik ve Cenova’ya kaptırmasına dek orada hapis kaldı. Bu
hikâyeler yırtık pırtık kağıt parçalarıyla eskiden beri Lübnan’da yerleşik
aileler içinde sonraki nesillere aktarıldı. Christopher Colombus’un ailesi de
bunlardandı. (Colombus, Galway’de yaşayan uzak batıda “kızıl ülkeyi” görmüş bir
denizci buldu. Bu Irlandalı –Gael, Colombus ile Santa Maria’da birlikte
yolculuk yaptı ve onun anılarının yazılı
olduğu taş kitabeyi Galway’ste St.Nicolas kilisesinde gördüm. Güneş batışı
ülkesi Iarghal’deki “kızıl adamları” 1478 yılında görmüştü.)
Ceasar (Sezar), şimdiki Fransa topraklarını ele geçirmek ve
Kanalı geçerek Keltlerin önemli adalarını işgal etmek üzere Gaul’e girdiğinde,
eski deniz yolları hâlâ kullanılıyordu
çünkü Roma’nın Akdenizli gemicileri Batı’nın Atlas Okyanus’unda pişmiş
denizcileriyle baş edecek durumda değildi…..Romanın iktidarı karada , gözün
görebildiği yere, Galler ve Iskoçya’nın dağlarının eteklerine kadar uzanıyordu.
Roma İmparatorluğu 450 yıl oralarda varoldu ama içerilere kadar giremedi.
İzlanda’dan Almanya’ya Kelt Denizi ticareti çok zayıflamasına rağmen sürdü.
Roma Cadiz’e giden yol üzerinde olduğundan, Amerikan ticareti kesilmişti ve iyi
ya da kötü, Hristiyanlığın bu kıtaya varması bin beş yüz yıl ertelenmişti.
./……
Batı Avrupa’da Gotlar ve Teutonların vahşi saldırıları
sırasında Roma’nın askeri gücü zayıflarken Hıristiyan kilisesinin askeri işgali
altında olmayan Galler ve İrlanda’da
Kelt topraklarına saldırısı da arttı. Sonunda Gali bir hristiyan olan Saint
Patrick İrlanda’ya geldi ve İrlandalıların romantik kalplerini fethetti.
5. yüzyılda Sakson, Angel ve Jute’ların Kuzey Almanya’nın
sisli bataklıklarından çıkıp İngiltere’ye gelişiyle, Kelt’ler, Dünya’nın
merkezi Akdeniz ile ilişkilerini bir kez daha kaybettiler. Yine de eski ticaret
yolları varlıklarını sürdürdü ve kurahlar, güneş, ay ve yıldızların yardımıyla
derin suları yararak ilerlerken, Galler, İrlanda ve İskoçya’da Teutonlara
direnildi. Ancak Got’lar Cadiz’e vardığında Roma’ya giden deniz yolları kesildi
ve Hıristiyan İrlanda ve Galler, Akdeniz’deki yeni dini ve kürtürel
merkezlerden koptu. Brittany, İrlanda, Galler ve İzlanda arasındaki deniz
yolculukları ise sürdü.
7. Yüzyılda Saksonlarla Keltler arasında ihtiyatlı bir
“barış” sağlanmışken Kuzey Denizi’nin uzaklarında, Norveç’te İsveç dağlarından gelen
göçmenlerin giderek artması, üstelik doğum oranlarındaki görülmedik bir artış,
derin fiyordların diplerindeki vikke denilen köylerde yaşayan barışçıl
çiftçilerin yiyecek için önce balıkçılığa sonra da birbirlerinin sefil
köylerine saldırmaya başlamalarına yol açtı.
Bu saldırılar sırasında yeni bir deniz aracı geliştirildi.
Hem ellerinin altındaki mükemmel keresteyi hem de ülkenin sert denizlerinde uzun
yıllarda edindikleri tecrübeyi kullanarak yaptıkları bu kayığa "karfi" adını
verdiler. Karfi 12 metre boyunda, iki başlı, sığ sularda gidebilen bir kayıktı.
Sert havalarda büyük dalgalarla başa çıkabildiği gibi fiyortların sakin
sularında hızla seyir yapabiliyor bir saldırı için ya da yağmadan ganimetle
dönüldüğünde kolayca kıyıya çıkartılabiliyordu.
Karfi’den sonra geliştirilen teknenin adıysa hafskip ya da
daha yaygın bilindiği gibi knarr’dı. Bu, çok daha uzun, geniş, okyanusta
gidebilen”uzun gemi”ydi. Keltlerin kurahlarıyla knarr’ı karşılaştırmaya
kalkmak, Ford’un T modeli ile Maserati’yi karşılaştırmaya benzerdi. Hızlıydı ve
bütün silahları ve yiyacekleriyle otuz kadar savaşçıyı taşıyabilecek
büyüklükteydi. Derin değildi, nehirlerde düşman topraklarının içlerine
ilerleyebilirdi. Ortalama boyu 25 metre, genişliği 6 metre (mükemmel bir denge
sağlıyordu) ve teknenin ortasında su kesimi 140 santim, omurganın dibinden
küpeşte üzerine yükseklik 2 metre kadardır.
Knarr, geceleri traverse çıktığında güvertesinde çadırlar
kurulurdu. Viking’lerin (vikke çiftçileri böyle adlandırılıyordu) pusula ya da
dümenleri yoktu. Sancak bordada kıç omuzluktan indirilen geniş bir kürek
(ster-board) dümen görevi görüyor ve seyir sırasında enlem mevkiini yıldızlar
ve güneşe bakarak yapıyorlardı. Boylam mevkiini ise tahminle. Norveç’ten “beş
gün boyunca batan güneşe git, sonra İngiltere ve Avrupa için sola dön, İzlanda
için de sağa dön” Bu kadar ilkeldi. Vikinglerin başarılı yolculuklarını hep
duyarız ama kaçının okyanusta kaybolduğunu bilmeyiz. Bu büyük bir sayı olmalı.
Bölgelerindeki kötü hava koşullarını düşündüğümde yüzde otuz kadar kayıp tahmin
ediyorum.
Norsemen’ler knarr’ı kullnamaya başladıklarında, bütün Kuzey
Avrupa’ya hatta daha aşağılara Fas kıyılarına kadar saldırdılar. İnsanlığın
uzun savaşlar tarihinde görmediği bir yakıp, yıkma, talan, cinayet ve tecavüz
dolu deniz saldırısını gerçekleştirdiler. Kelt deniz yollarını keserek Gael
topraklarının çoğunu işgal ettiler. İngiltere, Fransa, İskoçya ve İrlanda’yı
kasıp kavurdular. Yalnızca 3 yerde başarılı bir direniş ile karşılaştılar:
Kuzey Galler, Brittany ve İrlanda ile İskoç adalarının birkaçı.___________
Sadece Batı’da değil. 7. ve 9.yüzyıllarda Tuna üzerinden Karadeniz’e
indiler,Konstantınıyye kentinin başına bela oldular. Bizans İmparatorları belayı
def edebilmek için bazılarını İmparatorluk muhafızı olarak istihdam etti ve
Karadeniz’de ticaret kolonileri kurmalarına izin verdi.____________ Bunlar eski Kelt kültürünün, Yunan ve Roma
uygarlığının antik bilgileriyle birleştiği izole merkezler olarak kaldı.-
Ulaşması imkânsız olan, kuzeyde İzlanda’nın volkanik Vatnajökull Çölünden
Brittany’nin devasa gelgitlerle korunan kayalık dik yamaçlarına kadar birçok
ada ve ücra yere saklanan hıristyan keşiş ve minzevileri, bu titrek ateşi
inançla yakmayı sürdürdüler. Batılı adamın tarihinin en karanlık üç yüz yılında
küçücük ışıklar titredi. Bazıları, Tory, Iona ve Barra gibi başka kayalıklar
üzerinde yeniden yakılmak üzere söndürüldü, bazıları da sonsuza kadar yok oldu.
300 karanlık yıl boyunca bu bencil olmayan, inançlı Keltler Batı insanının
kültürünün tamamını elinde tuttu.
./……. Burada antik dünyanın ışık, büyü ve güzelliklerin
dünyasının, ferah düşlerin olduğu kadar ürkütücü kâbusların dünyasının
kavşaklarından birinde, bir insan ırkının, sadece meşe ağacı ve yaşlılar,
dişbudak ve diken gibi yaşayan şeylerdeki değil ama dünyanın kayalarına ve
rüzgârın sesinde ve kudretli okyanusun evlerinin önündeki kumsala vurmasındaki
yaşam gücüne de tapan benim insanlarımın bıraktığı izlerde ilerliyordum. Ve
dünyaya Hıristiyan misyonerler tarafından iyilik adına anlatılan yalanları
düşündüm. Yüzyıllarca halkın kulağına Tanrının Oğlu’ndan önce hiçbir şeyin iyi
olmadığını tekrarlayıp durmuşlardı. İsa’dan önce günah, cehalet ve vahşet
vardı, her şey kötüydü, rüzgârın ve okyanusların, tepedeki çalılıkların yaşayan
ruhları kötüydü. Keltlerin anıları, aşk ve dehşet dolu hikâyeleri ve sanatları,
insanların zihinleri haça zincirlensin diye nasıl da cehennemin kapısına
fırlatılıp atılmıştı. Ve sonuçta Kelt aklının parçalanması nasıl da bugün bile
kanlı Belfast’ın arka sokaklarında terör ve şiddet olarak kendini
göstermekteydi.”
-BUZ-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder