9 Ocak 2014 Perşembe

Denizci Der de, Dediği Ne Demek?

Denizciler aramızda konuşurken kendimize özgü bir dil kullanırız. Bu dil, bir topluluk olarak bizi
birbirimize yakınlaştırır ve kenetler. Kabakçılar ise bu dilde söylenenlerin çoğunu anlamaz, “ne
dedi?” diye bakıp yadırgarlar. Biz kullandığımız sözcüklerin ne demek olduğunu biliriz ve
genellikle yerinde kullanırız; ama çoğumuz bu lâfların nereden geldiğini, vaktiyle ne demek
olduklarını merak etmemiştir. Gerçek şu ki bu sözcüklerin çoğu, dönem dönem kültür ilişkisinde
bulunduğumuz yabancı toplumların dillerinden gelerek dilimize yerleşmiştir. Önceleri Farsça ve
Arapça, sonra Venedikçe, Cenevizce ve Rumca, daha sonra Fransızca ve İtalyanca, son
zamanlarda İngilizce; şimdi de Amerikanca.

Örneğin teknenin armasından, yani donanımından söz edelim. Arma, Akdeniz denizcisinin
diline Latince arma (=donanım) sözcüğünün Venedikçeye aynen geçmesi ile girmiştir. Oradan da
biz almışız. Armanın en temel öğesi direktir. Direk sözcüğü dilimize deniz yoluyla değil de kara
yoluyla, çadırdan gelmiştir: eski Türkçe “tirgek”ten (= sağlam, ayakta duran) türemedir.

Tek direkli teknelerde direk, direktir. Çok direkli teknelerde ise, önde olanına pruva, ikincisine
grandi direği deriz. Pruva, Venedikçe prova (=geminin baş tarafı) sözünden gelir ki bazan bugün
bile bu eski biçimiyle kullanılmaktadır. “Deniz provamızda şelale gibi şarıldıyordu.” (Halikarnas
Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!) Öte yandan grandi İtalyanca grande (=büyük) sözünden
nerdeyse aynen alınmıştır. Üçüncü direğe ise mizana direği deriz; bugünlerde keçlerin arka
direğine de mizana direği denir oldu. Önce Latince medianus (= ortadaki) sözcüğünden ordan da
geçişle Venedikçe mezana (= mizana yelkeni) sözcüğünden türemişdir. Vaktiyle bizim dilimizde
“mıcana, mıncana, mancana” olarak da kullanılmış: “… birer tekne ve birer mancana yelken
âmâde olmakta …” (Evliya Çelebi, Seyahatname)

Direği bordalara bağlayan tel halatlara çarmık deriz; aslı çarmıhtır ama bu söyleyiş Türkçeye ters
düşer. Farsçanın çar mıh (=dört çivi) sözcüğü giderek dilimizde haç anlamına dönüşmüştür; İsa
peygamberin çarmıha gerilmiş olduğunu biliriz örneğin. Denizcinin dilindeki çarmığa gelince,
onun haçla ilgisi şurdan ki, ip cambazlarının panayırlarda diktikleri direklerin yere çakılan dört
kazığa bağlı tellerle desteklenmesine de çarmık deniyor. Çarmıkları enine açan gurcataların adını
ise Venedikçe croseta (=haçın yatay kolu) teriminden almışız.

Çarmıkların gerginliğini ayarlamakta kullandığımız döngerlere liftin diyoruz, bu terimin daha
doğrusu liftin uskurudur. O da ingilizce lifting screw (= kaldırma, germe vidası) tabirinin olduğu
gibi alınmış olması, ama ses değişimine uğraması sonucu ortaya çıkmıştır. Geminin pervanesi
yerine uskur diyenimiz de az değildir bu arada.

Direkleri başkıç yönünde destekleyen halatların, yani istralyaların adını ise Venedikçe straglio
(=ip) sözünden almışız. İstralyalara, yerine göre, çeşitli adlar veririz; baş istralya, kıç istralya gibi.
Ama şüphesiz en ilginci, amatör denizci sınavlarına girenlerin ezberlediği bir karanfildir ki,
grandi direğinin cundasından mizana direğinin cundasına donatılan istralya diye belletilir.
Günümüzün keç armalı guletlerinde görülür; yarış komitesi teknelerinde ise hakemler, çeşitli
flamaları karanfile basarlar. Kökeni ise o enfes kokulu, pembe, kırmızı, fırfırlı çiçekten değil;
İtalyanca paranchino (=ufak palanga) sözcüğünün deyilişi biçim değiştire değiştire, çiçeğin adının
da etkisiyle karanfil oluvermesinden. Bir de ranır denen istralya var ki direği kıç omuzluk
bordalarına bağlar. Eski randa yelkenli teknelerde bumba kıçtan dışarı taşardı. Bunlara kıç
istralya donatmak mümkün olmadığından, direği kıçtan desteklemek için ancak ranırlar
kullanılırdı. Bu sözcük te İngilizce running backstay (=hareketli kıç istralya) deyiminden geliyor.
Her şeyi kısaltmaya meraklı ya Amerikalılar, onu da runner (=koşucu) yapmışlar anlaşılan.
Portekizce bome, İtalyanca boma, Fransızca bôme sözcükleri nasıl olmuş da önce bombaya sonra da
bumbaya dönüşmüş, onu bilemiyorum. Yoksa bir bomba gibi gelip insanın beynini dağıttığından
mı dersiniz?

Selviçe adını verdiğimiz hareketli donanımı genelde yelkenleri basmada ve denetlemede
kullanırız. Venedikçe servizi (=hizmet, işletme) sözcüğünden gelen bu deyim, dilimize Rumca
servitsia aracılığıyla girmiştir. Selviçelerin hemen hemen hepsi halattan yapılır ki bu sözcük de
Rumca halodion (=ip) kelimesinden gelir. Selviçe türlerine verilen adlar ise aramadığın kadar; her
biri de bir başka yerden gelme. Örneğin, en basit, ama basit olduğu kadar da yaygın olan palanga
sözcüğü, önce Cenevizce paranco sonra da İtalyanca palancodan (=palanga) gelir. Palangaların da
kabasorta, sübye gibi türleri var ama onları bir başka güne bırakalım.
Yelkenleri basmaya yarayan halata bazılarımız mandar der, bazılarımız kandilisa. Mandar, Grekçe
kökenlidir: imantarion giderek Rumca mantari (=mandar) olup sonra bizim dilimize yerleşmiştir.
Kandilisa ise küçük candela (=mum) anlamında Venedikçe candellizza (=babafingo sereninin
palangası) deyiminden türemiştir. Ama şimdi serenli yelken kalmayıp ta benzer bir işi yaptığı için
o sözü de mandar yerine kullanıyoruz. Kandilisa beddua edebiyatımızda da geçer: “Kandiliçada
nigûn ol, ya serende berdâr!”(Kandilisada başaşağı olasın, ya da serende asılı!, Âgehî Kasidesi,1560)
Yelkencinin ilk tuttuğu halat, ilk öğrendiği sözcük herhalde ıskotadır. Iskota o kadar yaygın bir
sözcük ki – İtalyanca scotta, Portekizce, İspanyolca ve Katalunca escota Malta Arapçasında skotta,
Fasta şkuta v.b. – kökenini belirlemek olanaksız gibi. Ancak Akdenize Norveççeden geldiği
sanılıyor.

"Hol" sözcüğü öteyi beriyi çekiştiren selviçeler için kullandığımız birçok terimde geçer; authol,
davnhol, aphol gibi. Bunlar İngilizce haul (=çekme, taşıma) sözcüğünün önüne, çekmenin yerine
ve yönüne uygun bir edatın eklenmesiyle oluşmuştur. Ana yelkenin alt yakasını germek için
kullandığımız selviçeye outhaul (=dışarı çekme) sözcüğünden authol, balon bumbasının askısına
uphauldan (=yukarı çekme) aphol, alt baskısına ise downhauldan (=aşağı çekme) davnhol deriz,
örneğin. Dile batan bu terimler de zamanla dilimizde yer almış diğer kelimeler gibi biçim
değiştirerek, benzer fakat yeni ve daha güzel sözcüklere dönüşür umarım.

Bu hollerden ilginç bir tanesi Amerika’dan gelmedir: barbırhol. Ön yelken ile ana yelken
arasındaki açıklığın enini denetlemek üzere ön yelken ıskotasına donatılan bir selviçedir. Adı, bu
selviçenin kullanımını yaygınlaştıran Kaliforniya’lı yelkenci Merritt ve Manning Barber
kardeşlere izafeten konmuştur. Adı yine Amerika’dan gelen bir başka selviçe ise yelkenlerin ön
yakasını germek için kullandığımız kaningım gergisidir ki adını New York’lu yelkenci Briggs
Cunningham’dan alır.

Gelelim adının açıklanması zor olan bir selviçeye: kikır. Ana yelkenin dolması üzerine bumbanın
yükselmesini engelleyen bu selviçenin İngilizce adı kicking strapin (=tepme kayışı) tabirinin
kısaltılmasıyla oluşmuş “kicker” sözcüğüdür. Herhalde, at koşumunda arkasından geçirilip atın
çifte atmasına engel olan kuskun kayışının denizcilik diline uyarlanmasından kaynaklanıyor;
bumbanın tepmesine engel olan anlamında.

Rüzgâr bastırdımı camadan halatlarını doldurur, yelkene camadan vururuz ki bu sözcüğün aslı
Farsça câmedân (=elbiselik) tir. Bulmaca çözmeye meraklı olanlar bilir; camadan, önü çapraz
düğmeli, altın sırma işlemeli bir tür yelektir de aynı zamanda. O anlama nasıl gelmişse gelmiş!
Camadan vurunca yelken üst üste katlanır ya, bizim dememiz herhalde ondan olsa gerek. Fazla
uçuşmasın diye de yelkeni bumbaya kalçetelerle bağlarız; onlar da İtalya taraflarından garzettadan
(=köstek) gelir.

Yelken indirildiği zaman bumbanın düşmemesi için şimdilerde kikıra bağlı yaylı/yağlı bir çubuk
var. Ama çoğumuz bu amaçla hâlâ balançina denen selviçeyi kullanılırız. Cenevizce balanza
(=terazi) sözcüğünden balansinna (=küçük terazi), yani bumbanın ağırlığını dengeleyen
anlamındadır. Muhasebecilerin aktifle pasifi dengelediği bilanço da aynı kökenden gelir.
Bazılarımız balançinaya mantilya der ki o da Venedikçe mantiglia (=kaldıraç) sözcüğünden
gelmedir.

Kısacası, her tür garip sözcük gelmiş, teknemizin armasına kuşlar gibi tünemiştir. Kışkışlasak mı

kışkışlamasak mı?

Mustafa PULTAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder