Denizciler
aramızda konuşurken kendimize özgü bir dil kullanırız. Bu dil, bir topluluk
olarak bizi
birbirimize
yakınlaştırır ve kenetler. Kabakçılar ise bu dilde söylenenlerin çoğunu
anlamaz, “ne
dedi?”
diye bakıp yadırgarlar. Biz kullandığımız sözcüklerin ne demek olduğunu biliriz
ve
genellikle
yerinde kullanırız; ama çoğumuz bu lâfların nereden geldiğini, vaktiyle ne
demek
olduklarını
merak etmemiştir. Gerçek şu ki bu sözcüklerin çoğu, dönem dönem kültür
ilişkisinde
bulunduğumuz
yabancı toplumların dillerinden gelerek dilimize yerleşmiştir. Önceleri Farsça
ve
Arapça,
sonra Venedikçe, Cenevizce ve Rumca, daha sonra Fransızca ve İtalyanca, son
zamanlarda
İngilizce; şimdi de Amerikanca.
Örneğin
teknenin armasından, yani donanımından söz edelim. Arma, Akdeniz denizcisinin
diline
Latince arma (=donanım)
sözcüğünün Venedikçeye aynen geçmesi ile girmiştir. Oradan da
biz
almışız. Armanın en temel öğesi direktir. Direk sözcüğü dilimize deniz yoluyla
değil de kara
yoluyla,
çadırdan gelmiştir: eski Türkçe “tirgek”ten (= sağlam, ayakta duran) türemedir.
Tek
direkli teknelerde direk, direktir. Çok direkli teknelerde ise, önde olanına
pruva, ikincisine
grandi
direği deriz. Pruva, Venedikçe prova (=geminin baş tarafı) sözünden gelir ki bazan bugün
bile
bu eski biçimiyle kullanılmaktadır. “Deniz provamızda şelale gibi
şarıldıyordu.” (Halikarnas
Balıkçısı,
Aganta! Burina! Burinata!) Öte yandan grandi İtalyanca grande (=büyük) sözünden
nerdeyse
aynen alınmıştır. Üçüncü direğe ise mizana direği deriz; bugünlerde keçlerin
arka
direğine
de mizana direği denir oldu. Önce Latince medianus
(= ortadaki) sözcüğünden ordan da
geçişle
Venedikçe mezana (= mizana yelkeni) sözcüğünden türemişdir. Vaktiyle bizim
dilimizde
“mıcana,
mıncana, mancana” olarak da kullanılmış: “… birer tekne ve birer mancana yelken
âmâde
olmakta …” (Evliya Çelebi, Seyahatname)
Direği
bordalara bağlayan tel halatlara çarmık deriz; aslı çarmıhtır ama bu söyleyiş
Türkçeye ters
düşer.
Farsçanın çar mıh (=dört çivi) sözcüğü giderek dilimizde haç anlamına
dönüşmüştür; İsa
peygamberin
çarmıha gerilmiş olduğunu biliriz örneğin. Denizcinin dilindeki çarmığa
gelince,
onun
haçla ilgisi şurdan ki, ip cambazlarının panayırlarda diktikleri direklerin
yere çakılan dört
kazığa
bağlı tellerle desteklenmesine de çarmık deniyor. Çarmıkları enine açan
gurcataların adını
ise
Venedikçe croseta (=haçın yatay kolu) teriminden almışız.
Çarmıkların
gerginliğini ayarlamakta kullandığımız döngerlere liftin diyoruz, bu terimin
daha
doğrusu
liftin uskurudur. O da ingilizce lifting
screw (= kaldırma, germe vidası) tabirinin
olduğu
gibi
alınmış olması, ama ses değişimine uğraması sonucu ortaya çıkmıştır. Geminin
pervanesi
yerine
uskur diyenimiz de az değildir bu arada.
Direkleri
başkıç yönünde destekleyen halatların, yani istralyaların adını ise Venedikçe straglio
(=ip)
sözünden almışız. İstralyalara, yerine göre, çeşitli adlar veririz; baş
istralya, kıç istralya gibi.
Ama
şüphesiz en ilginci, amatör denizci sınavlarına girenlerin ezberlediği bir
karanfildir ki,
grandi
direğinin cundasından mizana direğinin cundasına donatılan istralya diye
belletilir.
Günümüzün
keç armalı guletlerinde görülür; yarış komitesi teknelerinde ise hakemler,
çeşitli
flamaları
karanfile basarlar. Kökeni ise o enfes kokulu, pembe, kırmızı, fırfırlı
çiçekten değil;
İtalyanca
paranchino (=ufak palanga) sözcüğünün deyilişi biçim değiştire
değiştire, çiçeğin adının
da
etkisiyle karanfil oluvermesinden. Bir de ranır denen istralya var ki direği
kıç omuzluk
bordalarına
bağlar. Eski randa yelkenli teknelerde bumba kıçtan dışarı taşardı. Bunlara kıç
istralya
donatmak mümkün olmadığından, direği kıçtan desteklemek için ancak ranırlar
kullanılırdı.
Bu sözcük te İngilizce running backstay (=hareketli kıç istralya) deyiminden geliyor.
Her
şeyi kısaltmaya meraklı ya Amerikalılar, onu da runner (=koşucu) yapmışlar
anlaşılan.
Portekizce
bome,
İtalyanca boma,
Fransızca bôme sözcükleri
nasıl olmuş da önce bombaya
sonra da
bumbaya dönüşmüş, onu
bilemiyorum. Yoksa bir bomba gibi gelip insanın beynini dağıttığından
mı
dersiniz?
Selviçe
adını verdiğimiz hareketli donanımı genelde yelkenleri basmada ve denetlemede
kullanırız.
Venedikçe servizi (=hizmet, işletme) sözcüğünden gelen bu deyim, dilimize
Rumca
servitsia aracılığıyla
girmiştir. Selviçelerin hemen hemen hepsi halattan yapılır ki bu sözcük de
Rumca
halodion (=ip) kelimesinden gelir. Selviçe türlerine verilen adlar
ise aramadığın kadar; her
biri
de bir başka yerden gelme. Örneğin, en basit, ama basit olduğu kadar da yaygın
olan palanga
sözcüğü,
önce Cenevizce paranco sonra da İtalyanca palancodan (=palanga) gelir. Palangaların da
kabasorta,
sübye gibi türleri var ama onları bir başka güne bırakalım.
Yelkenleri
basmaya yarayan halata bazılarımız mandar der, bazılarımız kandilisa. Mandar,
Grekçe
kökenlidir:
imantarion giderek Rumca mantari (=mandar) olup sonra bizim dilimize yerleşmiştir.
Kandilisa
ise küçük candela (=mum) anlamında Venedikçe candellizza
(=babafingo sereninin
palangası)
deyiminden türemiştir. Ama şimdi serenli yelken kalmayıp ta benzer bir işi
yaptığı için
o
sözü de mandar yerine kullanıyoruz. Kandilisa beddua edebiyatımızda da geçer:
“Kandiliçada
nigûn
ol, ya serende berdâr!”(Kandilisada başaşağı olasın, ya da serende asılı!, Âgehî Kasidesi,1560)
Yelkencinin
ilk tuttuğu halat, ilk öğrendiği sözcük herhalde ıskotadır. Iskota o kadar
yaygın bir
sözcük
ki – İtalyanca scotta, Portekizce, İspanyolca ve Katalunca escota Malta Arapçasında skotta,
Fasta
şkuta v.b. – kökenini belirlemek olanaksız gibi. Ancak Akdenize
Norveççeden geldiği
sanılıyor.
"Hol"
sözcüğü öteyi beriyi çekiştiren selviçeler için kullandığımız birçok terimde
geçer; authol,
davnhol,
aphol gibi. Bunlar İngilizce haul (=çekme, taşıma) sözcüğünün önüne, çekmenin yerine
ve
yönüne uygun bir edatın eklenmesiyle oluşmuştur. Ana yelkenin alt yakasını
germek için
kullandığımız
selviçeye outhaul (=dışarı çekme) sözcüğünden authol, balon bumbasının
askısına
uphauldan (=yukarı çekme)
aphol, alt baskısına ise downhauldan (=aşağı çekme) davnhol deriz,
örneğin.
Dile batan bu terimler de zamanla dilimizde yer almış diğer kelimeler gibi
biçim
değiştirerek,
benzer fakat yeni ve daha güzel sözcüklere dönüşür umarım.
Bu
hollerden ilginç bir tanesi Amerika’dan gelmedir: barbırhol. Ön yelken ile ana
yelken
arasındaki
açıklığın enini denetlemek üzere ön yelken ıskotasına donatılan bir selviçedir.
Adı, bu
selviçenin
kullanımını yaygınlaştıran Kaliforniya’lı yelkenci Merritt ve Manning Barber
kardeşlere
izafeten konmuştur. Adı yine Amerika’dan gelen bir başka selviçe ise
yelkenlerin ön
yakasını
germek için kullandığımız kaningım gergisidir ki adını New York’lu yelkenci
Briggs
Cunningham’dan
alır.
Gelelim
adının açıklanması zor olan bir selviçeye: kikır. Ana yelkenin dolması üzerine
bumbanın
yükselmesini
engelleyen bu selviçenin İngilizce adı kicking
strapin (=tepme kayışı) tabirinin
kısaltılmasıyla
oluşmuş “kicker” sözcüğüdür. Herhalde, at koşumunda arkasından geçirilip atın
çifte
atmasına engel olan kuskun kayışının denizcilik diline uyarlanmasından
kaynaklanıyor;
bumbanın
tepmesine engel olan anlamında.
Rüzgâr
bastırdımı camadan halatlarını doldurur, yelkene camadan vururuz ki bu sözcüğün
aslı
Farsça
câmedân (=elbiselik) tir. Bulmaca çözmeye meraklı olanlar bilir;
camadan, önü çapraz
düğmeli,
altın sırma işlemeli bir tür yelektir de aynı zamanda. O anlama nasıl gelmişse
gelmiş!
Camadan
vurunca yelken üst üste katlanır ya, bizim dememiz herhalde ondan olsa gerek.
Fazla
uçuşmasın
diye de yelkeni bumbaya kalçetelerle bağlarız; onlar da İtalya taraflarından garzettadan
(=köstek)
gelir.
Yelken
indirildiği zaman bumbanın düşmemesi için şimdilerde kikıra bağlı yaylı/yağlı
bir çubuk
var.
Ama çoğumuz bu amaçla hâlâ balançina denen selviçeyi kullanılırız. Cenevizce balanza
(=terazi)
sözcüğünden balansinna (=küçük terazi), yani bumbanın ağırlığını dengeleyen
anlamındadır.
Muhasebecilerin aktifle pasifi dengelediği bilanço da aynı kökenden gelir.
Bazılarımız
balançinaya mantilya der ki o da Venedikçe mantiglia
(=kaldıraç) sözcüğünden
gelmedir.
Kısacası,
her tür garip sözcük gelmiş, teknemizin armasına kuşlar gibi tünemiştir.
Kışkışlasak mı
kışkışlamasak mı?
Mustafa PULTAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder