2 Ekim 2014 Perşembe

SONUNCU BÖLÜMDÜR ki hikayemiz burada biter

Bir kaç saat yol gitmeğle endüşeleri yatışmaya başlar ; seslerini azcuk da olsa, yükselterek sohbete, şakalaşmaya başlarlar. Cemalettun Kaptan Paşa'ya ambarda sakız gibi çarşaflarla bir yer yatağı serilmiş ; günlerdir zindanda uykusuz kalmış Paşamız az istirahat etmeye ikna edilmiştir. Bunu fırsat bilen dümen başındaki İtimad efendi havuzlukta tekmil toplanmış taifeye usul sesle şunları söyler :

'' Kaptan Paşamız teğnemizde yolculuk iderkene bize reislik düşmez ; büyüğümüze vahim saygusuzluk , hatta haşa hakaret sayılır. Paşamız uyanduğunda komutayı ona teslum edeceğumdur. Artık o ne dirse o yapıla ! Taa ki hepimiz sağ salim Dersaadete ulaşıp seferimizi muaffakiyetle tamam eyleyelum...
Bilirsüz ; memlekette kimi kendini bilmez, böyüğüne hörmet etmez denizci Paşamıza tevbe istağfurullah  Huysuz Ehtiyar da dirler...Lakin duyduğuma göre hakükaten  Paşa da zor adamdır. İmdi yolumuz uzun, günlerce derya üzerü giderkene helbet sohbet açılur. Paşa size kayığlarınızı sorar ; donanımını sorar, ne cins armanız var sorar, kaç pare yilkeniniz var, ne renk, hangi kumaştandır ; sorar. Teknede misal gölgeliğiniz, serpinti koruyucunuz,  tel dolabınız , buz kutunuz, ayru bir odacuğda ayak yolunuz, su dökünmeğ içün hamam kurnanız var mı diye sorar ; '' Vardır helbette, kayuğa çok akçe dökmüşüzdür Paşam '' diyene çok ; hele misal bizim teğnede iki ayak yolu vardır Paşam, biri başta, biri kıçta...diyene misliyle kızar.  Sorduğunda '' benim kayığım  güvertesi az, ambarı açık , kaptan köşkü olmayan basit yavuz bir gayıktır ki ; pek bir rahatsızdır lakin her hevada hızlı gider ; muhkem bir arması vardur Paşam ''[/i] deyin.
Denuzdan gezdiğiniz elleri sorar. Gitmiş olduğunuz yirleri beğenmez, gitmedüğün yere niye gitmedin diye sual eder.
Bir de Paşamız zağarları pek bür sever imiş. Onun yanında ite it veya küpek dimeyin. Ez kaza bir ite denk gelursenuz '' Ademoğlunun en yakin arkadaşı, dört ayaklı dostumuz...'' deyin. Sakın ola ki ol iti tepiklemeyin. ''

Sahiden bu '' Kaptan Paşamızı idrak ve idare etme '' dersinin üzerinden az vakit geçende Kaptan Paşa efendimuz ambar merdivenlerinin başında görünür. Üzerindeki kirli paslu urbaları boyu posuna uygun leventlerimizin temiz kıyafetleriyle değiştirmiş ; Fazla uzamış sakalını azucuk kırpıp şekil vermiş, beilne bir beyaz kuşak sarmış idi. '' Sabah-ı şerifler hayrolsun yiğitler ! '' deyu ünledükte, tüm yiğitler havuzlukta ayağa fırlayarak '' Sağol, sağol, sağol ! '' diye haykırdılar. Paşanın gözü İtimad reise takıldı, yüzünden sanki bir gri bulut geçti ...'' Sen niye ayağa kalkmazsun bre dümenci ? '' deyu terslenecekken onun da aslında ayağa kalkmış dikilir olduğunu fark etti. Mesele şudur ki ; ces'ur İtimad reisimiz oturdukta veya ayağa kalktukta neredeyse aynı boyda görünüyordu.

Bunun akabinde kısa lakin duygulu bir girizgah yaptıktan sonra İtimat reis teğnenin kumandasını Paşamıza verdiğini hörmetle beyan ettikte, Paşamız kabul buyurdular ve İtimad beyi yine baş dümenci olarak tayin ettiler. İtimad bey koynundan çıkardığı yağlı kağıda çizilmiş hartayı Paşaya uzattı ; beriki haritaya şöyle bir baktı : '' Piri Reüs'ün hartasıdır. Bize elbetekü iktiza etmez. Biz bu suları gice ve gündüzün gözümüz kapalı emnüyetle seyredecek derecede biliriz elhamdürüllah...'' dedükte ; batılı yazar meslektaşlarımızın '' teatral biçimde '' deyu tasvir edecekleri accuk abartılı  bir el hareketiyle mavi sulara fırlattı. Ezbere mevki koyup, dümenci İtimad beye yeni rotayı söyledi.

İmdü hayatlarını tehlikeye atarak, kendisini kurtaran leventlerle tek tek tanışan ; teşekkür idende bol bol iltifatlar da yağdıran Cemalettun Kaptan Paşamız en son havuzluğun dibinde , HakanE korsanın arkasına sinmış endişelü bir yüzle hevalara bakan Mehmed nam ademi fark eder. Keyifle ona takılmak ister : '' Beri bak yiğidim, peküü senin adın , sıfatın nedür ? O gübeğün, tombul yanaklarınla pek de savaşkan bir ademe benzemezsin...Padişahımız efendimiz, bahriye nezaretimiz seni bu sefere niye koydu ? Tanıt bakalım kendünü... ''

Beriki safran sarısı olmuş suratıyla zar zor, duyulur duyulmaz bir sesle '' Adum Memed'dir Paşam '' dedükte anında bayılır. HakanE adlu tabip yiğidimiz bunu bacaklarından tuttukta baş aşaağu denize sallandırır ki ; bizimkisi ayılsın. Bu sırada İtimad reis Paşamuza bu ademi Didyma'da nassıl dert dest eyleyüp, tedbiren tutsak aldıklarını, lakin sefer sırasında tehlükesüz, kendü halinde bir garip adam olduğunu anladıklarını anlatır ve ilave eder '' Yalnuz, çok konuşur bu Paşam ''.
Bu Mehmet nam adem ayuldukta Paşamız : '' Dimek senin de adın Mehmed. Ne tuhaf, beni ihbar eden hainin de adu meğer Mehmed imiş...'' deyu takılmak ister. Bizimkisi tekrar bayılmamah içün bin bir gayret gösterirkene : '' Paşam efendim ; Osmanlı elinde milyonlarca Mehmed nam adem yaşar ; tesadüf işte...Dimek içlerinden de bir hayını çıkmıştır ? '' dir.

Yolculuğun divamında Paşa bu Memed'in Kemeraltındaki Sen Benuva nam papas okulundan mezun olduğunu öğrenince '' Aaa, ben de gençluğümde oranın Frenk papaslarından Frenkçe dersleri almış idim...'' dir. Nedense kendisine hep korkulu gözlerle bakan bu ademe kanı kaynamıştır ; seferin devamında keyfi oldukça bu ademe Frenkçe laflar atar. Beriki civap verir. Birlikte pek eğlenirler. Diğer yiğidler bunların ne konuştuğunu anlamazlar. Ben naçiz muharrir kulunuz da Frenkçe bilmediğimden ben dahi sizlere nakledemedum. Artıh Bu Memed nam yiğid Paşamıza geçmişte ettiği kötülüğün hesabını ahirette  virsin.

FARFARA di INFERNO az gidip uz gittikte Kefalonia nam bir adaya varırlar ( 38.16.47K 20.40.24D ). Burada kayuğun ikmali yapılırken leventler akşamları limandaki meyhanelere dağılır, Padişah efendimizin ihsanı olan altunlarla bol bol yer içer, hatta çapkınlık iderler ki ; haklarıdır bize laf düşmez. Venediğ yıllarından beri tiyatoro nam frenk gösterisine pek meraklı olan Cemalettun Paşamız ise bu eğlencelere katılmaz ; şehir agorasında gerisinde pek çok meşale yakılmış büyük bir bez perdenin hemen ardında kimi adem ve hatunların temsil ettiği Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini adlı gölge oyunu eserini temaşa eder ; çekirdek çıtlar ; pek memnun olur. Bizde böyle sanatlar niye icra edilmez, hatun kişiler perde arkasunda sahneye niye çıhmaz ?  deyu ziyadesiyle hayıflanır.
Tekrar yola çıktıkta bir müddet sonra Paşa iskelede tarafında kalan büyük bir koyun ağzını işaretle : '' Bu mevkiye Korint dirler. Urum elinin diplerine kadar gider. Ahdim olsun ki ; velinimetimiz Padişahımız efendimizi ikna edebilirsem ; ucuna bir kanal açtıracağım, üzerine de bir köprü yaptıracağım ! '' dir. (17 )

Yolculuğun geri kalan kısmı güzel hava şartlarında mükemmel geçer. Paşamız dümen tutturduğu Halikarnasta Cücü kaptan efendiyle hasret giderir, Baronla tanışır. Bu Cücü (veya Cüccü ) Efendi, daha önce defalarca bahsi geçtiği gibi ; aslen Marco Polo nam yazar kişidir. Osmanlıya sığındıkta adunu değiştirmiş ; bir yayınevi ve bir turşuhane dahi işletur idi. Döneminde denizculuk camiasında tanınan ve takdir gören bir muharrir idi ki ; yergisi keskin ; muhayyilesi ve anlatımı geniş idi. Hailkarnassos elinden çıkan en büyük yazar kişi olarak adlandırılabileceğ idi ki ; daha sonra o toprahlarda yergici şair ve neyzen Tevfik Efendi ve Halikarnassos Baluğçusu nam Cevat Şakir adlı ulu çınarlar yetiştükte bu Cücü efendi gölgede kalmış ve unutulmuştur. Koskoca Cemalettun Paşa ve Halikarnassoslu Cücü Efendinin Venediğ lisanıyla konuşup ; çocuklar gibi şakalaşmaları, itişip kakışmaları, Paşamızın ikide birde Cücü efendinin burnundan gözlüğünü, tepesinden şapkasını alması ; Liman kenarında Sünger nam bir aşevinde yimek yedukte üç akçelik hesabı birbirlerine yüklemeye çalışmaları , Cücü efendinin mahsus seçtiği, el kadar, kıvır kıvır tüylü , titrek ve arsuz   hanımlara mahsus bir kucak itini ille '' sen pek seversin '' deyu Kaptan Paşamıza güye hedaye etmeye çalışması  yiğidlerimizi pek güldürür. Cücü efendi Kaptan Paşamıza pek gururlandığı kayuğunu illa göstermek istedüğünde Paşamız : '' Ne diye göreyim ki ben senin kayığını ? Sen onun kıç üstüne kameriye inşa eyleyup, sarmaşık bile sardırmışsındır. Kuzu çevirme yapmağ içün kıç üstüne kömürlü ocak koymuşsundur. Göreyim de cinlerim tepeme mi üşüşsün ? '' dir ,reddeder. Ne de olsa bu ikisi 30 senelik dost idiler. Böylece bolca eğlenirler idi.

Bodrumda FARFARA di INFERNO alargada yatarkene Durgut KağanE adlı mektebinden kaçmış bir çocuk iç donuyla yüzerek tekneye gelir, yiğidlerimizle tanışur. Bunlar da ona iltifat eyleyüp Venedikten getirdikleri cafe latte ikram ederler. Cebune bir akçe koyanda nasihat eyleyup , şakacıktan kulağını çeküp okuluna geri gönderirler. Bu genç ileride büyüdüğünde yerinden az kıpraşır , çokça limanda durur ; lakin içinde zevcesiyle yaşadığı bir teğne alur ; Marmaris hevalisine yerleşur. Dersaadet'in zehirli havasından, çamurlu kokulu sularından kurtulur. Buralardan denizcilik hikayeleri anlatır.

Halikarnassosdan Paşamızın ve yiğidlerimizin yurda avdet ettikleri derhal posta güvercinleri ile payitahta duyurulur. Gelişmelerden son derece memnun olan Sultanımız Efendimiz Padişah hazretleri FARFARA di INFERNO Ayastefanos / Yeşilköy önlerinde görüldüğü anda atlı haberciyle şehre haber uçurulmasını ; donanmanın elinde kalan son denize açılabilir ve su yapmaz bir kaç muharebe gemüsünden ; topları atış da yapabilen bir ikisinin seçulup ; Sarayburnu önlerinde top atışıyla ve törenle Paşa ve yiğidlerimizin karşılanmasını buyurur. Bu sırada Sadrazam efendimiz Venediğ elçisi DellOrto'nun yakalanarak boğazından kasığına kadar içinin açılıp, tuzlandukta, samanla doldurulup dikilmesine dair fermanı henüz göndermemiştir. Keyifle ol emri yırtıp atar.Elçi efendi kıl payı canun kurtarmıştır.  Ol zamanlar Dersaadet fazla eğlencesi olmayan bir şehir olmakla ; şehzade sünnetlerini, sultan izdivaçlarını, arada bir Sultanahmed meydanında itin, uğursuzun, kopuğun asılmalarını seyir dışında halkımızın pek bir eğlencesi yoğidi.  Bu nedenle Dersaadet halkı bu törene pek ilgi göstermiş, ol mesut günde Sarayburnu önlerinde yüzlerce kayuğun, karada binlerce ademin karşılama merasimine katılacağı anlaşulmuştu. O zamanki şehir emaneti uz görülü olsaydı ; sahil güzelce doldurulur, büyükçe bir meydan yapılur ; burada belki 100.000 meraklı toplaşurdı. Hatta gece havai fişek gösterisi bile yapılacağı söylenmekte idü.

İşte Paşamızı tanuyup, kurtarmaya giden leventlerle de dost olan Aali reis adlı bir adem ( onun Paşayı kurtarmaya giden gözüpek yiğidlerin arasına niyçün dahil edilmediğini bilmiyoruz. Herhalde eksikleri varmıştı ) de haberleri duydukta hanımına : '' Hanım biraz kuru köfte ve haşlanmış yımırta hazırlasan ; yeşil soğan, bi kaç salatalık soyup, tuzlasan sepete koysan ; az da meyve eklesen ; biz de kayuğumuzla Paşayı karşılamaya gitsek fena mı olur ? '' dir. Zevcesi : '' Pek münasip olur beğim '' dedikte hazırlıklarını bir tamam ederler.
Ertesi sabah limana gedüp, kayığı yükleyüp yola çıkmak için halatları attukta , sudaki tonoz halatına dolanırlar. Epiy bir müşgülat çekerler. Sonunda kurtulup yel yepelek yelken kürek Sarayburnu önünü tutarlar. Orda demirlemiş kayık ve teğnelerin arasında demirleyip yerlerini alırlar. Sepetlerini açıp sofralarını kurmuşlardır ki ; FARFARA di INFERNO tam arma suları yara yara çıka gelür. Artık karadaki ademlerde , kayıklardaki insanlarda bağırış, çağırış, tezahüratı gökleri tutar. Tam bu anda birinin adunun KAPUDANE olduğunu bildiğimiz iki Paşa Baştardasından top atışları yapılır, karada havai fişenkler ateşlenir. Gözbebeğimiz Kaptan Paşamız Cemalettun Efendu teğnenin burnunda kılıncını kuşanmış heykel gibi durmakta, arada bir eliyle ahalinin selamını almaktadır. Bu güzel sahneye dalmışken Aali reisin muhterem zevcesi konuşur : '' Paşayı kurtarmaya pek de ufak bir kayıkla gitmişler. Bizimkisi kadar bişey bu...Bu kadar kayık tee Venediğ ellerine gider miymiş ? Koskoca Osmanlı gönderecek sağlam böyük bi şey bulamamış mı yani bey ? Eyi ummanda telef olmamış bu garipler. '' Aali efendi sol elindeki haşlanmış yımırtadan bir ; sağ elindeki kuru köfteden bir ısırık alıp ; yuttuktan sonra sabırla 25 senedir hep yapageldiği izahatı yeniden yüzüncü ; bininci kerre yapmaya başlar :'' Gözümün nuru gönlümün sultanı hanımcığım ; bunlar pek sağlam kayıklardır. Altlarında salma denilen koca yüzgeçleri vardur ki ; içine onlarca çeki demir ya da eritilmiş kurşun doldurulur ; bu kayuklar devrildikte hacıyatmaz  gibi tekrardan dikilir, içindeki ademlere heç bişeycikler olmaz. '' Karısı üzümünü yirken ona  '' anlat sen..'' diyen bir yan bakış atar, içünden '' hiç çocuk oyuncağıynan denizde yüzen, can taşıyan koca gemü bir olur muymuş '' diye düşünür, lakin  bir şey dimez.

 Ertesi sabah Paşa Padişahımız efendimizin huzuruna çıkarılır. Padişahımız , sultanımız Paşaya kahve ve kehribar çubuklu bir cigara ikram edende karşılıklı kahvelerini içip, cigaralarını tellendirirler. Padişahımız Paşanın hikayesini bir tamam ilgiyle dinler. Kontesin hikayesini pek dokunaklı bulur ; keşki hanım sultana haber vereydik de, şordaki tahta kafesin ardından sizin hikayenizi o dahi  duysaydı ; kimbilir kaç mendil ıslatırdı ? der. Sonra Paşaya som altundan bir Birincu Sınıf Nişan-ı Devletu Aliyye Osmaniyye ve beratını verir ve yine eski vazifesi olan Kaptan-ı Deryalık teklif eder. Paşa yerinden kalkıp hürmetle padişahımızın önünde eğilir ; artık yaşlandığını, pek yıprandığını ; kalan zamanını kontesin anısını yaşatmaya ve bunca yıl sonra bulduğu oğluna adamak istediğini söyler ; vazifeden affını diler. Bunu anlayışla karşılayan padişahımız efendimiz Paşaya esaslı bir ihsanda bulunduğu gibi ; ilaveten Sarıyerde ( elbette altında bir kayıkhanesi bulunan ) bir yalı hediye eder.  Şimdilerde milyarder bir iş ademimize ait olan bu yalının esas isminin Cemalettun Kaptan Paşa veya Kaptanpaşa yalısı olduğunu günümüzde kimseler bilmez, merak idip, araştırıp üğrenmez de .

Gençlüğünde hep '' bir oğlum olsa ona bir kayuk edeceğum'' diyen Paşa Cemilio'ya doğru düzgün bir teğne yapmaya karar verir. Bu kayık helbette Cemilionun Venediğde kullandığı o sevimsiz teğneden misliyle güzel ve yürük olacaktır.  Ancak uzun zaman kararsız kalır. Bu tekne bir triandil mi olacaktır yohsam uzak barbar Britanyalı milletin Bristol Channel Cutterlerinden mi olmalıdır ? Sonra bu tekne tamamen bir tenezzüh teknesi mi olmalıdır, yoh isem teğneler beylerin zevkü sefası içün değil,  aslen ağır yükleri taşımağ için icad edildiğinden yine Britanya barbarının work boat dediğü teknelere mi öykünen bir tasarımı olmalıdır ? Paşamız helbette doğru karar verir ; mükemmel bir kayuk eyler.

Cemilio Kaptanzade Bahri Cemil  ismini alır , her ne kadar Paşa babası ona kuruş sarfettirmese ve artık Venediğde teyzesi ve kuzenlerince işletilen aile mandıra ve peynirhanesinden pek güzel gelir elde etse de aylak kalmamak içün Dersaadet'in ilk yabancı restaurantı olan   VENEDİĞLİ CEMİLYO  adlı aşevini açar, büyük teveccüh görür. O tarihe kadar  yabancı mutbahlarla pek ilgilenmeyen payitaht mensubu kibar hanımlar, beyler ; beyzadeler ve genç hanım kızlar aşevinin salonlarını doldurur ; göz süzüşür, gizlice mektup teati der ; yer içerler. Öyle ki bunların şık ve pırıl pırıl faytonları ; landoları ve kupaları tüm sokağı işgal eder, yolu açmağ üzre bağzen zaptiyenin müdahalesi gerekirdi.

 İtimad Kaptan avdetinde Dersaadet Limanlar Müdiriyyeti ve dahü Gümrük Nazırlığı katına birer püşmanluk dilekçesu verende ; Venediğ bandralı teğnesinin gereğli işlemler ikmal edilerek  Devletu Aliyye bağlama kütüğüne adı DANTANAĞ olarak kaydını talep ider. Artık bayrak gönderinde şanlu ay yıldızımız dalgalanacaktır. Bunun karşuluğunda adı harç olan ve her sene üç-beş altun zam gören yıllık haracı vermeyi kabul etmiştir. Böyledir bu işler ; vatan sevgisi bedava olabilmez ki. Helbette bir bedeli olmalı.

Gelelim bahriye tarihimizin bu en cesurane ve önemli kurtarma seferine ; iradesi dışında ve tutsak olarak katılmış Mehmed Efendiye. Tabii o Dersaadete varışta paşa ve diğer leventler gibi ( her levente beşer kese daha altın ve gümüş Kahraman-ı Osmaniyye nişanı verilmiştir ) Devletu Aliyye tarafından onurlandırılmamıış ve kendisine ihsanda bulunulmamıştır. Yine de gerçeklerin ortaya çıkmamasının ve bu sayede hayatta kalmasının ona verilmiş en büyük hediye olduğunu idrak ettikte ; düzgün bir adem olarak , işinin gücünün peşinde koşmuştur. Denizcilere hizmet aduna kazancı olmayan pek çok gönüllü ameliyeye girişmiş ; hatta Kelemiç koyundaki bir yelkenli müsabaka tekneleri kulübüne başgan dahi olmuştur.

 Cemalettun Paşamız ; son ve tam resmi sıfatıyla İstanbul Yeni Boğaz  cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Paşa ; çok hakikatli bir adem olmağınan ; kendisini kurtaran leventleri, Cücü Efendiyi ; Frenk diliyle takılmaya pek alıştığıı Mehmed efendiyi, hatta tanış olduğu Aali efendiyi unutmamış ; SeKo Seyyah Korsan adlu bir deniz, derya, yilken ve teğne severler dergahında yıllarca onlarla heberleşmiş, mektublar yazmış idir.

Zamanla İstanbulun gürültü ve kirliliğinden sıkılan ; gün boyu güzel yalısının önünden geçen çirkin tur teknelerinin görüntü ve ses kirliğinden bıkan Paşamız İyonya nam yörede ; Teos adlı sahil köyüne ( günümüzde Sığacık / Seferihisar deyu bilinir. 38° 10′ 38″ K, 26° 47′ 6″ D) yerleşir, hayatını hikaye eden bir kitap yazmak istemektedir.
Bir akşam yemeğinden sonra sırtına hırkasını alıp ocakta gürül gürül yanan ateşin karşısındaki çalışma masasına oturur. Kandilini yakıp önüne bir deste parşömen kağıdı alır. Kağıdı burnuna götürüp kokusunu içine çeker. Uzun zamandır eline almadığı mors dişinden yapılma dividini tutup, öper. Sonra hokkaya batırıp ; önündeki kağıdın üzerine ağır ağır özenle ilk cümlesini yazar :

'' Genç bir bahriyeli yiğüd idüm. Bir gün Venediğe tayin oldum. Hayatım değişti...'' ( 18 )


Dirken birden ortalık mavi kuvvetli bir şerare ile aydunlandı ; tarifi zor , alışılmadık bir vızıltı ve gürültüyle çatıdan odanın içüne ( lakin çatıda bir delik açılmamış, hiç bir iz görülmez idi ) bir gümüşi tuhaf silindirik alat düşmedi de , sanki  indi. Kapusu kendiliğinden açuldu . İçerudan dışarı hafif ve sıcak bir ışık sızıyor ; bir takım minik cam  düğmeler rengarenk ışıldıyor ; güccük ,mavi şavklı pencereye benzer kutucukların üzerinde niçebün anlaşılmaz yazı ve rakamlar akıyor, dans ediyurdu. Paşa hiç şaşırmadan , gülümseyen bir yüzle yerinden kalktı. '' Dimeğ ki yine vakit gelmiştir '' dedu. Üzerine bir satır yazdığı yaprağı aldu, katlayıp mintanının cebine koydu, kandili üfleyip söndürdü. Alatın içine girdikte turunc renkli koltuğa oturdu, beline gelen kuşağı kuşanıp, kilitledi. Aletin kapısı kendülüğünden kapandı. Yavaşça yükselen silindir yine aynı  mavi şerareleri ve tuhaf vınlamayı çıkararak, çatuyu yine delmeden içerusundan geçti ; hızlandıkça hızlanıp deniz üzerine doğru yükseldi ve lahzada semada kayboldu. Teos halkından bir tek adem bile bu olayı görmedi, şahit olmadı.
                                                                   ----------------------------------
SON SÖZ :

İmdi sıkı durun ; şu ana kadar yazarınıza en inanmışınız dahi ; okuduklarına inanamayacak. Kafası karışacak. Benimkisi de hayli karıştı. Hele yayımcımız (adını vermekten imtina ediyorum ) asla anlamayacaktır ve bendenize çemkirecektir ya , ne yapalım biz alıştık. Layıki veçhile cevabını ve ağzunun payunu bir güzel  veriruz.
Diyeceğim odur ki ; aslında paşamız günümüzden 101 sene sonra ; 2115 yılında yaşamaktadır. Bunu da nerden uydurdun diyenlere Paşamızın Seyyah Korsan adlı bir internet sitesine daha kısa süre evvel biri 2114 diğeri 2115 yılından gönderdiği iki mesajı delil olarak gösterebilirim. Giriniz, bakınız. O mesajlar oarada durmaktadır. Paşa birinde 2014 yılında Yeni Istanbul denilen berbat kente geldiğinde edindiği izlenmimlerini anlatıyordu. Diğer makalesinde de gah zeman makinası, kah zeman maşinası kah da geleceğin makinası deyu anduğu, bu çağda bizim aklımızın alamayacağı, bir aletle yaptığı zaman yolculuklarını 2115 yılından, yani gelecekten bizlere naklediyordu.
Benim kıt aklımla çıkarımım odur ki ; Paşamız bu zeman maşinasıyla bir seyahatinde de kontrol panelindeki dokunmatik ayar ekranına  eski bir tarih  girmiş ve Osmanlı bahriyesine katılmış ; bu sayede Venediğe gitmiş ve bu biyoğrafyasında anlattığımız tüm bu olaylar olabilmiş idi. Dimek ki Paşamız başkaca pek çok geziler yapmış ve yapacak olabilir. Belki ademoğlu ilk kütükten kayığı oyup suya attığında Paşamız orada idi. Pek mümkindir ki MS 950 - 1000 yılları arasında mini buz çağında Viking Kızıl Erik ile İzlandanın buzlu sularında dolaşıyordu. Belki Macellan nam kaşifin gemüsünde navigatör idi. Kaptan Scott'un 1901 - 1904 Antartika seferi sırasında buzlara sıkışan Discovery gemisinde de bulunmuş olabilir. İhtimaller namütenahi. Paşamız belki ileride de bazı ipuçlarını yine zamanımıza gönderir ; elbette başka muharrir ademler araşturup hikaye eder.


17 ) Korint kanalı. Maalesef sultan gemü yolunu 400km kısaltan bu projenin önemini anlamaz. Bu proje Kaptan Paşamızın döneminden çok sonra, 1880-90'larda iki Macar mühendisince gerçekleştirilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder