2 Ekim 2014 Perşembe

Değerli okuyucu ; en geç hem'an bir önceki tefrikanın son paragrafından sonra denizcilik camiamızda helecanlı tartışmaların başlayacağını ; fitne ve fesat'ın başlarını alıp gideceklerini ; okurcuların kamplara bölüneceğini ; -ama en talihsiz gelişme olmak üzere - ; naçizane Cemalettun Kaptan Paşa Biyoğrafyasını yazabilmek için, evdeki dededen kalma son gümüş şamdanı, nineden kalma bakır hamam tasını Bedestende satmış olan değersiz bendeniz kulunuzun ağır ithamlar altında kalacağımı tahmin ederim.

İçinizden kendini külyutmaz sayan bir takım kötücüller ; beni Güvelotti Efendiyi koruyup kollamaya çalışmakla, hatta dahi onun tarafından satın alınmış olmakla suçlayacaklar ( neler olabileceğini  önceden görürüm ben ; bir nev'i şarkın Nostradamus'uyumdur ya , onun gibi nazımla anlatma becerim yok. Benimkisi ''bon pour l'orient '' tarzı bir yetenek ). Delil olarak tee yarım asırı geçmiş ; kendisiyle aynı medresede tahsil görmemi dahi ileri sürecekler. Ne alaka yani ? O medrese YENİ Devlet-i Aliyyeyi Osmaniyye'ye misal üç  Başvezir çıkarmış idü ki ; şahsım üçünü de tanımam sevmem ( onlar da beni tanımaz idüler. Tanısalar zaten sevmezler idü) . Niye İtimad Efendi'yi koruyup , kollayayım ? 

Kaldı ki maalesef bu tarz anı veya biyografi çalışmalarında tüm tarafsızlık çabalarına rağmen muharrir yazdıklarıyla başını kimi ünlülerle , onların sevenleri, aileleriyle belaya girmekten alıkoyamaz...İleriki bölümlerde yine benzeri hadiseler yaşayacağızdır, şimdiden bilginize sunayım.

Kısa keselim ; yaptığım araştırmalardan öğrendiğime göre o meşum Venedig gecesi Alfredo'nun meyhanesinde barbut masasında Cemalettun Kaptan Paşanın kaderini (sonuçta hep aynı şekilde ) belirleyen olay üç şekilde gerçekleşmiş olabilirdi. Güvelotti efendinin maddi çıkarı nedeniyle Paşanın kontese mektubunu Kont di Capriye rüşvet olarak vermiş olması ilk ihtimal idi. İkinci ihtimal akçesi kalmayan Güvelotti beyin mektubu masaya pey olarak sürmesiydi. Son ihtimal ise ; Güvelotti beyle yaptığım bir söyleşide kendisinin beni pekala kesinlikle ikna etmiş olduğu gibi ; mektubu yanlışlıkla düşürmüş olma olasılığıydı. Ki biz şu mütevazi eserimizde olayı böyle naklettik.
Bu durumda Güvelotti efendiyi has bir dostunun bir gönül meselesine dair pek önemli recasına fazla, hatta hiç ehemmiyet vermemiş olmakla ve dikkatsizlikle suçlayabiliriz. Kendisi de hala bu talihsiz gelişmenin doğurduğu vicdan azabını çekmektedir. Oh olsundur. Çeksindir !

Önemli  bir biyoğrafide tarihi gerçeklik ve bilimsellik adına ; bu iddiaları böylelikle kayda geçirmiş, sonrasında daha da ellememiş olalım ve esas konumuza dönelim. Maalesef çok daha müessif durumlarla karşılaşmanın arefesindeyiz.
Bilesiz !
Cemalettin Kaptan Paşa'nın karanlık, rutubetli, soğuk zindanda zencirlere vurulu ilk gecesi geçmiş, gün doğmuş idi. İçine tıkılmış olduğu kuyu gibi zindanın Paşanın başından 15-20 kadem yukarıda olan demirli küçücük havalandırma deliğinden içeri çok zayıf bir güneş ışığı ; sokaktaki seyyar satıcılerın arsız bağırışları , kanaldan geçen gondolcuların (9) çığırdığı türküler bir uğultu halinde gelmektedir.

Birden adım sesleri ve kılınç, silah, zırh şakırtıları duyulur ; ağır zindan kapısı gıcırdayarak açılır, içeri bir takım ademler girerler. Paşa doğrulur ; gelenleri görmeye çalışır. Gelen tabiidir ki o hainler haini ( Rabbim üzerine felaketler yağdırsın ! ) Comte di Capri ; Savunma ve Bahriye Nazırı, Senato Başkanı ve Emniyet müdiridir. Arkalarında dişten tırnağa silahlı 10 asker vardır. Ayaklarından ve kol bileklerinden manda gözü büyüklüğünde baklaları olan zencirlerle duvara bağlanmış olan Paşamız bu haliyle bile düşmanına saldığı korkudan memnun kalmıştır doğrusu...
Zayıf, kara kuru, Paşamızdan iki kafa boyu daha uzun olan karga burunlu Kont üç adım atarak Paşaya yaklaşır ve aralarında Venediğlilerin diliyle ( okurcuya tüm hörmetime rağmen bu önemli konuşmayı orjinal dilinden takip edecek biri çıkacağını sanmıyorum. Ben de Venediğçe bilmiyorum. O nedenle biz bu konuşmayı dilimize adapte ettik. Paşamızın konuşmasında fark edeceğiniz tuhaf haller, esaret veya korku neticesi değil, son 32 sene 8 ay 11 gündür Venedik dilinde konuşmamış olması, lisanı hafiften unutmasındandır ) şu konuşma geçer :

KdC : '' Hah, hah, haa...Ehe, ehe, ehe. ŞGeçmişte şerefimi lekelemeye kalkışmış şu Türk korsanının haline de bakınız . Geceyi nasıl geçirdiniz ekselans amiral ? Misafirperverliğimizden memnun kaldınız mi ? ''
CKP : '' BAK HELE !! Ne diyor sen la ? Kuş beyninle kafa mı bulmak sen benimle kara karga ?  '' Paşa zencire vurulu eliyle beline saldırır ; ama kılıncının   üzerinde olmadığını, çoktan el konulduğunu hatırlar. Kolu yanına düşer.
KdC : '' Aha aha aha...Barbar 30 sene cenk ve gemülerde sefer ede ede hem konuşmayı , hem medeniyet dilimizi unutmuş...Boşver sen bu ucuz kahramanlıkları ; kellen de gidecek nasılsa ama ; seni bunca yıl sonra nasıl ele geçirdiğimi de merak etmez misin be adam ? ''
CKP : '' Kader inanç var bizim...Her şey Allahtan. Yazımız böyle yazılmak deriz, kabul gösteririz...Beni sen asmak nasılsa, tamam. Ama var bir sorum. Kontes di Marghera - Mascarpone yaşamak ? Hayattadır ? Nerdedir, nicedir ? ''

KdC : '' Sarayımızda sevgili oğlumuzla şu saatlerde sabah kahvaltısına oturmuş muhterem eşimin adını bir kez daha ağzına almaya cesaret edersen ; seni şimdi mahkemenin kararını dahi beklemeden, burada , ellerimle....( sinirli sinirli güler ) Ha,ha,haaa...Benim sana sorduğuma cevap ver sen ; merak etmez misin seni Benefşe burnunda  metruk San der Ancello kilisesi önünden dalından armut koparır gibi nasıl kapıp ; buraya aşırdık ? ''
CKP : ''  Heç de sormam. Ama anlıyor ben. Sormasam da anlatır sen. Vardır helbet size haber uçurmak yapan bir hayın koskoca Devleti Aliyyeyi Osmaniyede. Hep oldu hayınlar bizim topraklarda...''

KdC : '' Hah, gel şöyle hizaya...Biliyorum meraktan çıldırıyorsun aslında.Heh hee...Aslında ben de pek fazlasını bilmiyorum. Böyle küçük işleri elçilerimiz, adamlarımız tezgahlar. Senin şehrinden olup, Frenklerin okulunda eğitim görmüş, Frenkçe ve Kuzey Batıdaki Keltler midir, Britanyalılar mıdır nedir ; o barbarların dilini de konuşan fazla geveze bir şişman, saçsız adam varmış. Gayığını Didyma limanında tutar, arada bir Helen adalarına sefer edermiş. Herkese yerli yersiz türlü sual etmesiyle, burnunu her işe sokmasıyla marufmuş. Bu siz Didymada ikmal yaparken senin leventlerden biriyle konuşmuş, onun ağzından nereye sefer eyleyeceğinizi öğrenmiş. Constantinopoliye'ye avdetinde bizim elçimizin verdiği bir davete bir isim karışıklığı nedeniyle yanlışlıkla bunu da çağırmışlar meğer. Bu hemşerin de '' ille elçiyle de tanışayım ; ona kendimi göstereyim...'' deyu uğraşırken ; senin o gizli görev seferini de elçimiz Carlo Dell'Orto'ya (10)  boşboğazlık edip yumurtlamış...Gerisini sen de biliyorsun zaten...''

CKP : ( heyecandan Türkçe bağırarak ) : Vaaay ulaaaan ! Hayt bre ! Kimmiş bu gafil, bu hayın, bu, bu.....

KdC :( anlamaz): '' che ? ''   ( ne ? )

CKP : '' Ol münasebetsiz , dili kopası var  ademoğlu kim olmak ? ''

KdC : '' Costantiniyye'yi fetheden sizin o genç kralla aynıydı galiba ismi ? ''

CKP ( gürler ) :''  Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri o bre gafil, kefere kralı değil. Adını ağzına salavatla al...Ne, Mehmet mi demek demin ben ? ''

KdC : '' Hah vero ( tamam ) . Memet, Mechmet ? Si, öyle bişeydi...

Pekiyi, ey okuyucu ; biz bunları hep Venedikten naklederken Dersaadette ; Bab-ı Aali'de, Bahariye Nezaretinde neler olmaktadır ; merak etmez misiniz ? Koskoca cihan emparatorluğunun sabrını test ettirmeyeceğini ; bir Kaptan Paşasını üç paralık bir şehir cümhuriyesinde rehin bırakmayacağını ; Başvezir hazretlerinin heman ve derhal elçi Dell'Orto'yu makamına çağırtıp etek öptürdükten sonra, tam ünvanıyla  İstanbul Yeni Boğaz  cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Kaptan Paşayı derhal özür ve alayu vala ile serbest bırakıp, 30.000 Venedik dukası tazminat vermedukları takdirde Sadrazam olarak ahti olsun ; ekselansları elçu hazretlerinin içini açtırarak, tekmil iç organlarını boşalttukda, saman doldurarak tuzlayıp Venediğe iade edeceğini kesin bir dille anlatmuş idi. Yapar mı yapar. Varmışdı eskiden böyle adamlar.

Üstelik Osmanlı bu ; oyunu bitmez. Bir B planı da olmalı muhakkak. Vardı da netekim. Aslında çoktan şehrin Anadolu yakasında Kelemiç nam koyda (11) bir özel yelkenli teğne ( çünkü askeri bir Osmanlı barcası Venedik sularında derhal fark edilirdi ) bir kurtarma ameliyesi için hazırlanmaktaydı. Harekat cihet-i askeriyye veya cihet-i bahariye tarafından icra edilmeyecek ; bir başarısızlık halinde Devleti Aliyye ile Venediğ Cumhuriyeti cenke tutuşmak zorunda kalmasın diye ; hepücüğü denizci ve pek yiğid kimi başıbozuk, seçmece, vatanı ve Paşamızı seven ademlerce yapılacağüdü.

Bu ademlerin 6 veya 8 kişi olduğu bilgisi zemanımıza kadar intikal ettiyse de ; tüm araştırmalarımda ancak dördünün ismini tespit edebildim ( diğerlerini bilen tarihimize meraklu denizcilerimizin yardımını reca ederim ). Bilebildiğimiz bu dört adem özel kriterlere göre tikkatle seçilmişlerdi. İkisi yapılı olacak ; ki bunlar sivil leventler HakanE ( kendisi sert mizacı ve korkusuz, gözüpek olduğu içün seçilmişti. Ayrıca iktiza eder üse ; tebabet ve ilk yardım işlerini üstlenecekti  ) ve HakanZ ( öncelikle boyu ve cüssesi HakanE ile mütenasip olduğu için, muhakkak var olan diğer meziyetlerini ise henüz tespit edemedik. Yazarın eksiğidir şüphesiz ). Üçüncü ademin adını duyunca pek şaşıracak ; '' Aaaaa ? ''   , '' Haaaa ? '' , '' Nee, yok artık ! '' hatta '' üstüme eyilik sağlık ! Kızım mutbahtan bi tas su getir bana, içeyim '' nidaları atacaksınız. Evet, üçüncü er kişi artık sadece Kocagillerin İtimad efendi adını kullanan, Kaptan Paşamızın kaderinde oynadığı dramatik rol nedeniyle vicdan azabı çeken adem idi. Eh, paşayu kurtarmaya sefer edecek kayığın adını da bildiniz şinci işte, değil mi ? Tabii ki operasyon İtimad Efendinin FARFARA di INFERNO nam, Venedig bandralı kayığı ile  yapılacak, Paşa kurtaruldukta yine bu teğneyle emniyetli sulara getirilecekti. Boycanak ufak tefek , lakin dev gibi bir yüreğe sahip, çok iyi piştov da kullanan İtimad efendi ayrıca bildiği Venedik lisanıyla hapishane kapısındaki muhafızları lafa tutacak, gerekirse bacaklarının altından kaçıp sıyrularak içeriye hucum gösterecek idi. Yani kendisinden beklenen pek fazla iş olup ; bu ekibin doğal lideriydi. Bizce bugün   malum son şahıs Umut adlı denizcu idi. O da İtimad beyle eş boyda gözüktüğünden seçilmiş olabilirdi. Lakin helbette onun pek çok başka yetenekleri, marifetleri varmıştır. Kendisi misal yüzyıllar sonra Hameriga adlı bir ülkeden dünyaya yayılan televizyon dizilerinden birisindeki ünlü ajan  MacGyver gibi hem yakuşuklu, hem aynen onun gibi  her türlü hurdadan her türlü yararlı malzemeyi yaratabilen bir mucittir (12 )

Sanırım bu boy intizamı meselesi bu yiğitleri her zabahınan eğitime çıkaran Bahriye Miralayı Seyfullah nam gomutanın bir takıntısıydı. Gurup sabah içtiması için sıraya girdikte ; HakanE ve HakanZ yanyana önde, İtimad ve Umut efendiler de bir arka sırada ( gerçi öndekilerin boyu nedeniyle  görünmez oluyorlar ve bundan istifade içtimada itişip, şakalaşabiliyorlardı  ) ama her sıra kendi içinde yan bakışta aynı boyda görünmekteydi. Seyfullah komutan bunları ve diğer yiğidleri her sabah ezandan sonra topluyor, Bahçe-i Fener (13) nam mahalde önce 115 tur koşturuyor, sonra denize sokarak tam 1112 kulaç attırtıyor ; sonra boy boy destelere ayırarak çemende güleştiriyordu. Yiğitler bu eğitim ve kişi başı günde yedikleri 1 kuzu çevirme, bir lenger Trapezunt tereyağlı pilav ve bir sini kadayif dadlusuyla eyice güç ve guvvet toplamış, deyim yerindeyse daşı sıksalar suyunu çıkaracak kıvama gelmişler idi.
                                                                          A R A

DEĞERLİ OKURCULAR ; İTİMAD BEYİN DESTEKLERİYLE YAYINLANMASI MÜMKİN OLMUŞ ;UZUN YILLARDIR HAZIRLADIĞIM DİĞER BİR ESERİM NEDENİYLE ; BU BİYOĞRAFİK ROMANA DEVAM EDEMEYECEĞİMDİR . KAHRAMANLARIMIZA , BAHRİYE TARİHİMİZE, DENİZ ve TEĞNELERE , GEÇMİŞİMİZE MERAKLI HER DENİZCİMİZİN BU ESERE BİR BÖLÜM KATKI SAĞLAMASI VE İLERLETMESİ GELECEK NESİL DENİZCİLERİMİZE BORCUMUZDUR. VESSELAM !

9) Gondola ; gondol : Venedig Cumhuriyesine özgü  kuzguni karga karası, başı kıçı kitara sapına benzer ,kıçında iskelesiyle sancağı simetrik olmayan, kırk çeşit farklı ağaçtan mamul,  bir  kürekçiyle yürütülen tuhaf bir kayık cinsi. Kürekçinin şan dersleri almış olanı makbuldür. Yazarınız pek sevmez. 
 10 ) Venediğin İstanbul Büyükelçisi C. Dell'Orto'nun ahfadı yaklaşık 500 sene sonra Milano şehri civarında sanayiciliğe soyunup ; italyan ıspor arabalarına DellOrto marka karbüratörler üretmişlerdir. Yazarın notu.
11 ) Kelemiç koyu : Bugün Kalamış koyu olarak anılan yörenin eski Osmanlı kayıtlarında geçen adıdır. (YN )
12 ) Umut Tonoz Ağırlığı veyahut Korkmaz ya da Poyraz Tonoz Ağırlığı  : Türk amatör denizcisi Umut Korkmaz tarafından geliştirilen ; batmaz halatları suya batırabilen teknik düzenek ( YN )

13 ) 1552 yılında yörede bir fener inşa edildukta ; bu ismi almıştır ( YN )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder