23 Kasım 2015 Pazartesi

Leon Haffner’e göre Biskin


Histoire maritime de Bretagne Nord
Novembre 2015 Pierre-Yves Decosse

Leon Hafner, (1881-1972) 1918 de deniz ressamı olarak onurlandırıldı. Kendi bakışı ile tekneler ve deniz yaşamını tasvir etti. Pek çok kitabı muhteşem yelken tekneleri ve savaş gemileri ile illüstre etti.

 Biskin, sıkı orsada sancak kontra seyirde, alt yelkenler ilk camadanda ve küçük flok ile. Trol ağı küpeşte altında bağlı.



Biskin, yarış arması ile. Alt yelkenler, gabyalar ve babafingolar

1952 yılında yayımlanan ”Deniz Maketleri” adı ile yayımlanan bir kitapçıkta Hafner biskini aşağıdaki gibi tarifliyor:

 “Biskin ortaya çıkışı ve gelişimi olarak sadece Cancale, Saint-Malo ve Granville bölgesi ile sınırlıdır. Klasik tipte, geleneksel olarak inşa edilen, orta postası oldukça önde ve kıçı iyice daralan bir yapıdır. Sonuçta kısa ve sert dalgalarda çarpışan ve çokça kıçtan kara olan bir tekne ortaya çıkmıştır. Bu tip tekne Granville’den Bay Julienne tarafından geliştirilip inşa edilmiş zaman zaman sekiz dokuz mil sür'ate erişen teknelerdir.

Biskin Fransa sahillerinde bulunan en çok yelken alanına sahip teknedir. Sadece alt yelkenleri su altında orta posta alanının 45 katı ve tüm yelken alanı ise 60 katıdır.


Mandar serenin dörtte birinden bağlanır. Manevrada iki veya üç adam yeterlidir, uygun havada gabya yelkenler alt yelkenlerin kuytusundan kolayca yukarı gönderilir. Direklerin yelpaze gibi değişik açılarının amacı mizana yelkenine daha fazla metrekare kazandırmanın yanı sıra  kontra değişiminde rüzgar biçene takılmasını engellemektir.

Karina derinlik farkının neredeyse yarı yarıya olması teknenin hemen hemen olduğu yerde dönmesini, dar geçitlerde kendi boyunun yedi katı mesafede kontra değiştirmesine yardımcı olur. Biskinler hiçbir yelkeni mayna etmeden kolaylıkla durabilir. Flok hiçbir zaman küpeşteye kadar alınmaz, ıskotası çok geridedir.

Bu tekneler Jersey ve Saint-Malo anglo-normand adaları kuzeyinde midye ve soğuk deniz balıkları avlar. Biskin adının Biscaye Körfezinden geldiği düşünülüyor. Arması lüger olup son temsilcidir.





Léon Hafner tarafından kitapçıkta yayımlanan biskin planı rölöve alınmış bir tekneden değil büyük ihtimalle zihinden çizilmiş çok kabaca bir resimdir. Biskinlerin bodoslamaları çoğu zaman dikey, baş tarafları dolu olacak şekilde ana postaları çok daha önde, bordaları daha dik ve karina dönüşleri çok daha vurguludur. Jean Le Bot’un CAN 55 borda numaralı “Perle” planı gerçeğe çok daha yakındır.



Bu bir araştırma yazısı . Bir de gerçekte biskin formu nedir diye merak edenler olabilir....





7 Kasım 2015 Cumartesi

ULUSLARARASI KAYIT ....





"IONIA
" Yunan Geleneksel Tekneler Birliği"

ve
"Yunan Geleneksel Tekneler İnşacıları" na resmen başvurdu ve kabul edildi.



"To

Mr. Gem Gür
Piraeus, 6 -11- 2015


Dear Mr. Gür
We are happy to inform you that your application for membership in the Traditional Boat Association of Greece was approved yesterday by our Board of Directors.

In order to complete your registration please remit the registration fee of 50 euro which also includes your membership fee for 2016, to the:


PIRAEUS BANK
SWIFT BIC - PIRBGRAA
IBAN : GRxxx xxxx xxxx xxxx


We welcome you in the great family of Greek Traditional Boat Building!


For the Board of Directors
The President The Treasurer The Secretary General

Nick Kavallieros Antonis Ploutis Annika Barbarigos"


22 Ekim 2015 Perşembe

IONIA'nın KABUĞU TAMAMLANDI

22 Ekim 2015 

"IONIA' nın kabuğu tamamlandı. İlk macunu çekildi.

Bu aşamadan sonra kabaca sırası ile
- Farşlar bağlanacak
- Motor yatakları hazırlanıp bağlanacak
-Aşağıdaki temsili çizimde olduğu gibi, biraz da yerinde karar vererek baş kamara ve direk ıskaça ve yataklaması yapılacak.
- Omurga takılacak.


- Güvercinlikler ve babalar monte edilecek
- Parampetler yapılacak
-Motor - egzost vs ile dümen iğnecikleri- dümen - elektrik vs bağlanacak....
- Boya ve sabit arma imal edilecek.






5 Ekim 2015 Pazartesi

GELENEKSEL YUNAN TEKNELERİ


Facebook 'da yayımlanan bu kısa makaleyi elimden geldiğince çevirip yayımlıyorum.

Geleneksel tekneler sadece geçmiş dönem teknelerinin tıpkı yapımları değildir, olmamalıdır. Bay Vlavianos’un da söylediğine de katılarak geleneksel tekne tıpkı yapımları en ince ayrıntılarına kadar inşa edildikleri dönem tekniklerini kullanarak yapılmalıdır.



Uzun yıllardır motorlu olarak kullanılan ve yelken taşımayan tırandiller geleneksel olamazlar. Yat haline getirilmiş tırandiller de geleneksel kabul edilemezler.
Aynı tırandile modern yelkenler eklense de, günümüz tersanelerinden çıkan bu tekneler de geleneksel olarak nitelenemezler. Sadece onun yelkenli bir tırahdilimsi olduğu söylenebilir.

Diğer taraftan “tekne” zamanının gereksinimlerine uygun olarak tadil edilebilir. Yelkenlerden vazgeçilip motor eklendiğinde güverteye bir kamara eklenmeye başladı, güverte daha az derin, daha geniş hale gelince bugün gördüğümüz yetmiş yıl önceki eski resimleri yadırgıyoruz. Öyleyse on yıllardır inşa edilegelen daha kalın çizgili ve yelkenli  çağımız tırandilleri  “geleneksel” olarak mı kabul edilecekler? Tabii ki iki kere hayır !!!

Geleneksel tekneler zamanın gereksinimlerine uygun olarak gelişirken özelliklerini kaybetmezler. Böylece yararlı olamaya devam edemezler. Günümüzde geleneksel bir yat bir balıkçı teknesi özellik ve gereksinimlerini bünyesinde barındırır.  Zamanının gereksinimlerine göre imalata devam ederseniz kimse sizin yaptığınız ile ilgilenmez. Zamanımızda tam da bu hüzünlü noktadayız ve ayakta kalabilmek için gelişmeye çok fazla ihtiyacımız var.

Çağdaş malzemelerin kullanılması, gereksinimlerin göz ardı edilmemesi, daha güvenli, rahat, seyir konforu arttırılmış, yeniden yelkene uygun, daha az bakım ve tamir isteyen tekneler inşa ederek ayakta kalabiliriz.

Bay Damianides’in ne kabuğu ne denizcilik kalitesinde hiçbir şeyi değiştirmemek gerekir önermesine katılmıyorum. Bay Damianides iyi tasarımcı ama tekne yapımcısı değildir. Ne de marangoz veya denizci de değil. Geleneksel zanaatkarlar ile ilişkileri, ayrıntılı inşa araştırmaları, geleneksel yapım ile ilgili kayıtları, yeniden ortaya koyduğu en eski planlar çok değerlidir. Bu çalışmalar yapılmasalardı kaybolup giderdi. Göz ardı edilmemesi gereken çok değerli bir çaba. Ama geleneksel tekne ve özellikle de yelkenli olanlar tekne yapımında tasarımların ve inşaat tekniklerinin yeniden yelkene önem verilecek ise geliştirilmesi elzemdir. 

Spetses yarışlarından gerekli dersleri çıkartmalıyız. Daha fazla yelken eklemek için geç kalındı, tramolarda umutsuzca yetersiz yelkencileri görmek bizi üzüyor.
 (2012 yılında Pire’den deneyimli büyük bir tırandil kaptanı Spetses’de baş pervanesini çalıştırmak için izin istedi). Balon yelkeni taşısa da kendince en az risk taşıyan seyir yapıyordu. Bu problemler ne istediğimizi saptayıp bilirsek kolayca ortadan kaldırılabilir. Tekne tasarımları geliştirilmez ise bu olumsuzluklar devam edecektir.


Bu nedenle, herhangi biri tekne çizgilerini değiştirmemek gerekir diyorsa ilerlemeye fren, bilim dışı algı ve dolayısıyla yanlıştır. Çünkü söylediklerimiz geleneksel inşacıları etkilemekte yanlış izlenim edinmektedirler. Hepimiz daha dikkatli olmak ve deneyimlere de sahip çıkmak durumundayız.

Şahsi olarak geleneksel teknelerin çağdaş malzemeler kullanılarak ve dış görünüşlerini bozmadan geliştirilmesinden yanayım. (Tabii ki böylesi tırandile alüminyum direk koyarak sakil hale getirilmesinden bahsetmiyorum.). Örneğin karınlarını su hattında biraz yumuşatmak “geleneksel” görünümünü bozmayacak ama performanslarını arttırıp denizde davranışlarını geliştirecek Ege denizinde yelken seyirlerini daha konforlu hale getirecektir.

35 yıldır geleneksel tekneler ile geleneksel tersanemde hem yapımcı hem de tekne sahibi olarak yaşıyorum. Deniz, ahşap tekneler, diğer tekne sahipleri ile yaptığım görüşmeler beni bu sonuca getirdi. Biliyorum ki pek çok kişi benimle hem fikir olamayacak. Kimse en iyiyi kendisinin bildiğini iddia edemez.  Bu nedenle, bir araya gelip bilgi ve deneyimlerimizi birleştirerek geleneksel ahşap tekneleri geliştirerek dünya denizlerini süslemeye devam edelim.


Nikos Daroukakis

16 Eylül 2015 Çarşamba

"AKTARMA"




Adı : "GEORGE TRIPOLITIS".

Cuma günü öğleden sonra Kalymnoum limanında “aktarma” tipinde bir sünger teknesi  "GEORGE TRIPOLITIS adı ile suya indirildi.

“Güzel zamanların” şahidi, gençlere geleneği aktaran bu beyaz tekne süngercilik zanaatını anlatıyor.

Tekne, Kalymnos Adasında Tripoli diye de anılan Saroukou tersanesinde inşa edildi. 1938 de inşa edilen ve 1980 yılında gün ışığına çıkartılan bir replika.

Bu “akratma” bize, ne kadar özenle, bilgi, en ince ayrıntılara önem verildiğini anlatıyor

Süngerciliğin geliştiği dönemde yeni gereksinimlere göre en uygun şekilde adapte edildi.  “Aktarma” veya “ Mihanokeko” tırandilin bir uyarlamasıdır. Tekne tam boyu 9-10 metre ve eni 3 metreden az büyüktür.

“Aktarma”larda şiyer hattı çok vurgulu olup neredeyse vasatın önünde ve arkasında simetrik olup, sert havada güverteden denizin parapet altında yer alan frengi deliklerinden rahatça boşalmasını sağlar. 1920lerden önceki motor olmayan dönemlerde  “aktarmalarda” tek direkli sokoleva arması taşıyordu.

Bu teknelerde boylarına göre güverte üzerinde azami alan vardı. Güvertesine mekanik olarak çalışan hava pompası derine inen dalgıca “nargile” ile hava sağlıyordu.

“Aktarmalarda” 12 ila 24 mürettebat olup bunların yarısı dalgıç diğer yarısı tekne çalışanlarıydı.

Aktarmaların en bilinen tersaneleri Symi, Kalymnos, Hydra ve daha sonraki tarihlerde Pire ve Prama’da bulunuyordu.



Kaynak: Kalymnos-news. gr

12 Ağustos 2015 Çarşamba

SAMOS (SİSAM) TERSANELERİ



Samoslular tekne yapım sanatı konusunda ünlüydüler. Samos’un Pythagorion, Kokkari, Karlovasi, Marathokambos koyu, Aziz İzidoros ve adanın diğer yerlerinde kayıkların, yelkenli teknelerin yapıldığı tersaneler vardı.

19.yy’da Samos tersaneleri Ege denizinin zor meteorolojik şartlarına kafa tutan sağlam tekneler yapmakla ünlüydüler. En önemli avantajları Samos’un  çamı bol reçineli olduğundan kolay işleniyordu.

Samosluların uzun tekne yapım geleneği 18.yüzyılda ünlü askeri ve ticari “birem” inşasına dayanıyordu ve bu gelenek Ege denizinde bir yüzyıl devam etti. Tekne yapım geleneği buharlı gemilerin şafağına kadar sürdü. Tersanelerdeki Tekne yapımı Samosluların üzüm, şarap, tütün ve deri ticaretinde kullanılarak adanın tüm ekonomik faaliyetine yardımcı oldu.



Günümüzde Samos tersaneleri eskide kaldılar. Ege Denizinde sadece iki tanesi, biri Karlovasi limanında ve en bilineni Aziz İsidoros koyunda faaliyetteler. İsidoros Koyunda pek çok küçük tekne imalatçı ve tamircisi işletme bağımsız olarak çalışıyor.
Bugün bütün Psilopatis yöresinde ünlü yaşlı bir tersane balıkçı tırandilleri inşa ederek yaşayamaya çalışıyor.  “Dayanmalıyız”  diyor tersane sahibi. Geleneksel sanatın canlanması için son ahşap kabuklar Aziz İsidoros plajında umarsızca suya indirilmeyi bekliyor

Geleneksel tersanelerin sanatı   

Bir tersane kendine özgü kodlamaları ve dili olan mekânlardı. 60lı yıllarda Samos’un ekonomik yaşamında önemli bir yere sahiptiler.
Büyük bir sorumluluk ile özdeşleşen tersanelerde çalışan kendi kendini eğitmiş zanaatkarlar   inşa ettikleri teknelerin deniz tarafından sınanacağını bilerek  çokça bâtıl inanca sahiptiler .
Tekne omurgası kurulurken gölgede çalışmak uğursuzluk kabul edilir ille de yüzü güneşe dönük çalışırlardı.


Tersanede çalışma zor ve ağır şartlarda el işçiliği ile yapılırdı. Büyük sayılabilecek tersanelerde pek çok meslek erbabı da vardı. Oduncular, eşek ile yük taşıyanlar, armatörler, kaptanlar, balıkçılar, kayıkçılar, kalfalar (Kalfas)ve tüccarlar.

Tekneler genel olarak inşaatına başlayan iki usta ve iki gemici tarafından bitirilirdi.  

Samos tersaneleri karavaskaralar, varkalades ve trol tekneleri yanı sıra çokça tırandil üretirlerdi.  Büyük savaştan sonraki on yılda büyük tonajlı ahşap tekne yapımı azalmaya başladı. 1960 lı yıllarda tersaneler balıkçı tırandilleri, şalopalar ve teknelere servis botları yaparak yaşıyorlardı.  Ahşap tekne tersanelerinin zaferi 1970li yıllara kadar sürdü.


Bitmiş bir teknenin denize atılması tersane için gerçek bir kutlamaydı. “Gktimata” denen suya indirme seremonisi ilahilerle ve teknenin kutsanması ile başlar müzik ve danslar ile devam ederdi. Tersane sahibi “Laçka”- “Vira” – “Neta”ve “Aganta”  komutlarını verir, “Yisa” ve “Karga” nihayet “dose dano” ve “mayna” – “varda” ile devam ederdi. Son komutu ise “fora volta” sedalanırdı.
Halatlar bırakılır ve tekne sefere hazır olarak suya inmiş olurdu.
Suya inen tekne feleklerinden  garip bir çatırdı geldiğinde denizciler  teknenin, tersane sahibine, görevlerini tamamlamak için  ses verdiğine inanırlardı.

Samos’un her biri kendine özgü zanaatkârlarının sayısız tersanesinden sayısız tekne denize kavuştu. Lütuf, tutku ve sanatsal duyarlılık vardı.  Yapımcısı her ne kadar eğitim almamış olsa da onun hassas yaratıcılığını taşıyordu. [Mixanitouxronou.gr]



19 Nisan 2015 Pazar

« Hermione »un UZUN SEYYAHATİ



XAVIER LEOTY / AFP'den tercüme

Bu Paskalya arefesinde kalabalık güvertede hareketleniyor. Tayfalar halatları roda ediyor, son turistler gemiyi terk ediyor, subaylar kendilerine çeki düzen veriyor. La Rochelle limanında Bakan bekleniyor. Kalabalığın ortasında kravatlı yaşlı bir adam güverte bankında oturmuş bastonuna dayanıyor.

Her hangi bir bank değil, güverte kıç omuzluktaki tek bank, kan kırmızı. Buradan komutan Louis-René de Latouche-Tréville, adamları mermi yağmuru altında kalan donanım ve direkler altında hücuma kalktıklarında emirler yağdırıyordu.

Çünkü Hermione bir savaş gemisi. 26 topu 12 librelik mermilerini İngiliz gemilerine yolluyordu. 1780 yılıydı ve Amerika kıyılarında idiler. Neredeyse iki buçuk yıl sonra Hermione yeniden Yeni Dünyaya doğru yol alıyor. Ön görülen yola çıkış tarihi 18 Nisan.

Çılgın Fikir.

Bu Paskalya sabahı Bakanı izleyen her hangi bir adam değil. Jean-Louis Frot, 83 yaşında neredeyse çeyrek yüzyıldır bu anı bekliyor. Rochefort Kentinin 1977 den 2001’e kadar Belediye Başkanı, kentinin tarihi mirası için mücadele vermiş, sonra Donnelly ve Erik Orsenna gibi bazı hayalperestler ile kentin altın çağlarında, tersanelerinde inşa edilmiş tarihi bir gemiyi yeniden yapmak gibi çılgın bir proje fikrini ortaya attı.

Eh yapılacak ise neden Hermione olmasın? XVIII: Yüzyıllın en güzel fırkateylerinden biri. Hatta General La Fayette’i direnişçilere yardım için Amerika’ya götürmüştü. 65 metre boyunda, 3 direkli, 2 000 metre kareden fazla yelken alanlı.

1997 yılında başlandığında tersane müthiş bir performans ortaya koydu. Dört milyondan fazla insan marangozların, demircilerin, abanoz ustalarının, armadorların, yelken dikimcilerinin yavaş yavaş hayat verdikleri denizcilik sanatını seyretmek için geldiler ve tekrar geldiler.

Sekiz yıla yakın gecikme.

Halka malolmuş başarı projenin borçlanılmadan kendini finanse etmesini sağladı. Alınacak yol düşünülenden daha uzundu. İlk iş programından neredeyse sekiz yıl uzadı. Ve daha pahalıya mal oldu. Son harcanan bütçe 40 Milyon Eurodan fazlasını buldu ve bunun yarısı teknenin inşasında kullanıldı.

Yerel kollektifler, Rochefort kenti, Charente-Maritime departmanı ve Poitou-Charentes bölgesi yapımın büyük bölümünü finanse etti, Hermione- La Fayette derneği işletmenin ( ziyaretler, bakımlar, satılan biletler) ile üçte ikisini sağladı, gönüllü hizmetlerini hiç dikkate almıyoruz.

Güverteyi yalayan serin esintiye duyarsız Jean-Louis Frot teknenin pruvasını sabitleyip herkesin aklını kurcalayan soruyu sordu: « Hermione Amerika’dan döndü. Ne yapıyoruz? » Ağustos ortasına kadar program dolu. Kanaryalarda bir moladan sonra fırkateyn 5 Haziranda Virjinya’da Yorktown’a ulaşacak. Sonra sahili takiben 4 Temmuzda, Bağımsızlık gününde New York, 11 inde Boston, Ağustos’ta Brest’e dönmeden Kanada’da Saint-Pierre-et-Miquelon.

Toplamında şenlikler öngörülerek hazırlanan on beşe yakın ziyaret. Ağustos sonunda yuvasına dönmüş olacak. Ve bütün yol yorgunu kahramanlar var oluş soruları gündeme gelecek. Ben kimim? Ülkem neresi? Babam kim?



Gerekli anakronizmler

Ben kimim? Seyir yapabilen bir gemi. Herkesin bu Paskalya hafta sonunda beklediği bayan bakan Ségolène Royal. 20 yıldan fazla bölgeden seçilen, daha önce Belem’in kaptanı olan Yann Cariou’ya kendi elleri ile “Okyanus geçiş yetki belgesini” vermeye geliyor.

Bunun için, tutucu geleneksel tekne inşacıları taviz vermek zorunda kalmışlardı. Ambarda bir akü grubu ve iki iri elektirikli motor, dondurucular, yedek su tankları, çöp konteynerleri gibi okyanus geçişini rutubet ve hastalıklar ile karabasana çevirmeyecek çağdaş konfor gizlendi. Sonuçta bu anakronizmler malzeme ve mürettebatın güvenliği için toplamda tekne için harcanan 26 milyon € içinde sadece 4 milyon € bir pay aldı.

Yapım resimleri için : https://www.facebook.com/pages/Chantier-Hermione-Lafayette/123280104434194?fref=ts

Yetkilendirme, yatırımlar yetmiyor. Yola çıkmak için denizde bir mürettebata ve karada bir başka ekibe gerek var. Yann Cariou gemiye 80 denizci aldı, bunların yirmiye yakını profesyoneller ve 60 a yakını tümü ile gönüllülerden oluşuyor.

Sayısız manevra

Motivasyonlarına göre seçilmiş olanlar sonsuz sayıda manevrayı öğrenmek zorunda. Rüzgar sertlediğinde yelkenleri küçültmek için 40 metre yüksekliğinde direklere tırmanmak gerek. Deniz tutması olanlar kenarda!

Tutku onları kırbaçlıyor. Hamakların ve tuvaletlerin bulunduğu palavra güvertesinde, döşeme üzerinde dört ayak Capucine kalafat yapıyor. Sızdırmazlık sağlamak için döşeme tahtaları arasındaki boşlukları iplik haline getirdiği keneviri. Paris’ten gelen sıkıntılı mektubu yeni aldı ama onun macerası burada, tam ambarın üzerinde. Her şeyi bırakıp bu anı yaşamak isteyenlerin sayısı 200 ü geçiyor.

« Bu XIX. Yüzyılın sonundaki yelkenli gemilere Belem gibi, karşın XVIII. Yüzyıl büyük gemilerinin karakteristiği” diye anlatıyor Belem Vakfı eski Başkanı Paul Le Bihan “Seyir için çok daha fazla mürettebata gerek var. Belem’de 13 adam yetiyordu. Ekonomik model tümü ile farklı” Belem daha sık seyre çıkıyor ve paralarını ödeyen stajyerler alabiliyor.

Ve tabii bu sadece buz dağının görünen tarafı. Karadaki bakım işlemleri kayda değer. Örneğin geminin her yıl tamamına yakını boyanmalı. Toplamda “Hermion”u yüzer halde tutabilmek için yılda 800.000€ gerekiyor. Bütün bu harcamalar her 2, 3 yılda bir çıkmak için.

Gösteri seyirlerinin her biri 2 milyon euro olarak değerlendiriliyor ve bu rakamı gemi kendisi finanse etmeli. Ziyaret kabul edenler limanlar La Rochelle, Bordeaux veya Brest fırkateyn bayramı düzenlemek için günlük 75 000€ ödemek durumunda.

Rochefort ve bölgesinin bayrağının bölge dışında göstermek kamu yararı olarak değerlendiriyor.

« Bir tekne artık seyir yapmıyorsa, ziyaretçilerinin sayısı zaman içinde azalıyor” diye garanti veriyor Vakıf Başkanı Benedict Donnelly “ Avrupa’da benzerlerimizde de saptadığımız budur” Amerika macerası 3 milyon €ya mal olacak. Ziyaret edilecek limanlar ve yerel sponsorlar da 2 milyon € finanse edecekler.

Bir nimet ve bir kafa s..kici

Ülkem neresi ? Rochefort. Kent için Hermione hem bir nimet hem de bir kafa s..ci bela. Kent XIV.Louis’nin donanması için İngiliz toplarından korunaklı bir tersane olarak Colbert tarafından kurulmuştu. Ama aynı zamanda hep Protestan hem de tüccar La Rochelle ile beklenen savaş için Katolik bir kentin kuruluşu için de istek ve irade vardı.

Yaşlı ve eski iblisleri uyandırmak uzun sürmedi. « İşte La Rochelle Hermione’u biz batırdı! » diye şikayet etti Rochefort halkı, özellikle de geminin düşman tarafına gittiğini gören tüccarlar. Müze ve tüccarlar tarafından hesaplarda %50 düşüş kaydedildi. Rochefort, müreffeh bir şehrin yamacında kalmış görece daha fakirdir. Yirmi yıldır tarihi mirasını restore etmek için mücadele etti ve elinden kaçırmak istemiyor.

Aynı zamanda, sadece geminin bakım masraflarını karşılayabilir. Rochefort yeni Belediye başkanı Hervé Blanché «Hermione’un inşasına ve liman ekipmanlarına yaklaşık 9 milyon euro harcadık, masraflarımızı kısmalıyız ». O da Hermion’un yol yapmasını istiyor ama kim finanse edecek?

Yorgunluk kendini belli ediyor.

Babam kim? Bugün hep sahibi hem de geminin armatörü olarak Hermione-La Fayette Vakfı. Ama yorgunluk çökmüş bile. Benedict Donnelly görevi yıl sonunda devretmek istiyor ve gönüllüler ile onların etrafındaki küçük bir destekçi grubu tutkularının buraya getirdiği maceranın zaman içinde idari mekanizma içinde yok olacağından çekiniyorlar. Bir şirket etüd ediyor. Kim yönetecek ve ticari olanakları neler olacak? Çok fazla soru, az fikir var.


Daha fazla resim ve bilgi için : https://www.facebook.com/hermione.voyage?fref=ts

17 Nisan 2015 Cuma

BUGÜN 17 NİSAN ......



Cevat Şakir Kabaağaçlı Halikarnas Balıkçısı

17 Nisan 1886 tarihinde, Osmanlı'nın son köklü ailelerinden Şakir Paşa Ailesine mensup babası yüksek komiser olarak görev yaptığı Girit'te doğdu.

BALIKÇI'NIN KENDİ AĞZINDAN ÖZGEÇMİŞİ..

“1890 yılında girit’te doğdum. babam, Türkiye’nin Atina sefiri oldu… üç dört yaşındayken, küçük kardeşimle kayıkta oynarken. kayıkçı deniz aynasını denize tuttu. denizaltı alemini görünce, tokat yemiş gibi sarsıldım.
Yazı öğrenmeden önce, sabahtan akşama kadar resim yapardım. Altı yaşında oradaki mahalle mektebinde okuma yazma öğrendim. 10 yaşında bir misyoner kuruluşu olan Robert kolej’ e gönderildim. sabah, öğlen, akşam ve yatmadan önce dua ediyorduk.ve ben çok sıkılıyordum…. Kütüphanelerde, içleri hayat dolu kitaplar vardı. Dua kiaplarını sevmediğim ve okumadığım için o kitaplar bana yasak edildi. Elektrik feneri icat edilmişti. gece yorganla battaniyeyi çadır yapar elektrik feneriyle, arkadaşlarıma aldırdığım kitapları okurdum.

Oxford’a gönderdiler. İsteksiz gittim. En kolay konuyu seçtim, üç dört yıl öğrendim. Üç dört yılda öğrendiğimi unutmak için sarf ettim…
İlk dünya savaşında babamla yaşadığım o fatal gece sonrasında yedi yıl ceza evinde yattım…

Savaş sonrası asker kaçaklarının kendileri gelip teslim oldukları halde yargılanmadan asıldıklarını yazdım. Ankara İstiklal Mahkemesi’nde, Bodrum’da üç yıl kalebentliğe mahkûm ettiler.

Mektep hayatımın bende bıraktığı intiba şöyleydi. İstiklal Mahkemesi’nde mevkuf iken, bir gece rüyamda çocukluğumu, hala kolejde olduğumu görmüştüm. Uyanınca hapishanede olduğumu ve kolejde olmadığımı gördüm ve çıldırasıya sevindim. Bu hürriyetti bre!

Bodrum’a vardığım zaman 34 yaşındaydım. Bodrum’a kalebent olarak gelmiştim… ama kalenin ne benti ne de surları vardı.kale haraptı…bu durumda ya hapis edilecektim yada geldiğim şehre geri gönderilip orada hapis edilecektim…savcı, iyi birine benziyorsun şehrin içinde serbestsin, denize açılma cezanı doldur sonrada geldiğin yere dönersin dedi…
Savcı denize açılma dediği halde bir gün denize çıktım, Bodrumda da, üç dört yaşındayken kayıkçının deniz aynasında gördüğümü ve kaybettiğimi buldum orada kaldım..
Otuz küsur kitap yazdım, çiçek, ağaç ve yemiş yetiştirdim. Gece rüyamda kendimi savaşan bir general gibi görüyordum. Arkamda, yüz binlerce portakal ve grapa fruit ağaçları kökleri üzerine kalkmışlar, ilerliyoruz ve düşmanımız ölüme karşı vitamin ve ışık bombaları portakalları, greyfurtları, çiçekleri atıyoruz.

Sonrası Halikarnas balıkçı’ sı. İşte o kadar! “








Babam, Müntekim Öknmen'in arkadaşı idi. Çocukluğumda o zamanlar kızkardeşi Melek Hanım ile oturduğu Levent'deki Emlak Bankası apartmanına ziyarete giderdik. Sonra Bodrum'da kendine bir ev yaptırıp taşındı.  Mavi Yolculuk grubuna katıldı.  Evi de Artemis Pansiyona gelmeden dar sokağın sağında yükselen beyaz evdi.






Halikarnas Balıkçısını ilk gençliğimde okumaya başladım.
İlk Bordum'a gidişim 1973 yılıydı.
Balıkçı, Dünya, insanlar, doğa asıl önemlisi yaşadığımız topraklar, denizlerin tarihi bu güne uzantıları konusunda hep beni eğitti.

Ruhu şâd olsun.









Klâsik kültür olmadan çağdaş kültüre uzanmak isteyen toplumlar ‘az gelişmişlik çemberini’ asla kıramazlar. Belki genişlerler ama bunun adına şişmanlık denir, akıl devri denmez”.
“Çağdaş olmak istiyorsanız, klâsik akıl devriminizi tamamlamak zorundasınız. Klâsik kültürün temeli de Anadolu’da atılmıştır. Bilim, felsefe, kültür, şiir, aritmetik, trigonometri, astronomi gibi akılı akıl yapan ne varsa bu bilgi enerjilerinin hepsi Anadolu’nun yediveren toprağının içinden fışkırmıştır. Öyle ise ayağınızı toprağınıza sağlam basın. Anadolu’ya sahip çıkın. Orta Asya’dan gelmiş olmanın gerçeğiyle Anadolu’yla kaynaşmış olmanın şansını bir hümanizmde birleştirin”.

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı








Belki de denize, İyonya'ya, tırandillere, piyadelere umarsızca sevdalanmamın iki sorumlusundan biri Cevat Şakir ise diğeri babamdır.






ANADOLU'NUN AVUKATI CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI
https://www.youtube.com/watch?v=1nql0ojHUDY



15 Nisan 2015 Çarşamba

ARTIK KÖYDEYİM.....

4,5 aylık (P)İstanbul mecburi ikâmetinden sonrasında nihayet köye döndüm.

Bir yandan Ionia inşası devam ederken diğer taraftan da Oktay Taftalı için inşasına başladığımız 6,60Metrelik tırandil yapımı devam ediyor.












6,60 Mt tırandil randa sloup arma ile donatılacak. Ana yelken ve sadece bir flok taşıyacak. 

İnşa konseptimiz olabildiğince basit, kolay bakımlı, kolay abralanabilen bir tekne olması idi.

Ionia ise aşağıdaki durumda.



Omurgada mantarlaşma ortaya çıkınca tamamını söktük, yenisini koyacağız.

20 Mart 2015 Cuma





Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı)
Yatağan isimli kendi teknesi ile


HABERLER....


İonia'nın motoru dün satın alındı.
12 HP KATANA 2.5:1 Baysan şanzımanlı


Motoru sevdiğim desteklediğim bir kardeşim satın alıp İonia'ya hediye etti. Çok duygulandım.

Mart başında ise hem SAKİN SEYİR Uluslararası flamaları hem de benim tasarladığım İonia'nın onar adet flaması elime ulaştı. 


Geçen hafta cumartesi günü Perşembe Pazarında 8 yıllık hukukumuz olan Modelci Mustafa'ya yeniden armada kullanacağım ahşap makaralar, koç boynuzları ve direk dibinde mandarlarda kullanacağım arma ıskarmozları siparişi verdim. 
Ana yelken ana mandarı için  çift diili 2 adet
Ana yelken seren mandarı için çift dilli 2 adet 
Ana yelken ıskotası için  çift dilli 2 adet evde de yine bir veya iki adet daha var
Tranket mandarına tek dilli 2 adet
Flok mandarına tek dilli 2 adet
6 adet koç boynuzu
2 adet Fransız koç boynuzu
10 adet arma ıskarmozu.


8 Mart 2015 Pazar

'Kadıköy-Haydarpaşa arasında 48 sandal işler, 49 olmaz!'

'Kadıköy-Haydarpaşa arasında 48 sandal işler, 49 olmaz!'

Memet köyü anlatıyor, gurbeti anlatıyor. Kendilerini anlatıyor. Yattıkları kalktıkları yerleri... İşleri, işsizliği, anlatıyor. Çekinmeden, açık yürekle her şeyi anlatıyor.

 ‘Köyde tarlamız, kapımızda sığırımız ve İstanbul’da kayıklarımız var’



Memet köyü anlatıyor, gurbeti anlatıyor. Kendilerini anlatıyor. Yattıkları kalktıkları yerleri... İşleri, işsizliği, anlatıyor. Çekinmeden, açık yürekle her şeyi anlatıyor.

-“Şu Haydarpaşa-Kadıköy arası kayıklarında hiç bir vaka olmamıştır,” diyor. “Ellik bu, burası İstanbul. Adam nelerle karşılaşmış. Neler gelmez adamın başına! Ama biz kayığımıza binen hiç bir kadına, ne olursa olsun, bakmayız bile. Bizim buranın kendine göre sıkı sıkı töreleri var. Törenin dışına kimse çıkamaz,” diyor.

-“Memet” diye soruyorum, “buraya ilk gelişini anlat.”

Kayık sallandıkça insanın içinde bir güvensizlik

-“İlkin yedi yıl önce geldim. Hiç denizi görmemiştim. Yeni de evlenmiştim. Çocuklarım da var şimdi. Kayığa bindim, kayık sallanır. İnsanın azıcık başı döner gibi olur. Kayık sallandıkça insanın içinde bir güvensizlik.. Sonra bir günde alışıverdim. Köyden gelince burada tam altı ay kurs sürer. Yüzmeyi kayık çekmeyi altı ay talim ettirirler. Bu altı ay çıraklık süresince çırak ne kadar iyi kayık çekerse çeksin. Kadıköy koyunun dışına çıkamaz. Salacağa, Modaya bile gidemez. İzin vermezler. Altı aylık talimden sonra istediği yere gidebilir. İsterse kayığını alır Marmarayı geçebilir. Benim ilk ustam Yakup Tercandı. Akrabamdı. O, bana yüzmeyi bile öğretti. Bu kayık çekenlerin içinde yüzmeyi bilmiyenler bile vardır. Eskiler, yani kırkını geçmişlerin hiç biri yüzmeyi bilmez. Denizin ortasında, Allah etmesin, kayıkları batacak olsa, bir kulaç atıp da yüzemezler, yüzüp dışarı çıkamazlar. Suya batar giderler. Ama yeniler, altı aylık talimde yüzmeyi de öğrenirler. Bu da Apsarı töresine girdi.”

-“Günde ne kadar kazanırsınız?”

-“Belli olmaz. Belki on, belki on beş. Kışın iş olmaz. Birkaç günlük kar belimizi büktü. Hiç bir kuruş bile kazanamadık karda. Karda kışta kimse kayığa binip de Haydarpaşaya geçmez ki... Kışın gelenler ancak boğazı tokluğuna iş görürler. Belki de içimizden birkaçı elli lira arttırıp ayda köye gönderebilir. Bu yüzden kışın burada o kadar kalmazlar.”

-“Kaç kayık çalışır burada?”

-“Kırk sekiz kayık.”

-“Peki bir tanesi gelse de

bir kayık alıp burada çalışmaya

başlasa. Bir yabancı.”

-“Olmaz.”

-“Neden olmaz?”

-“Olmaz işte.”

-“Bu altımızdaki kayık senin mi?”

-“Babamın.”

-“Kaç kişi çalışırsınız bu kayıkta?”

-“Babam, ben, bir de kardeşim.”

-“Sırayla, öyle mi?”

-“Nöbetleşe.”

-“Peki sen kendine bir kayık alsan.”

-“Olmaz. Yasaktır. Burada kırk sekiz kayık vardır. Kırk dokuz olamaz.”

-“Bu kaç yıldır böyle?”

-“Ben bilmiyorum. Belki elli yıldır böyle. Elli yıldır kırk sekiz kayık.”

-“Diyelim ki bir aile on on beş erkek oldu. Ne olacak?”

-“Çalışanlar, çalışabilenler gelirler kayıklarında çalışamıyanlar başka bir iş bulurlar. Orası aile arasında halledilir. Şunu da söyliyeyim ki burada olsun, köyde olsun kayık yüzünden yüz elli yıldır hiç bir vukuat olmamıştır. Ne hırsızlık, ne cinayet, ne de bir kadın meselesi.”

-“Kışın kayıkları nereye çekersiniz?”

-“Kurbağalıdere’de Memede teslim eder, köye gideriz. Dışarıda aylığı on beş, içerde elli lira kiraya.”

-“Köyden gelenlere, çalışmak istiyenlere kayık kiraya veren bulunur mu?”

-“Kira almadan verirler. Öyle çalışsın diye verirler. Ama para almazlar. Alamazlar.”

Ötedeki bir kayıkta şişman, göbekli birisi var. Kılık kıyafeti şehirli.

-“Bu da Apsarılı mı?” diye sordum.

-“Bizim köyden ama..”

-“Aması ne?”

-“O buradan evli.. Köylü onu unuttu bile.”

Yıllardan beri İstanbul’dan, iki kişi hariç, hiç kimse evlenmemiş. Burada parayı kazanır, giden orada evlenirlermiş. Belki, buradan evlenmemek de törelerinde var. İnsanlar yaşayabilmek, rahat edebilmek için, kendi kendilerine ne sıkı töreler koyabiliyorlar. Ben şunu sezdim ki, Apsarılılar buradan evlenenlere öyle iyi gözle bakmayacaklar.

Tatlı sözlü Mehmet Çürük

-“Bu kayıkları sıraya kim sokar?”

-“Nizam ustası.”

-“Nizam ustası kim?”

-“Az önce kayığından indiğiniz adam. İsmail

Aslan.”

-“Birisi sırayı bozarsa ne olur?”

-“Nizam ustası ceza verir. Yirmi dört saat, nizamı bozanın kayığını karaya çektirir.”

-“Gene dinlemezse?”

-“O zaman İbrahim Reise haber verir.”

-“İbrahim Reis kim?”

-“İşte şurada motoru var. Biz her ay ona bir lira veririz. O da işimizi görür.”

-“İbrahim Reis ne yapar nizamı bozana?”

-“Kayığını bir hafta karaya çektirir.”

-“Gene itlik ederse?”

-“O zaman kayığını alır gider.”

-“Hiç kayığını alan giden oldu mu?”

-“Olmadı.”

Tatlı sözlü Memet Çürük… İşte bir tanesi daha İsmail Aslan. İsmail Aslan altı kardeş. Babadan kalma on beş dönüm tarlası altıya bölünmüş. İsmaile bir avuç toprak kalmış. Oraya da fasulye ekermiş. Elli dönüm olsa ne ki, geçindirir mi ki?

Aşağı yukarı köydeki herkesin toprak durumu böyle.

İsmail’in evi dört göz, üç pencere. İsmail’in burnuna tüten çocukları var. İki kardeşi de başka gurbetlerde.

Apsarı köyünün erkeklerinin hepsi kayığa. İstanbula gelmezler. Başka gurbetlere de giderler. Bu böyle gelmiş, böyle gidecek.

Ve Kadıköy’e, Haydarpaşa’ya inanılmaz kalabalığına Apsarı kıracının çatlama toprağından kuşaklar gelecekler. İlkin denizi görünce başları dönecek, azıcık şaşıracaklar. Sonra kürek çekmeyi, martılara bakmayı, güzel kızları seyretmeyi, onlarla evlenmemeyi, âşık olmamayı, denizin mavisini sevmeyi, yüzmeyi, geniş, sağlam, sağlıklı bedenleriyle, kollarıyla denizi sarmayı öğrenecekler.

Sonra gurbet türküleri düzmeyi öğrenecekler. Sevgililere ucu yanık, ucu telli mektuplar gönderecekler.

Dudaklarında denizin tuzunu, yüzlerinde güneşin tunç yanığını götürecekler köye. Ve İstanbul’dan masallar götürecekler. Deniz ejderhasının, jetlerin, güzel kızların, ulu minarelerin, içine bir köyü koysan alacak kadar büyük apartımanların masalını.

Sonra gide gele, belki de bir gün gelecek Apsarı köyünü unutup gidecekler.

Kimbilir?

EK:

Birinci röportajımda sözünü ettiğim gerdek gecesi evini bırakıp yollara düşen Süleyman okuyuculara merak olmuş. “Bunlar niçin evlendikten hemen sonra yollara düşmek zorunda kalıyorlar?” diye soruyorlar..

Anadolu’da evlenmek en fakiri için de olsa epeyce masraflıdır. Başlık vermek, düğün masrafı iflâhını keser adamın. İşte bu yüzden yeni evlenenler, para kazanmak için, hemen gurbete gitmek zorunda kalırlar.

Yaşar KEMAL