9 Temmuz 2014 Çarşamba

SEBASTİAN'ın AYDINLIK DÜŞÜNCELERİ

Boris’ciğim bak ne düşünüyorum:
M.Cem GÜR diyesiymiş ki “Ülkelerin denizciliği o ülkelerdeki amatör denizciliğin ne kadar gelişmiş olduğu ile doğru orantılıdır.”

Cem Hızlan’ın “Amatörlük Manifestosunda “ da belirttiği gibi :

“Amatör kariyer, kendini tatmin etmek için yaptığın şeyi daha iyi yapmanın yollarını içeren bir kariyer yoludur. Daha iyi, daha iyi ve daha iyi yapabiliriz. Kesinlikle amatörlük hırstan uzak bir durum değildir. Ama amatör hırslar profesyonellikte olduğu gibi kutsanmaz genellikle.
./…  Amatör tutum umursamazlığıyla, kerameti kendinden menkul kariyeriyle ve işe yaramaz vakit harcatma gibi son derece zararlı bir sonuca yol açmasıyla anarşist bir yaklaşımdır; paradoks olarak, “pasif anarşist bir yaklaşım”.
./… Gerçi amatörlüğe bulaşmış bireylerin yakın çevresi işe uyanır ve şiddetle önlemler almaya çalışır: “Abi bu senin yaptığın ölü yatırım!”, “oğlum işin mi yok?” “bak şimdi, bu işlerle uğraşacağına çalışsan iki tekne birden alırsın!” gibi bireysel çabalarla amatörlüğün önü kesilmeye çalışılır. Oysa bu çabalar toplumsal bir örgütlenme içinde olamadığından amatör girişimcilikle (gerçekten ölü yatırım) baş edemez.

Biraz da abartarak,
Amatörlük düzene sızmış incelikli bir anarşist başkaldırıdır

Yukarıdaki tanımı çerçevesinde ve genel olarak deniz – denizcilik- denize merak- denizci geçmişine merak – özenmek- yeniden hayata geçirmek gibi eylemler de  amatör çerçevede  çok geniş bir perspektifi içeriyor Borisciğim.

Ülkemizde ise tırnak içinde “amatör denizcilik” kavramı aslında çok yeni.
Bu tanımlamadan anlaşılan da motorlu ve/ya yelkenli bir tekne sahibi olan, hafta sonları ve/ya  yıllık tatillerinde denize çıkan,  yarışlara katılmaktan zevk alan, balık tutkusu olup balıkçılık da yapan, toplumun geneli içinde “mutlu azınlıktan” sayılan, sınava girip elde ettiği bir de, ticari olmayan tekne kullanmaya “ehil” olduğuna karar verilmiş belgesi olan kişilere “amatör denizci” diyoruz.

Sana şimdi garip gelse de; ülkenin moda trendlerine uygun olarak başvurup alınmış bu belge sahibi temel denizcilik ve gemicilik bilgi ve vasıflarına sahip olmayabilir, yaşamı boyunca bir sandalda kürek bile çekmemiş olabilir, denizcilik temel terimlerine aşina bile olmayabilir, denizde uygulanan trafik kuralları diyebileceğimiz “çatışmayı önleme tüzüğünden” haberdar da olmayabilir. Ama bir ehliyeti vardır.

Neyse, bunlar ayrıntı.

Amatör denizcilerin tabii en önemli dertleri sahip oldukları teknelere bağlama yeri bulamama sıkıntısı.  Marinaların tekelleştiği, sundukları hizmet ile talep ettikleri paraların ters orantılı olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Hadi yüz binlerce avroya satın alınıp güvenli mahalde bağlanma zorunluluğu olan tekneleri anlayabiliriz de kıçı kırık 5-8 metre standart ve hatta standart altı teknelerin sahiplerinin eti budu ne ki asgari 2200€ veya 6.600TL gibi bir bedel ödeyebilsin?
Balıkçı barınakları da tıklım tıklım dolu olduğundan ve tabii bu ülkede suyun başını tutanların da kendilerini “kanun” saymalarından özel teknelerin de barınaklara girişi ve kabulü hayli zor. Teknelerimize bağlama yeri bulabilmek için neler neler yapmıyoruz ki!!!? Ama sesimizi duyuramıyoruz Boris.

Son yıllarda istenen rakamlar da marinalarla yarışır duruma gelmiş.

Oysa Devlet, 5 metro üzeri her özel tekneden “Yıllık Bağlama Ruhsat Harcı” alıyor. Hem de rakam her yıl arttırarak. Eşel mobil yani – Türkçesi  “değişken skala”-

İsmi üzerinde Yıllık Bağlama Ruhsat… Yani Devlet Ana bağlama yeri gösterirse bu harcı alabilir. Nerdeeee?

Hadi varsayalım bu amatör denizcilerden biri “Ne Şam’ın şekeri ne arabın yüzü” diye kafayı kırmış da teknesini barınağa veya marinaya bağlamayacak, bir trayler üzerinde istediği yerde suya indirip zevkini yapacak, yine trayleri üzerine alıp arabasının arkasında evinin bahçesine, apartmanın otoparkına, yatağının dibine koyacak.  Güzel hayal !!

Tekneleri denize indirecek kıçı kırık 5-7 metre deniz içine devam eden beton rampa nerede? Koca ülkede kaç tane sayabiliriz?

Özetle bu amatör denizcilerin dertleri yaz yaz bitmiyor Kardeşim. İçin karardı biliyorum. Bizim de yıllardır içimiz zindan zaten.

Şimdi gelelim gerçek amatör denizciliğin ne olduğuna. Bu hem başka ülkelerde ki uygulamalar hem de ve tabii ki ülkemde görmek istediklerim.

İşin amentüsünden başlayıp dallanıp budaklanacağız:

Denizle ilişkinin amentüsü kürek çekmek ile başlar, basit bir yelken ile devam eder. Fransa’da “Voile-Aviron” –“Yelken – Kürek” Federasyonu var. Anglo Saksonlar bunlara “Sail & Oars” diyorlar.  Çocukları daha 6 -7 yaşından itibaren tekne üzerine çıkartıyorlar.  Denizi ve gemiciliği ana dil gibi beyinlerinin en ücra köşelerine zerk ediyorlar. Yarış ise sadece yılda bir kere yapılan deniz şenlikleri içinde bir bölüm. Amaç hayat boyu eğitim. Denizciliğin amentüsünü nesilden nesile aktarabilmek.

Hatta en uç örneklerden biri de Fransa’nın dağlık bölgelerinde bulunan ilk okul müfredatına bile bu “Yelken Kürek “ Federasyonu eğitim programını zorunlu kılmış olmaları.

Ne mi öğreniyor bu çocuklar? Önce boyna küreği (?- hadi araştır bakalım neymiş)  ile sandalı yürütmeyi, sonra grup halinde bir sandalda kürek çekmeyi, sonra ekip halinde yelken kullanmayı ve tabii gemiciliği.

Benim hayalim de “Gençler için denizcilik parkları” idi Boris.  Sahilde 3-5 boktan fiber filikanın olduğu, dar bir deniz sınırı içinde, her yaşta çocuğun ve özellikle de yetimhanelerden gelecek olanların bu sandallarla alt alta üst üste oynamaları, keşfetmeleri, kürek çekmeyi öğrenmeleriydi. Heyhaaat!!!

Amatör denizcilik çerçevesi içinde başka neler var?
7 Yaşından sonsuz yaşa kadar herkesin katılacağı, belediye veya sivil toplum kuruluşlarının ön ayak olup açacağı “tekne yapım” atölyeleri.  İnsanlar üzerine bindikleri şeyin ne olduğunu öğrenip saygı duysunlar, el becerileri ile “amatörce” kendi teknelerini yapsınlar diye. Uygulanan planlar basit ve tamamı su kontraplağı ve epoksi ile inşa ediliyor. Avrupa’da Amerika’da Kanada’da Avusturalya’da binlerce binlercesi var… Ama bizde yok! İleri aşamalarda özel tekne siparişi alanlar bile var.
 İnsan doğal olarak neden yok diye sormadan edemiyor. Her yıl yurtdışından ithal edilen binlerce avroluk tekne piyasasının pompalamalarının acaba bir etkisi var mı?

Sivil toplum kuruluşları / Dernekler / Kulüpler Ülkenin genelini kapsayan ama kendi yörelerine ağırlık verdikleri sivil denizcilik tarihi araştırmaları yapıyor bunları yayınlıyor “work shop’larla” veya Türkçesi ile “atölye çalışmaları” ile zenginleştiriyorlar.  

Yöre balıkçılarının geçmişte kullandıkları av araçları- tekneler- sefere çıkış gelenekleri- avın-mahsulün pazarlara gönderimi – deniz kazaları – kurtarma çalışmalarına katılan yöre halkının çabaları - köyden, kasabadan yetişen önemli deniz şahsiyetleri vs…

Bunlar araştırılırken …”Aaaa, o zaman dedelerimizin, atalarımızın kullandıkları teknelerin tıpkı yapımlarını inşa edelim, Tarihi mirasımıza sahip çıkalım, köyümüze, kasabamıza gelenler görsünler, hatta onları makul bir fiyata bu teknelerle dolaştıralım, bakım onarımları için paralarını kendileri kazansın” fikri doğal olarak fışkırıveriyor.

Orada, burada, köşeye atılıp ölümlerini bekleyen güzelim tekneler yenileniyor, gelin kızlar gibi yeniden denizlere kavuşuyor.

Amatör tutkuluların öncülüğünde köyün- kasabanın halkı projeye hem maddi hem manevi destek sağlıyor. İmece esas lokomotif oluyor. Sonunda ortaya çıkacak olan hepsinin geçmişi !!! Gurur duymaz mı insan?

Bu aşamalar zaman içinde tohumdan fidana sonra da ağaççığa dönerken ülkelerin Deniz Kuvvetleri Komutanlıkları, Turizm ve Enformasyon Bakanlıkları ülkenin Dünya denizlerinde gururu olup yıllık deniz şenliklerinde bayrak gösterecek bir “okul gemisi” fikrine ulaşıyorlar.

Okul gemisi hem donanmanın hem de sivil denizcilik kurumlarının ortaklaşa kullanacakları bir değerdir. Bir okul gemisi o ülkenin tarihinde, denizlerde kullandığı, kendine veya içinde bulunduğu coğrafyaya özel bir tekne olmalıdır. Ahşap ve klasik armalı olması eğitime katılan gençlerin denizcilik ve gemicilik vasıflarını geliştirecektir.

Tabii bu gemi ortak akıl ile iyi planlanmalı, Dünyanın her yerinde ziyaret ettiği marinalara, limanlara kolaylıkla girebilecek boyda posta olmalı ve makul sayıda mürettebata sahip olmalıdır. Yoksa devlet ricalinin "bedava tatil" amacı ile kullandığı "lüks yacht" olmamalıdır. 

İşte taa işin amentüsünden başlayıp ülkenin gururu olacak okul gemisini de içine alan ülkenin bu kocaman “ deniz evreni” yılın belli tarihlerinde düzenlenen “deniz şenliklerinde”  ülkenin dört bir yanından gelip yine gururla “görücüye” çıkıyorlar. İsteyen gruplar yurt dışındaki şenliklere de katılıyor. Böylece M.Cem GÜR’ün de her fırsatta vurguladığı gibi “deniz insanı dünya insanıdır” deyişini gencecik dimağlara işliyorlar. Her bir gencin ufku engin denizler kadar açık.

Sonra bu verimli tarlanın meyveleri ne mi oluyor Boris?

Dünyayı dolaşan ve bayrak gösteren, birkaç uzun yılda onlarca değil her yıl onlarca “amatör” denizci çıkıyor ortaya,

Dünyada sayılı açık deniz yarışlarında “dereceye giren” profesyonel yelkenciler boy gösteriyor,

Ülkenin sivil denizciliği ile ilgili önemli bir tarih arşivi ve kütüphanesi oluşuyor,

Tekne tasarım okullarının sayısı artıyor ve amatör tasarımcıları alaylı olmaktan okullu olmaya geçiyorlar. Artık, “Ben yaptım oldu!” mantığı destekçi bulamıyor. 

İnsanların tek tek estetik duyguları gelişiyor, böylece imal edilen ve satın alacakları teknelerin üreticilerini  hem estetik hem de güvenlik standartlarında zorluyorlar.

Her yıl denize daha çok amatör yapım tekne kavuşuyor.

Maket ve modelcilik uluslar arası standartlara erişiyor, artık hapisane işi kibritten yapılan yelkenli teknemsiler piyasa görünmüyor.

Oyuncak dükkanlarında havuzlarda, denizde çocukların yüzdürebilecekleri model tekneler ortaya çıkmaya başlıyor. Bunlar hem küçüklerin hem de erişkinlerin hayal dünyalarının ufuklarını genişletiyor.

Günümüzde aylık yayımlanan, aslında ithal ürünlerin reklam dergileri olan tekne/ teknecilik dergileri çok daha ihtisas dergileri haline geliyor.

Bodrum’da olduğu gibi Yunanistan’ın Spetses ve Kyklades Klasik tekne yarışlarına, İtalya’da, Katalonya’da, Bask Bölgesinde, Tunus’ta düzenlenen şenliklere bizim öz inşa teknelerimiz ile katılıyoruz, onlar da ülkemizde düzenlenecek şenliklere  geliyorlar.  Egenin ortak dostluk denizi deyiminin hayata geçiyoruz. Doğal evrenimiz Akdeniz Dünyası ile kucaklaşıyoruz.

Daha çok deniz/ denizci şarkısı, daha çok deniz/ denizci şiiri bestelenip yazılıyor.
Daha ne olsun ??

Bizcileyin insancıklar böyle gerçekleşebilecek umutlar beslerken, büyük çoğunluk veya eski deyişle “kahır ekseriyet” neticesini yerinden bile oynatmıyor. Bu düşüncelere “boş işler” – “bana ne faydası var ki?” diye burun kıvırıyor ve hatta bir de fikirleri dinamitliyorlar bile.


Bir tek sana dert yanabiliyorum Boris.