29 Ağustos 2014 Cuma

1519 KİTAB-I BAHRİYYE Pirî Reis.


500 yıl önce bu denizlerde var olan kayalıklar, topuklar, koylar, tatlı su kaynaklarının hâlâ üzerinde yaşamak ayrıcalıklı bir duygu....

BU BÖLÜM ANADOLU KIYILARINDA SAPLICA LİMANI VE ALACA AT KIYILARINI ANLATIR.

./...NESRGİSÇİK, bir dağın içine girmiş tabii bir limandır. Yıldız tarafından girilir. İçme suyu yoktur. Rutubetli, sarp dağ kenarlarıdır. Buraları dolaşıp Gök Limana gelinceye kadar derin kenarlardır. Demir yetişmez(kesmez). Çünkü dağ kenarlarıdır. Bu yol üzerinde kıbleye karşı KARANLIK DERE körfezi vardır. İki dağın arasındadır. Onun için derindir. Gemi yatmaz. Onun bir mil şorok (*) tarafında TEKE burnu vardır. Burada bir yüksek dağ vardır. O dağ kış günlerinde keçilerin kışlağıdır. Dağın dibi çok derindir. Öyle durup yatılacak, barınılacak yer değildir. Bu burundan GÖK limanı iki mildir. Tabii bir limandır. O limana şorok tarafından girilir. İki dağın arasındadır. Bir dere gibidir. Sarp ve ormanlık yerdir. İçecek su bulunmaz, rutubetli yerdir. Bu limandan çıkıp SIĞACIK limanına gelinmeye kadar demir yeri yoktur. Gök liman ile Sığacık limanı arası poyraz istikametine on beş mildir.

SIĞACIK LİMANI VE EGE’YE YAKIN OLAN ÖTEKİ LİMANLARI ANLATIR.

SIĞACIK limanı, Aydın ilinin Sivri Hisar limanının içinde bir küçük sığlıktır. Fakat iri barçaların(**) girebildiği tabii bir limandır. Bu limanın ağzında alçak, yassıca bir adacık vardır. O adacıkla Anadolu’nun kıble burnu arası sığdır. Küçük gemiler geçer. İri barçalar bu limana girince bu adanın yıldız tarafından geçerler. Çünkü o taraf hem geniş, hem derindir. Fakat adanın poyraz burnunun ucunda denizde bir taş vardır. Bu taş deniz yüzünde görünmez. Ancak adadan bir palamar uzunluğunda açık yürünür. Tatbikatta çizdiğimiz şekle bakarlarsa istediklerini kolay bulurlar. Bu limanın dört mil kıble istikametinde TUZLA denen bir yatak yeri vardır. Burası Karaca’dan Sığacık limanına yakındır. Denizden gidilince dört mildir. Tuzla kıbleye karşı bir körfezdir. Ortasında bir taş vardır. Su yüzündedir, görünür. Fakat etrafı derindir. Her tarafından geçilir. Buraya giden gemiler Sığacık yanındaki burun kenarından yürürler. Orayı dolaşıp yıldız istikametinde demirlerler. Yufka sulu iyi bir yerdir. Kenarları alçaktır. Buranın iki mil kadar kıble tarafında iki küçük adacık vardır. O iki adacığın arasından geçilmez. Çok sığdır. Fakat Anadolu ile ada arasından kayık geçer. Sığlık, kenarları alçak ve düz yerlerdir. O kenarlarda
SANTARON taşı çok bulunur. Bu taş suda batmaz. Kaba taştır. Bazıları o taşla ayak ezerler. ./…
Vesselam.
1519
KİTAB-I BAHRİYYE
Pirî Reis.

(*) Şolok veya Şorok: Cenup doğusu taraf- Keşişleme yönü.

(**) Barça : İlk defa Venedikliler inşa etti. (Bargie) Altı düz nakliye gemisi.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

BERNARD MOITESSIER- UZUN YOL- NOTLAR

Dahası, üstümüz dün sirrüslerle kaplıydı, bu sabah ise bir sürü alto kümülüsle. Bu işaretler yakında rüzgarın yeniden geleceğini söylüyor.

Horn’u geçerken güney sonbaharına kalmamak için biraz kamçılamak gerekiyor

Atlantik dümen suyunda kaldı. Önümüz Hint Okyanusu. Bu dolaylar İğneler akıntılarının kaldırdığı denizler yüzünden tehlikeli hale gelebiliyor.-Horn’dan bile daha teklikeli- 8 ila 15 metre arası birçok tekne iyi hatırlar: Burnun açıklarında yuvarlanan Atom adlı tekne, bir ponton gibi üstü traşlanmış olarak düzeldi. Awhanne kariyerinin en berbat havasına bu sularda rastladı. Ve Horn’un ne olduğunu anladı. Marco Polo, Eve, Adios, Walk About, Wanda, Marie-Therese II, hatta daha başkaları, Durban ve Port-Elisabeth arasında, bazı yerlerde 5 knot’a varan İğneler akıntısına karşı esen fırtınanın kırılan dalgalarında ya devrildiler ya da ciddi hasara uğradılar. Seyir bilgilerine göre en tehlikeli sektör, İğneler Bankı’nın deniz altında kalan sarp tarafının güney doğusuydu.

Hiçbir sürpriz bize dokunmasın diye, ıskotalar kontraya, yeke rüzgar altına, yelkenler en düşük camadanda…

Hink Okyanusu’nu geçerken tekrar okuduğum Conor O’Brien, eğer yapılan manevra bir işe yaramayacaksa, arada bir tam günlük bir dinlenmeyi tavsiye ediyor.

Monoton olmaksızın günler günleri kovalıyor. Birbirine benzer gibi olsalar da hiç öyle değil. Deniz hayatında özel bir boyut, düş ve basit özgünlükler kazandıran da bu zaten. Deniz, rüzgârlar, rüzgârsızlık, bulutlar, kuşlar, yunuslar. Dinginlik ve evrenle uyumlu yaşamın neşesi.

Hindi çini’deki çocukluğumda Reis derdi ki: “Kaba dalgayı kemerenin iki parmak gerisinde tut ve rüzgârın, pruvaya bakarken hep sol kulağının arkasında hissetmelisin. Ay, ufkun bir büyük bir de küçük karış üstündeyken ya da şu yıldız ayı örten buluttan bir kol boyu ötedeyse, deniz fosforlu ve sakin olur; o zaman adanın rüzgâr altında oluruz”

Akdeniz’de yelken okulunda ders verirken kursiyerlere pusula kullandırmazdım. Porquerolles’den Calvi’ye giderken 11o rotasını tutmak yerine, mürettebatım Mistral’in kaba dalgalarını, kıç tarafın çok az sancak omuzluğundan alarak dümen tutmalıydılar. Geceyse, Kutup Yıldızı, iskele kemerenin bir küçük karış gerisinde tutulmalıydı. Şayet ortada ne kaba dalga, ne de yıldız görünüyorsa, o zaman elde ne varsa onunla yetinilmeliydi. Bana göre bir yelkenlinin içindeyken, ucu mıknatıslı bir iğneye takılıp kalmak, hareket ettiği görünen ve görünmeyen gerçek evrene katılmayı önlediği için öyle istiyordum.

Önceleri, Batı Dünyasının kutsadığı pusulayı neden reddettiğimi anlamıyorlardı. Bu karşılık, zaman içinde tekneyle birlikte gökyüzünden ve denizden bahsedildiğini de duymaya başladılar. Kara, eski denizcilerin gördüğü gibi, ufuktan mavimtırak olarak meydana çıktığında, içlerinden bazıları, modern dünyanın şiddetle kapı dışarı etmeye çalıştığı ilahlara, biraz açık kapı bırakması gerektiğini fark ettiler.

Şimdi de sirrüslerle denizin gürültüsünde, bir fırtına tehtidinin sesini dinliyorum.

Rüzgârlar, atmosferin üst katlarında kuvvetli olduğunda, aynı ısıda olmayan hava katmanlarında önemli yoğunluk farkları oluşur. Bu yüzden yıldızlar, artan kırılmanın ışığı saptırmasından normalden daha çok pırpırlarlar. Dolayısıyla yüksekteki rüzgârın büyük şiddete ulaşması, genellikle her zaman pertürbasyonun yaklaştığına, en azından havanın kararsızlığına işarettir.
Havanın çok güzel olduğu bir gece, bir balıkçı taicong’u (Reis) bana, yıldızların pırıldadıklarında neden rüzgârı haber verdiklerini anlatmıştı. Çünkü yukarıda rüzgar vardı, tıpkı mumun alevine üfler gibi yıldızların zayıf alevine üflüyordu. Bu yüzden yıldızlar sallanıp duruyordu. Rüzgâr ne kadar kuvvetle erse essin onların en aşağıdakilerini bile söndüremediği için kızıyor, denizin üstüne inip hırsını denizden alıyordu.


Hazirana doğru yola çıkan üç kişiden bir tek Knox-Johnstone’nunki tekne gibi tekneydi. Öteki ikisi yüksek enlemlerde yolculuk etmek için fazla nazik, plastikten küçük şeylerdi.

3 Ağustos 2014 Pazar

ÇİN JONG'u

“… bilinmeyen nedenlerden, Rach-Gia’nın kurutulmuş karidesleri Kamboçya’ya sokulamazdı.
Benim jonk normal zamanlarda 20 ton taşırdı. Çok iyi havalarda 25, fakat lodos musonları açıktan estiğinden, sert dalgalar yüzünden 15, 17 ton taşıyabilirdi. Kurutulmuş karides torbaları pek de ağırlık yapmazdı ama açıktan açığa kimselere duyurmadan, jokumun bakımının daha iyi yapılmasına faydalı olurlardı. O da bütün Siyam Körfez'indekiler gibi çarmıhlı direkleriyle Çin usulü donatılmıştı. Öndeki küçük direği, tek kişinin palangasız basabileceği balenli, az satıhlı bir yelken taşırdı. Bu mukabil, her bir baleni çift erkek bambudan oluşan ana yelkeni abramak için altı kişi gerekiyordu. Yine de kötü havada bir Çinli yelkenini abramaktan daha kolay bir şey yoktur: bu koca sathı, rüzgarın kuvveti ya da yönü ne olursa olsun, bir kişi tek başına küçültebilirdi. Mandarı biraz boşlayınca, aynı yelpaze gibi, ilk balen kendi kendine gelip bumbanın üstüne oturuverirdi. Üstüne bir camadan daha mı gerekti? Yelpaze her balenin ucundaki palangalardan geçen ıskota sisteminin kendi kendine ayarlanmasıyla biraz daha kapanırdı.
Bu, koca bir yarasanın kanatlarını andıran büyük ve güzel Çin yelkeninin sadece iyi tarafları yoktu. Rüzgarın düştüğü zamanlardaki yalpada bütün haşmeti ile nasıl dövündüğü gözümün önüne geliyor. Yıpranmadan dolayı her üç haftada bir  değiştirilen 50-60 metre ıskotaları ile her ay yenilenen balançinaları yüzünden  iyi bir halat tüketicisiydiler. Yine kurak mevsimde her beş ayda bir, bir takım yelkeni yerdi. Çünkü yelkenler orada latanya denen, Hint adalarının bir çeşit palmiyesinden örülerek yapılırdı. Çinli tüccarlar bu malzemeyi çok ucuza, altmış santimlik kumaş şeritleri halinde satar, Hindistan cevizinden yapılmış kaba sicimlerle, Avrupa’da çuval dikmekte kullanılan eğri iğnelerle dikilerek bir araya getirmek yeterliydi. Dikmesi, grandinlenmesi, beş çift layatla balenlenmesi, bumbasını, açavelasını, balançinasının donanması, bütün mürettebatla sadece bir günlük işti. Sonra bordadan aşağı sarkıtılarak küflenmeyi önlemesi için bir gece boyunca tuzlu suyun içinde bırakılırdı. Hatta yelkenler, bir kere şafak vakti bir kere de akşam güneş batarken günde iki defa, bambudan esnek saplı kepçe gibi bir şeyle açavelanın tepesine kadar deniz suyuyla sulanırdı. Yine de yağmur mevsiminde yelkenleri üç ayda bir yenilemek gerekirdi.

./… Bütün bu birikimlerden teknelerim, Snark, iki tane Marie-Therese ve de Josuha doğdular."

Bernard MOITESSIER
Uzun yol

"Gyptis" ile gezinti

Tekne PRÔTIS projesi için inşa edildi.
PRÔTIS İ.Ö 6. yyda Fenikeliler tarafından kullanılan ve sadece kereste ile doğal elyaf iplerle dikilerek inşa edilen bir ilk çağ deneyimsel tekne inşa ve seyir projesidir.


















1 Ağustos 2014 Cuma

DERYADA ESTETİK - YÖRESEL GÜZELLİKLER

İyi tekne tanımı pek çok kişi için anlaşılmaz, tanımlaması zor kavramlar olabilir. Ama iyi tekne en basit tanımlaması ile "denize yakışan" teknedir. 
Limanda, alargada, yol alırken bakanları, seyredenleri irite etmeyen tekneye kabaca "iyi tekne" diyebiliriz. Tabii ki bu tanımlama olması gereken teknik alt yapıyı içermiyor. 
Yöresel ve geleneksel tekneler unutulmamalıdır ki yüzyılların deneyim, birikim ve damıtılmışlarının ürünüdür.
Tabii ki derdimiz tutkumuz küçük boy tırandiller.