24 Nisan 2014 Perşembe

YORUMSUZ & AÇIKLAMASIZ

Açıklamasız ve yorumsuz bir dizi ....





Bizim Olympos civarı eski çağlarda bir liman kenti idi. Çevresinde bulunan Kaptan Eudemos'un lahti üzerinde oyma resim.Bodoslamada bir siren var....




Kitabesi ise şöyle :

I Eudemos, know from my captainship the way between the ways

From one Pontos to the other, the discovery of Pallas.
All the people from Chalcedon town of Bythinia decreed…
My fortunate homeland seeing me fit gave me the duty of office.
The people of Lycia were of the same mind; and I was a member of the council of Elder.
The ship is anchored at its last harbour, never more to depart, for no aid is now forthcoming from either wind or sunlight;
Captain Eudemos, taking leave of the light-bearing dawn, was buried there and his ship with its lifespan short as a day, like a broken wave.








İllüstrasyonların ve resimlerin tamamı Akdeniz, Ege, Marmara denizlerinden.
İlk 6 resim İlkçağ tekne örnekleri.

Aşağıdakiler ise halen inşa halinde olan Ionia resimleri.........



21 Nisan 2014 Pazartesi

BISQUINES - LUGER - LUĞER



İlk karşılaşmları olan 1990 dan beri bu iki “bisquine” her yarışta karşı karşıya geliyorlar. Eğer bu yıl kazanana verilen Sevr vazosunu La Grandvilaise evine götürdü ise bir sonraki yarışta Cancalaise vazonun sahibi olacaktır. Her ikisi de üzerlerinde dümen tutmuş olan büyük denizciler Eric Tabarly, Isabelle Autissier ve Christophe Auguin’leri kendilerine aşık etmişlerdir.
Photo @ Julien Girardot (Sea & Co)

Şimdi bakalım… 18,28 metre tekne boyu, 340 metrekare yelken alanı: h,ç şüphesiz bu bir IMOCA 60Ft. Ama hayır tam değil. Yüklü ağırlık 50 ton- meşe, Oregon çamı, çam hepsi birlikte carbondan birazcık daha ağır. Engellemez. Kağıt üzerinde bir bisquine  çok şey vaat eder. Suda, bu geçen yüzyılın başında kullanılan balıkçı teknesi sözünü yerine getirir. Çünkü daha 10 metre cıvadra ve 4 metre de bocurum bastonu eklemek gerekiyor. Üç direğe gelince: 3 kata kadar yelken kullanabiliyorlar. Hiç kuşkusuz bisquine Fransa kıyılarının en güzel, en çok yelkenli, en güçlü iş teknesi olarak kalacak.

XIX. yüzyılın başında Gaskonya veya Biskay körfezinde hayata geldi- Basklı denizcilerin “Biskayen” teknesi baş kıç bir bir tekneydi. Bu tip performası yüksek fakat güvertesiz tekneler seyir alanlarının özelliklerine göre geliştikçe yavaş yavaş Atlantik sahillerinden kaybolmaya başladılar.


Apaz seyirde beyaz bisquine şimdiden 14 knot hıza erişmiş. Ama güverte üzerinde mürettebat vinçsiz, kıstırmaçsız ve piyanosuz hiç de rahat değil. Her şey sadece kas gücü ile yapılıyor.     
Photo @ Julien Girardot (Sea & Co)

XIX.yüzyılın ortalarında biskayen biskin’e dönüşerek  Kuzey Brötanya ve Normandiya’da boyutları ve donanımı itibariyle başka bir aile kurdular. Fakat 1890 ve 1930 arasında Mont-Saint-Michel körfezindeki tekne yapımcıları bisquine’lere asalet payesini vereceklerdir.

Med-cezirde seviye farkının 4 katlı aratman boyunda 14 metrelere ulaştığı – buralarda akıntıların vahşi nehirler gibi gürüldediği kuytularda hızlı, kolay manevra yapabilen, rüzgârı iyi yakalayan tekneler gerekir. Granville ve Cancale yapımcıları önce bir prototipten yola çıkarak tekneleri geliştirdiler. Baş formalar inceldi, su kesimi arttı, kıç kambur uzadı… 1900 lerde bisquine en mükemmel haline ulaştı.

Yapımcıların ve denizcilerin 2 mottosu vardı artık: Daha fazla güç, daha fazla hız.
Hızlı gitmek gerekiyordu çünkü midye ve özellikle de Saint Jacques istridyeleri av süresi kurallara bağlanmıştı ve denetleniyordu. Hızlı gidilmesi gerekiyordu çünkü 400 adet çeşitli büyüklükteki bisquine Cancale açıklarında, balıkçılık koruma yetkililerinin ateşleyeceği top ile  bağıra çağıra ileri atılacak ve av sahasına önce varıp sonra da pazara önce varmaya çalışacaklardır.
Güç gerekiyordu çünkü ağ, gırgır vs çekmek için  devasa güçlere ihtiyaç vardı. Aynı şekilde  meşhur “at ayağı” istridyelerini toplamak amacı ile tekneler dört  ağır demirden kafes ve ağzında kulu kazıyan bir bıçak taşıyan yapıyı çekmek durumundaydılar. Sadece size bir fikir vermesi için 4 adet standart admiralti çapayı deniz dibini kazıyarak çekmeyi deneyin bakalım tabii sadece yelkenle.

Hızlı gitmek gerekiyordu çünkü yıllık yarışlar kurumsallaşmaya başlamış, mecburi yıllık toplantılar oluşmuş ve yarışlarda alınan dereceler gurur vesilesi haline gelmişti.

İlk yarış tarihi 1845 ise de altın çağını yakalamak için 1895’i beklemek gerekti ve sonra 1914’e k: adar sürdü. Bu dönemde en güzel bisquine’ler inşa edildi Le Vengeur (G 15), La Rose-Marie (G 16), La Mouette (CAN 37) ou La Perle (CAN 55). Yarışlar Saint-Malo, Cancale ve Granville önlerinde yaz aylarında yapılıyordu.

Birkaç gün öncesinden tekneler karaya alınıyor, karinaları temizleniyor, kömür katranı ve don yağı ile yağlanıyorlardı. Sadece yarışlarda kullanılan yelkenler depolardan çıkarılıp elden geçiriliyordu.

Start verildiğinde yarış acımasızdı. Meşhur cıvadra gözteriye katılıyor, Ortaçağ şövalyeleri kargısı gibi tramolalarda korku salıyordu. İki tekne karşılaştıklarında hemen turnuva düzeni alınıyor hemen sonrasında birkaç on metreye kadar birbirlerinin üzerine seyrediyorlardı. Sonrasında şövalye geleneklerinden uzaktı: Yarışta yol hakkı ihlalleri, bordalamak çokça vuku buluyordu. 50 tonluk meşe ve irokko kütlenin boci tramolaya karar vermesinde rotayı düz tutmak marifet istiyordu.
Takımlar birbirlerine küfürler yağdırıyor, devasa kürekleri sallıyor, sotadan baltalar çıkarılıp göz korkutuluyordu. Ödül törenleri öncesinde karada itişip kakışmalar az değildi. Bütün hengâme Cancale’li ve Grandville’lilerin onuru içindi.


La  Cancalaise  1987yılında Perle Ustanın planlarına göre 1905’te yapılan teknenin replikasıdır.  Planlar eski teknelerin tutkunu olan Jean le Bot tarafından yeniden çizildi. Photo @ Julien Girardot (Sea & Co)

Çünkü bu bisquiner ölmediler. Cancale’in küçük limanı 1987 yılında yolu açtı. La Cancalaise’in suya indirilmesi ile Fransa- nihayet -  denizcilik tarihi mirasına destek vermeye başladı.
En canlı şekliyle Grandville bu hareketi izledi. Üç yıl sonra yapımcı Claude Anfray 1900 yıllarının şaheseri La Rose-Marie’den esinlenerek La Grandvillaise’i suya indirdi. Birinci tekne siyah ikincisi beyazdır. İkisi de muhteşemdir. Hâlâ yarışmaya devam ediyorlar.


La Grandvillaise..Photo @ Benoît Stichelbaut (DPPI)

1990 da ilk karşılaşmaları için mürettebat küfürlerini, baltalarını depolarda bıraktılar ama volon kazanma hırslarından bir şey kaybetmediler.



İYİ BİR YAŞAMIN SIRRI / Haldun SEVEL


Çünkü doğa bize, daha az ile yetinme ahlakı ve mutlu olma hakkı sunar…
Gökova koylarının bağrında, emektar teknem Maviş’in sıcaklığında, şu kış günlerinin ıssızlığında, orada yaşadığım her gün, her gün batışı, her gün doğumu ve her gece, her mehtap, sonsuz samanyolu, yazılası bir öykü kadar güzeldir bütün bunların hepsi…
Karnım acıkır bazen gözlerim dalar, şöyle bol domatesli, patatesli bir İzmir köfte hayal ederim ve yanında daha soğumamış tap taze bir köy ekmeği, limonlu zeytinyağlı bir çoban salata… İçimin aç gözlülüğü dürtükler beni, “hadi bas marşa, yürü git bağlan marinete, fırla git Marmaris’e, ister İzmir köfteni ye, ister güzel bir İskender, yeşil salata… Cevap vermem o sese, sadece denize bakarım, attığım bayat ekmek kırıntılarını yiyen Melenur’larımı seyrederim… Sahilinde denize değen çalılar arasında onları avlayan Balıkçıl’a ve Balıkçıl’ın üstünde daireler çizen yalnız ve cesur Miho kuşuna bakarım, Buhur ağaçlarının kokusunu taşıyan rüzgâra uzanırım nefesimle… Denizin bin bir desenli renklerine imrenirim, içim gider, denizle sevişesim gelir, içimdeki ses utanır susar…
Yaşama dair beklentilerimizde, kendimizi tevazu ve alçak gönüllülüğün yerine, arzuların ve hırsların yükselişine bıraktığımızda, sürekli bir hayal kırıklığı içinde yaşamaya başlarız… Ve dolayısı ile hırslarımız ne kadar büyük ve ölçüsüz olursa tahammülsüzlük sıkıntısı da o denli büyümeye devam eder.

Spinoza: “gerçek lüks, kendi hayatını keşfetmek, kendi kaderini yönetmektir…
Gerçek lüks, doğa ile iletişim, sessizlik ve savrulmaları olmayan ağır ritimli bir yaşam ve doğanın içinde ve zamanın dışında yaşamak zevki ve istemli aylaklıktır… İşte bunlar satın alınamayacak bir dolu nadir ayrıcalıktır…

Spinoza abi denizci miydi bilmem ama çok doğru sözler söylemiş… Çünkü lüks denince, bunun aracı olarak da akla önce de sonra da para geliyor… Bence asıl mesele şu ki… Çok para sahibi olmak için kısıtlı yaşam süremizden hangi bedeli ödemeye hazırız? Eskilerin dediği gibi sahip olduklarımızın bize sahip olmasını istemiyorsak, harcamalarımızı, tutkularımızı tatmin etme olanağı verse de, harcamalarımıza hiç durmadan kaynak yaratmak, olmuyorsa borçlanmak yerine, her fırsatta doğaya koşarak, gerçek manevi tatmini hayatımızdaki aç ve üzgün ruhumuzdaki yerine koymayı tercih etmeliyiz…

İşte ben ve dostlarım bu yüzden sadece denizlerde yaşıyoruz.
Doğa bize daha az ile yetinme ahlakını sunuyor…
Lüks daireler, Lüks yatlar, çok pahalı otomobiller, vs. vs. Diğerlerinin gözlerini kamaştırmak, ya da en azından onlarla eşit düzeyde olmak için kendi seviyemizde olan insanlarla sürekli rekabet ederiz… Kazanç ve lüks konusunda daha başarılı olanlar karşısında kıskançlıktan kıvranır… Bunun yanı sıra bizim hayat seviyemizi yakalamayı başaramamış olanları da hor görürüz…

Öte yandan doğa bize daha az ile yetinme ve mutlu olma ahlakını öğretir…
Düşünür Albert Birot bu konuda tam yerine oturan bir söz söylemiş “ …hepimiz kendi gücümüzle kendi alışkanlıklarımızın katili haline gelirsek, işte o zaman gündelik hayatımız dahi bize mucizeler yaratmaya başlaya bilir!”
Peki, nedir bu alışkanlıklar? Yani çocukluğumuzdan itibaren bize çakılan alışkanlıklar… Dünyanın baronlarından Ernst von Salomon aynen şöyle demiş “ Biz halkın mutlu olması için mücadele etmiyoruz. Ona bir kaderi benimsetmek için mücadele ediyoruz”
Bin yıllar öncesine gidelim, Platon ‘Devlet’ adlı eserinde, halkı, gönlünü hoş tutmak için, tüylerinin çıktığı yöne doğru okşanması gereken koca bir hayvana benzetir… Yani insanlık tarihi boyunca değişen hiçbir şey yok, ‘otur’ komutuna itaat eden o büyük çoğunluk için.
Bu gün biliyoruz ki haz ve mutluluklarımız bize sunulan şeylerde değil, DNA sarmallarımızda kayıtlıdır… Mutlu ve haz dolu bir hayatın nasıl olması gerektiğine karar vermek bizim önümüze sunulanların ve sunanların işi değildir… Yaşam ustalarından Drieu La Rochelle bir gün bir toplantıda şöyle haykırmış “ Yalnızca aşırı uçlarda yaşamak istiyorum, ortalama olan her şey bana çığlık atma hissi veriyor, tek bir modelin çemberinden kaçmayı öğrenmeliyiz ”
İşte bu yüzden ben ve dostlarım denizler ülkesinde yaşıyoruz, orada Ernst von Salomon gibilerin sesi işitilmez…
Doğa ve deniz, daha az ile yetinme ahlakı ve bunun sonucu olarak mutlu olabilme hakkını sunar…

“Neden bebek sayılacak bir yaşta okula gitmek zorundayız? Öncelikle sessiz durmayı, dakik olmayı ve toplu itaati öğrenmek için” der Kant. Çocukluktan itibaren ruhumuza kazınan bu düzen alışkanlığı, bizi bir daha asla terk etmeyecektir… Yaramaz ve hayalci iken, uslu, itaatkâr ve düzenli hale geliriz”
Ve böylece ne olur? Evet, geleceği hayal etmek çekicidir, ama sonuçta onu gerçekleştiremeyen ve sadece hayali ile yetinen ve böylece ömürlerini tüketen itaatkârlar haline yaşarız.

Gündelik hayatı tekrar tekrar yaşamaktan kurtulmak… Kim bir an olsun böyle bir hayalle mutlu olmamıştır ki?
Andre Breton: “Şimdilik yaşamın ürkütücü ve bezdirici mutsuzluğuna ve bayağılığına karşı, terör ve savaş dışında bir çare bulunamamıştır” der… Demek ki Andre abimizin hiçbir zaman o mavi bir dünyadan haberi olmadı.
Çünkü deniz daha az ile yetinme ahlakı ve bunun sonucu olarak da mutlu olabilme hakkı sunar…

Mutluluk üzerine yazılan kitapların o kadar yavan olmasına neden olan şey, genellikle hep aynı mesajı vermeleridir… Efendim yaşadıklarınızdan memnun olun… Yok efendim sahip olduğunuz hayatı isteyin, onun kıymetini bilin… Bu kadar yavan bir bilgelik, insanı dünyadaki en güzel şeylerden mahrum yaşamaktan başka hiçbir işe yaramaz…
Her gün televizyon haberlerinde dünyadaki ve ülkemizdeki felaketleri seyretmek nedir? Etkisi nedir? Aslında başkalarının yaşadığı felaketlerden zevk almayız tabi ki, ama hangi felaketlerden kurtulduğumuzu da görerek, farkına varsak da varmasak da, kendimiz şanslı hissederiz.

İnsanın başına gelebilecek en kötü olay, en kötü şey, bile bile kendi mutluluğunu ıskalayıp geçip gitmektir… ‘Haz dolu yaşam’ denen mucizenin yaşamamız gereken bir hayat tarzında olduğuna karar verememek… Ya da cesaret edemeyerek, bir gün her şeyi beklediğiniz biçimde değiştirecek bir sürpriz, ya da mucizevi bir gelişmenin olmasını, boşu boşuna beklemektir.

Yani basit bir müsvedde gibi olan yaşamınızın tatsız ve monoton dengesinin çok geçmeden değişip, istediğiniz biçimde gelişeceğine boşu boşuna inanıp beklemek… Bu ancak şu demektir, yaşamın bize sunmaya hazır olduğu gerçek mutluluk ve hazlara karşı, dünyanın ve yaradılışın bize sunduğu zevklerinden el ayak çekerek, yaşanabilir o güzel hayatı ölüme kadar erteleme olgusudur...

Tanrıya inanıyor musunuz? Ya da Halikarnas Balıkçısı gibi yaradılışa inanıyor musunuz? O zaman size sormak isterim… Denizlerdeki, birbirinden müstesna koylardaki o cennet güzellikler niçin var? Niçin var edilmiş ya da yaratılmış? Söyler misiniz?
Denizler sadece yaradılışın bize ihsan ettiği güzellikleri sunmaz… Daha az ile yetinme ahlakı vererek insan olduğumuzu öğretir.

İşte ben ve dostlarım bunun için denizlerde yaşıyoruz… Hiçbir mabette Tanrının yarattığı güzelliklere ve dolayısı ile Tanrının kendisine bu kadar yakın olamazsınız.
Daha güzel, daha yaman bir başka tarz hayat her zaman mümkündür… Monoton bir iş ya da aile ortamında sıkıntı içindeki hangi çocuk, hangi genç, hangi ergen bir haz titremesi, bir iç çekişle bu çağrıyı hissetmemiştir ki? Hiç kimse içinde doğup büyüdüğü o bastırılmış koşullara, sosyal ortama, ailesinin hatta eşinin durağan dünyasına mahkûm değildir.
Bir çitin ardında gördüğü, muhteşem ölçüde baştan çıkarıcı güzellikte bir köylü kadınının çıldırtan cilveleri karşısında coşan ‘Pecuchet’ “insanı haz ve gerçek mutluluklarla alt üst edici dünyanın varlığı yaşandığında, yaşam adeta yaradılışın vahiyleriyle devam eder” diyor.
Bir başka yaşam analisti Lewis Carroll’un dediği gibi, “gizeme ve keşfedilmemişe, her zaman bir açık kapı bırakmak gerekir. Bu durum oluştuğunda, yaşanacak her şey, her aşk ve her haz, her heyecan, bizi rutin monotonluğun yarattığı küçülmüşlüğün sıkıcı gücünden kurtaracak, büyülü güzellikteki kıyılara, koylara taşıyacaktır.” Demek ki Lewis abimiz de denizin ve koyları muhteşem güzelliğinin farkına varmış.

Ben ve dostlarım işte bunun için artık tamamen denizde ve teknelerimizde yaşıyoruz… Ama arsızca değil…
Çünkü deniz insana daha az ile yetinme ve mutlu olma ahlakı sunar.
Hiçliğin sonuna kadar giden insanlar olmayalım… İşte sanırım çağımızın cehennemi de budur, yavanlık yani, yavan bir hayat… İş hayatı denen o sürekli çalışma ile geçen gündelik hayatta katlanılan yüzlerce üzüntü ve gerilim ve aceleciliğin getirdiği körlük, sadece vücut yorgunluğuna değil, bizi yıpratan ağır bir sinir yorgunluğunun da içine atar… İşin kötüsü bu durumdan yalnızca dinlenerek kurtulacağımız yanılgısına düştüğümüzdür… Bu yorgunluk, aslında sadece tek düze yaşamanın getirdiği ağır bir yorgunluktur ve sadece dinlenerek geçmez, kesinlikle geçmez.

Sadece dinlenirsek, sadece alışkanlıklarımıza tutunursak, evet bu bize bir nevi emniyette olduğumuz hissi verir, hatta var oluşumuza sahte bir ritim de verir, ama ruh sağlığımızı vermez, cesaret vermez, durağanlık durağanlığı doğurur… Ve maalesef toplum dünyasının tamamında yavanlıktan kurtulmamızı sağlayabilecek şeyler, tamamen ortadan kaldırılmıştır, yani uyuşturucu televizyondan ve boyalı, ticari, siyasi basından kurtulmamız… Kalıpların dışına çıkmamanız göze gözükmeyen yasaklarla korunur.

Gerçek haz ve mutluluk kesinlikle şehir yaşamı değildir, haz ve mutluluk doğa kanunları ile insanın uyuşmasıdır, doğaya ait olduğumuz bilincini sakın terk etmeyin…
Yaşam analistlerinin mutluluk için söyledikleri an iyi tespit bence şudur… “…mutluluk olarak adlandırdığımız şey, yüksek ihtiyaç gerilimi haline gelmiş fiziki ve duygusal ihtiyaçlarımızın, ani bir tatmini ile ulaştığımız hazdır…

Evet, bence de aynen böyle… Yani mutluluk, mutsuzluğun yokluğu değildir, mutsuzluk ve üzüntü o zaman zaman hep yanımızda olabilir… Net mutluluk bizim zekâmıza, cesaretimize bağlı olan bir kabiliyetimizdir…

Ama bütün bunlara rağmen, acı bir son bekler bizi… Bu hazlar tüm ömrümüzce bizle beraber değildir, yaşımız, yaşlanmamız kendini belli etmeye başladığında, bedenimiz de bize yavaş yavaş ihanet etmeye başlar… Rahatsızlıklar her yanımızı kaplamaya ve zevklerimiz gösterdiğimiz tüm titizliğe ya da kararlılığa hiç gözümüzün yaşına bakmadan, belli bir hızla bizden uzaklaşmaya başlarlar…
İşte bu yüzden ben ve dostlarım denizde ve teknelerimizde yaşıyoruz…
Biraz acele edin.


Haldun Sevel

MOTOR ARAYIŞINA DEVAM 3

Remaş firmasını aradım.

Web sitelerinde  SOLAX 20HP hem hava hem de yağ soğutmalı bir motorları var. Fiyatı 5.530TL  Ellerinde az miktarda var ama fiyatı %20 artmış bile, olmuş 6.400TL. Zaten o kadar bütçemiz olmadığı için vazgeçtim.

Motor Modeli         KM290FE
Motor Tipi    ÇİFT SİLİNDİRLİ, 4 ZAMANLI, HAVA ve YAĞ SOĞUTMALI
Yakıt Sistemi        DİZEL DİREK PÜSKÜRTME
Piston Çapı ve Yolu         (mm)  90 x 75
Silindir Hacmi                     (lt)        0,954
Motor Devri                     (rpm) 3600
Maksimum Güç                 (hp) 22
Devamlı Güç                      (hp)         18
Çalıştırma Sistemi          MARŞLI
Depo Hacmi                       (lt)  7
Yağ Kapasitesi                   (lt)   3
Ölçüler                               (mm)       750 x 550 x 530
Ağırlık Marşlı                     (kg)          99
BAYSAN / 4000 rpm / 2:1 STANDART

Şanzıman    1.80:1 & 1.65:1 OPSİYONEL / PERVANE DÖNÜŞÜ SAAT YÖNÜ

KATANA 14HP Sitelerinde var ama ellerinde yok. Bir daha da gelmeyeceğini söylüyorlar. Büyük ihtimalle Türkiye'de distribütörü değişmiştir. Ve tabii yeni fiyatla piyasaya çıkacaklardır. 

Ellerinde bana uyan sadece SOLAX 13 HP motor var . Fitayı 2.450 TL.
Motor Modeli         YM188 FB
Motor Tipi    TEK SİLİNDİRLİ, 4 ZAMANLI, HAVA SOĞUTMALI
Yakıt Sistemi        DİZEL DİREK PÜSKÜRTME
Piston Çapı ve Yolu         (mm)  86 x 72
Silindir Hacmi                   (cm³)        438
Motor Devri                     (rpm)         3600
Maksimum Güç                 (hp) 13
Devamlı Güç                      (hp)         12
Çalıştırma Sistemi          İPLİ VE MARŞLI
Depo Hacmi                       (lt)  5.5
Yakıt Sarfiyatı                  (gr/HP/h)  210
Yağ Kapasitesi                   (lt)   1.65
Ölçüler                             (mm)       750 x 480 x 530
Net Ağırlık - İpli               (kg)   60
Net Ağırlık - Marşlı           (kg)  65

BAYSAN / 3600 DEVİR / 2:1 ORAN STANDART
Şanzıman    1.75:1 VE 2.5:1 OPSİYONEL / PERVANE DÖNÜŞÜ SAAT YÖNÜ

         (SOLA DÖNÜŞLÜ ŞANZIMAN İÇİN

18 Nisan 2014 Cuma

MOTOR ARAYIŞINA DEVAM EDİYORUZ.

Bugün de İZMAR'dan Burak Bey ile görüştüm. İhtiyacım olan motoru söyledim. Elinde 16 veya 18 HP bir Yanmar olduğunu, çıplak motorun 4.000 lira, marin  hale getirmenin 1.500 ve şanzumanın da 1.500 TL olacağını söyledi. Yani toplamda 7.000TL. Ve ne için ? Sanayiden çıkma ikinci el bir motor için. CE Belgesi ve fatura işin içine girince de "Gel karşılıklı konuşalım aaabi" oluveriyor.

Zamanında Thalassa'ya fiyatına tamah edip Bandırma'dan balıkçı çıkması lenduha 90 beygir bir Ford motor almıştım. İstanbul'da Balat'da bir ustaya getirdik.  Motor ustaya göre iyi durumda hatta canavar gibiydi. Bakımını da yaptı. 

Günü geldi koca motoru alıp Tuzla'ya naklettik. Teknede yerine bağladık. Bütün donanımını da hallettik.  Thalassa denize âlâ-i valâ ile indi. Marşa basıldı..... Felaket. Motor bloğu çatlak. Bütün sintine yağ içinde....

Sonradan sandık kırma bir Yanmar alıp koyduk ama 2. motor bana bir evliliğe patladı. Yet-medi motoru hurdaya satışımız bile maceralı oldu. Sonunda yok pahasına basımdan defolup gitti. 

Bütün bunları yaşayınca insan "ikinci el" veya "temiz çıkma" laflarından tırsıyor. 

Ne demiş aklı evvel atalarımız?  "Tecrübe, deneyim hayatta yediğimiz kazıkların toplamıdır" 

Sıfır motor ve bir sürü de eklentisine 7.000TL mi vermek yoksa  ikinci el marinize edilmiş ne idüğü belirisiz diğer motora mı 7.000TL vermek arasındaki seçim zaten kendini ortaya koyuyor.

Motor Markası: Quanchai
Motor Gücü: 27 Hp
Motor Devri: 3000 RPM
Deniz Suyu Pompası: 3/4" Eksantrik Tahrikli Bronz Pompa
Şanzıman: ZF 10 M veya TMC 40 Twindisc Orjinal İtalyan
Redüksiyon: 2,05 / 1
Motor Paneli: Veethree USA - Teleflex - Devir, Volt, Yağ, Hararet Göstergeleri ve Mitsubishi Kontak Anahtarı, Sesli ve Işıklı İkazlı. Gösterge Paneli Çift Camlı Marindir. Su
Geçirmez Özelliğe Sahiptir.
Garanti: Motor ve Şanzıman 2 Yıl, Gösterge Paneli 4 Yıl
Motorlarımızın Liman Kaydı İçin Gerekli Bütün Evrakları Mevcuttur.
Motor Standart Teslimat Kapsamına Amerikan Gösterge Paneli, Motor Vibrasyon Takozları, ZF veya Twindisc Şanzıman, Separatör Mazot Filtresi ve Tekli Kumanda Kolu
Dahildir.
Fiyatlara KDV Dahildir. Bonus ve Garanti Kartlarına Vade Farksız 4 Taksit Uygulanabilir.


14 Nisan 2014 Pazartesi

KISA HABERLER

Uzun zamandır yazmıyordum.
Sıkıntımız var: Motor.

İnternetten araştırırken sağ olsun dostlar da rastladıklarını bana gönderiyorlar. Bunlardan biri de Cücüm Şeker'in gönderdiği bir ilandı. Motor ilk Türkiye'ye gelen Çin mmallarından biri olan QUANCHAI 27 HP tabii su soğutmalı.  Üzerinde PRM20 İngiliz şanzuman var.  Üstelik satıcısı motor takozlarını, göstergesini, Mosk kolunu ve tellerini separ filitresini de hep beraber veriyor. Ederi 7.000TL 

İlk bakışta çok cazip. Motorun eklentilerini hesaplasan çıplak motor 4.500TL ye geliyor neredeyse. Üstelik su soğutmalı. Üstelik adam 2 banka kartına 4 taksit de yapıyor. CE belgesi ve tabii faturası var. Liman kaydında hiçbir sorun yok.Yeme de yanında yat....

Ama bazı sıkıntılar da var:
a- 27 HP bana çok fazla.
b- Quanchai motorlar çok sesli ve yakıt sarfiyatı diğerlerine oranla daha fazla.
c- Benim 7.000TL lik bir motor bütçem yok.

Diğer taraftan yine sıfır olmak üzere 14HP, yine ÇİN malı KATANA hava soğutmalı motorlara niyet ettim. Evet hava soğutmanın hem egzost hem de ses problemi var. Alternatörü çok güçlü değil. Değiştirmek gerekiyor. Ama 17 Aralık öncesinde Köysan veya Baysan 2:1 şanzumanlı, marşlı ve kaytanlı motoru 2.150Tl ye verirlerken 17 Aralık depremi sonrasında fiyat 3.550TL ye çıkmış. Üstelik piyasada motor da yok. Ancak 1 ay sonra geleceğini söylüyorlar ve tabii fiyatın ne olacağını bilmiyorlar.

ATA Marin'e 21HP motor sordum. KUBATU motorları marinize ediyorlar. Şanzumansız  6.000TL.... Motorun konabilir hale gelmesi 8.000TL yi buluyor.

Özetle Ionia'ya ya 14HP bir KATANA veya kaynak bulabilirsem 5.000-6.000TL ye CE belgeli Faturalı bir motor olacak. Kısmet diyoruz.

Diğer taraftan internette ne ararsan bulunuyor artık. Bulunamayanlar için de İsmail Oruç'tan rica ettim. Perşembe Pazarından Pirinç gaz kolu, bordaya bağlanacak branda kancası gibi ot tüy malzemelerin ve 15 KgAdmiral çapanın, çapa konnektörünün  fiyatlarını alıp resimleri ile birlikte gönderdi. Sağolsun. Sırası geldiğinde alması için rica edeceğim.

Ahmet'in bir adamı bu hafta içinde boşa çıkacakmış. Bir hızla Ionia'nın kaplamasını - güvertelerini hatta sabit armasını bitirebiliriz....

Durum-u vaziyet budur....



7 Nisan 2014 Pazartesi

19. YY da BODRUM

Sancakta denizcilik diğer önemli ekonomik faaliyetler arasındadır. Menteşe sancağının kıyıda bulunan 4 kazasıyla hem ulaşım hem de ekonomik faaliyetler açısından denize bağımlıdır. XIX. yüzyıl Bodrum, deniz ürünlerinin elde edildiği önemli kazadır.

Salnamelerde Bodrum halkının süngercilik, ahtapot avcılığı ve balıkçıllıkla meşgul olduğu görülür. Aynı kazada 200 kadar kayığın bulunduğu ve bunların 100 kadarının sünger, diğer 100 kadarı balıkçılık ve ahtapotçulukla uğraştığı belirtilir .

Salnamelerde kazaların ihraç kalemlerinin dağılımda sadece Bodrum’da göze çarpan bir deniz ürünleri potansiyeli görülür. Bodrum denizinde ahtapot boldur. Bu şehrin Hristiyanları bunları avlamak ve kurutmakla bir miktar ihraç malı yaparak memleketin ticaretini geliştirmeye çalışmışlardır.

Bodrum’da tekne inşasında özellikle iki tip geliştiren çok ehil ustalar vardır. Terandil ve Gulet (Halk dilinde Kara Uskari)’dir. Her iki tip de Bodrum tipi tekne olarak anılmaktadır . XIX. yüzyılda kayık adedi ile teferruatlı bilgilere sahip değiliz. Kayıkçım esnafı genellikle Rumlardan meydana gelmektedir. Şu da bir gerçektir ki bu sayı denizle iç içe olan bir yere göre oldukça geridir. Baykara’nın rakamları bize makul görünmektedir. XIX. yüzyılın sonlarında Bodrum kayıkçı sayısı 100 ‘ü sünger, 100’ü de balık ve ahtapot avıyla meşgul 200 adet tekneyi içermektedir.

XX. yüzyılda Galanti bize Bodrum’daki balıkçılık hakkında geniş bilgiler vermiştir.
Bu yüzyılda artış diğer yüzyıla oranla çok fazladır. Bodrum’da balıkçılığın bir iş olarak görülmeye başlandığını ve denizlerden yararlanmanın artığını gösterir niteliktedir. Bodrum’un denizinde pek çok çeşitli balık çıkar ki mahalli ihtiyacı temin eder. Son zamanlarda balık ticaretini artırmak için Bodrum sanayine büyük hamleler veren Salih Uslu içinde bir buz fabrikası olan bir motor inşa ettirmiş bu suretle Bodrum balığının fazlasını balıkları az veya hiç olmayan adalara götürürdü. Fakat bu tip işlere konan vergiler arttığı için balıkçılık işi yürüyememiştir” der.

Bodrum’da Balıkçılar ve Kayıkçılık

XIX.YY

Balıkçı                 8               Kayıkçı       28

XX.YY

Kayık               Balıkçı           Kayık çeşidi
 21                         80                 Motorlu Kangava (tarama) Yeni
30                          90                 Yelkenli Kangava (tarama) Eski
 11                        165                 İskafandar (Formalı dalgıç)
                                                     Frenez (Maskeli dalgıç)
27                          68                  Aynacı sandal
89                        403       




XIX. YÜZYIL BODRUM KAZASI’NIN
SOSYAL ve İKTİSADİ HAYATI

DOKTORA TEZİ


ARZU BAYKARA