2 Kasım 2014 Pazar

MARSİLYALI PHYHEAS

Kiriakopoulos Filippos
23 Ekim 2008


İsa’dan önce 4.Yüzyılda Pytheas Massaliotis, Marsilya yöneticilerinin izni ve desteği ile aşağıda resmi görünen bir açık deniz “pentikontoro”su ve deneyimli bir mürettebat ile Yunanistan'da pek kolay elde edilemeye kalay gibi değerli madenler bulmak için yola çıkmıştır. Cebelitarık boğazından sonra İberik Yarımadası ve Fransa sahillerini geçerek Valerion (Cromwall) ve Kantion (Kent) limanlarına ulaşır. Bütün İngiltere Adası doğu sahillerini katederek  kuzeye yönelir ve İngiltere adasından on kat daha büyük olduğunu “Okyanus” kitabında yazdığı  Thouli adasına ulaşır. Bazı yerlerde okyanusun donmuş olduğundan bahseder.

Pytheas arktik enlemlere vardığında “hiç batmayan” güneşi gördüğünü anlatır. Thouli’de (Büyük olasılıkla İzlanda) çok zor şartlar altında yaşayan insanlardan bahseder. Aşırı soğuk nedeniyle insanların yaşamadığı bölgeleri görür. Britanyaya dönüş yolunda batıdan Douvre yönünde yol alır. Kelt ülkesi sahillerinde Rotterdam yakınında Rhin nehri ağzına gelir. Buradan devamla nederland ve alman kıyılarını takip eder. Pytheas tarihte ilk kez alman ve Sakson Teftonon halklarından bahseden kişidir.

Akdeniz’de ileri teknoloji kullanılarak işlenip süs eşyası ve heykeller yapılan değerli kehribarın üretildiği yerleşimlere ulaşır. Anlatıldığına göre kehribar büyük bir adada dalgaların arasından yerli halk tarafından toplanmakta, ana kıt'aya taşınıp, güneyde pazarlarda satılmaktadır.

Buradan devamla Baltık denizine Baltık ve nordik ülkelere yol alır. Marsilya başka diğer cesur denizcilerin de ortaya çıktığı kenttir. Ancak sadece Pytheas antik Grek’ta  kutup dairesine ulaşan, yeni Kuzey ülkelerini ve donmuş okyanusu doğru ve yadsınamaz şekilde kayıt altına alan kaşiftir. Kendisini aşağı gören ve şüphe ile karşılayanlara karşı, yeni bilgi ve kavramları ortaya koyan devrimci olarak nitelendirilir.

“Okyanuslar üzerine”  ve “ Toprağın dönemleri” adlı iki kitabında gerçekleştirdiği yolculukları özellikle de haritalar ile anlatır. Ne yazık ki önce karşı çıkan yadsıyan ve inanmayanlar sonradan İngiltere, Norveç, İzlanda ve kuzeyin Baltık denizine, olumsuz bakanlar da dahil olmak üzere bilimsel yolculuklara izin vereceklerdir.
Pytheas da zamanından önce dünyaya gelip etrafındaki dünyayı ve gizemlerini keşfederek  fazlası ile bedel ödeyen öncülerden biridir.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Hırvatistan FALKUSA'sı.

Bütün Akdeniz çanağına kıyısı olan ülkeler son yıllarda geleneksel teknelerini yeniden piyasaya çıkartıyorlar. Hırvatlar da bu akıma kapıldılar. Çok da iyi ettiler.

Teknenin yapımındaki zerafet ve kabuk cıdar inceliği dikkat çekici. Ayrıca küreklerin uzunluğuna koşut olarak düzenlenen ıskarmozlara dikkat edin.
 
Arma "Latin yelken"

Batı Akdeniz geleneğinden biraz farklı olarak uzun bir cıvadra ile flok zaman zaman trenket taşıması.
Falkusa baş/kıç bir nadir örneklerden biridir, ortalama uzunluğu 8 metre eni 3 metredir.120 m2 (!) (1300sq ft)lik devasa Latin yelken alanına göre düşük draflıdır. Yelken ve kürekte çok hızlı bir tekne olup 8 ila 12 knot’lara ulaşabilir. Kendine özgü tarafı falke denen ek parampetlerini av sırasında çıkarılabilmesidir Bu parampetler bordayı yükselterek açık denizde güvenlik sağlar.  Ağları toplamak için de çıkarılırlar. Tekne sekiz (8) ton tuzlanmış balık veya aynı ağırlıkta fıçılar taşıyabilir.
Sağlamlık ve gücünü geleneksel olarak inşa edilen falkusalar volkanik bir ada olan  Svetc’da yetişen selviden alıyor. Omurga meşeden yapılıyor.
Tipik bir falkusa mürettebatı 6 adamdır. Her biri 7 ila 9 metre olan kürekleri ayakta çekilir veya hamla edilir. Avın ekonomik olarak işe yarayabilmesi için seferler 20 ila 25 gün sürerdi.  Yemek pişirme, bulaşık, tamirler, kötü havalarda sığınmalar dışında net olarak 10-12 gün av süresi kalıyordu.
Replika Comeza-Lisboa ("Komiža-Lisbon") falkusa 1997 yılında inşa edildi ve 1998 Lizbon Dünya Fuarında teşhir oldu. Falkusa’nın yeniden hayata dönüşü anlamlı bir ilgi kazanıp 5 dokümanter film yapıldı. 1998 de UNESCO Dünya Mirası listesine alındı.

1999 yılında UNESCO ve tekne yapımcısı Velimir Salamon’un dokümantasyonları ile 5 metrelik Molo inşa edildi.  Komiža kentinde yapılan teknenin 6 Aralık tarihinde suya inişi sırasında Avrupa Denizcilik Mirası sekreteri Hollandalı Thedo Fruithof hazır bulundu. İkinci ve tam ölçekli Miluka 2005 yılında tamamlandı.

















2 Ekim 2014 Perşembe

SONUNCU BÖLÜMDÜR ki hikayemiz burada biter

Bir kaç saat yol gitmeğle endüşeleri yatışmaya başlar ; seslerini azcuk da olsa, yükselterek sohbete, şakalaşmaya başlarlar. Cemalettun Kaptan Paşa'ya ambarda sakız gibi çarşaflarla bir yer yatağı serilmiş ; günlerdir zindanda uykusuz kalmış Paşamız az istirahat etmeye ikna edilmiştir. Bunu fırsat bilen dümen başındaki İtimad efendi havuzlukta tekmil toplanmış taifeye usul sesle şunları söyler :

'' Kaptan Paşamız teğnemizde yolculuk iderkene bize reislik düşmez ; büyüğümüze vahim saygusuzluk , hatta haşa hakaret sayılır. Paşamız uyanduğunda komutayı ona teslum edeceğumdur. Artık o ne dirse o yapıla ! Taa ki hepimiz sağ salim Dersaadete ulaşıp seferimizi muaffakiyetle tamam eyleyelum...
Bilirsüz ; memlekette kimi kendini bilmez, böyüğüne hörmet etmez denizci Paşamıza tevbe istağfurullah  Huysuz Ehtiyar da dirler...Lakin duyduğuma göre hakükaten  Paşa da zor adamdır. İmdi yolumuz uzun, günlerce derya üzerü giderkene helbet sohbet açılur. Paşa size kayığlarınızı sorar ; donanımını sorar, ne cins armanız var sorar, kaç pare yilkeniniz var, ne renk, hangi kumaştandır ; sorar. Teknede misal gölgeliğiniz, serpinti koruyucunuz,  tel dolabınız , buz kutunuz, ayru bir odacuğda ayak yolunuz, su dökünmeğ içün hamam kurnanız var mı diye sorar ; '' Vardır helbette, kayuğa çok akçe dökmüşüzdür Paşam '' diyene çok ; hele misal bizim teğnede iki ayak yolu vardır Paşam, biri başta, biri kıçta...diyene misliyle kızar.  Sorduğunda '' benim kayığım  güvertesi az, ambarı açık , kaptan köşkü olmayan basit yavuz bir gayıktır ki ; pek bir rahatsızdır lakin her hevada hızlı gider ; muhkem bir arması vardur Paşam ''[/i] deyin.
Denuzdan gezdiğiniz elleri sorar. Gitmiş olduğunuz yirleri beğenmez, gitmedüğün yere niye gitmedin diye sual eder.
Bir de Paşamız zağarları pek bür sever imiş. Onun yanında ite it veya küpek dimeyin. Ez kaza bir ite denk gelursenuz '' Ademoğlunun en yakin arkadaşı, dört ayaklı dostumuz...'' deyin. Sakın ola ki ol iti tepiklemeyin. ''

Sahiden bu '' Kaptan Paşamızı idrak ve idare etme '' dersinin üzerinden az vakit geçende Kaptan Paşa efendimuz ambar merdivenlerinin başında görünür. Üzerindeki kirli paslu urbaları boyu posuna uygun leventlerimizin temiz kıyafetleriyle değiştirmiş ; Fazla uzamış sakalını azucuk kırpıp şekil vermiş, beilne bir beyaz kuşak sarmış idi. '' Sabah-ı şerifler hayrolsun yiğitler ! '' deyu ünledükte, tüm yiğitler havuzlukta ayağa fırlayarak '' Sağol, sağol, sağol ! '' diye haykırdılar. Paşanın gözü İtimad reise takıldı, yüzünden sanki bir gri bulut geçti ...'' Sen niye ayağa kalkmazsun bre dümenci ? '' deyu terslenecekken onun da aslında ayağa kalkmış dikilir olduğunu fark etti. Mesele şudur ki ; ces'ur İtimad reisimiz oturdukta veya ayağa kalktukta neredeyse aynı boyda görünüyordu.

Bunun akabinde kısa lakin duygulu bir girizgah yaptıktan sonra İtimat reis teğnenin kumandasını Paşamıza verdiğini hörmetle beyan ettikte, Paşamız kabul buyurdular ve İtimad beyi yine baş dümenci olarak tayin ettiler. İtimad bey koynundan çıkardığı yağlı kağıda çizilmiş hartayı Paşaya uzattı ; beriki haritaya şöyle bir baktı : '' Piri Reüs'ün hartasıdır. Bize elbetekü iktiza etmez. Biz bu suları gice ve gündüzün gözümüz kapalı emnüyetle seyredecek derecede biliriz elhamdürüllah...'' dedükte ; batılı yazar meslektaşlarımızın '' teatral biçimde '' deyu tasvir edecekleri accuk abartılı  bir el hareketiyle mavi sulara fırlattı. Ezbere mevki koyup, dümenci İtimad beye yeni rotayı söyledi.

İmdü hayatlarını tehlikeye atarak, kendisini kurtaran leventlerle tek tek tanışan ; teşekkür idende bol bol iltifatlar da yağdıran Cemalettun Kaptan Paşamız en son havuzluğun dibinde , HakanE korsanın arkasına sinmış endişelü bir yüzle hevalara bakan Mehmed nam ademi fark eder. Keyifle ona takılmak ister : '' Beri bak yiğidim, peküü senin adın , sıfatın nedür ? O gübeğün, tombul yanaklarınla pek de savaşkan bir ademe benzemezsin...Padişahımız efendimiz, bahriye nezaretimiz seni bu sefere niye koydu ? Tanıt bakalım kendünü... ''

Beriki safran sarısı olmuş suratıyla zar zor, duyulur duyulmaz bir sesle '' Adum Memed'dir Paşam '' dedükte anında bayılır. HakanE adlu tabip yiğidimiz bunu bacaklarından tuttukta baş aşaağu denize sallandırır ki ; bizimkisi ayılsın. Bu sırada İtimad reis Paşamuza bu ademi Didyma'da nassıl dert dest eyleyüp, tedbiren tutsak aldıklarını, lakin sefer sırasında tehlükesüz, kendü halinde bir garip adam olduğunu anladıklarını anlatır ve ilave eder '' Yalnuz, çok konuşur bu Paşam ''.
Bu Mehmet nam adem ayuldukta Paşamız : '' Dimek senin de adın Mehmed. Ne tuhaf, beni ihbar eden hainin de adu meğer Mehmed imiş...'' deyu takılmak ister. Bizimkisi tekrar bayılmamah içün bin bir gayret gösterirkene : '' Paşam efendim ; Osmanlı elinde milyonlarca Mehmed nam adem yaşar ; tesadüf işte...Dimek içlerinden de bir hayını çıkmıştır ? '' dir.

Yolculuğun divamında Paşa bu Memed'in Kemeraltındaki Sen Benuva nam papas okulundan mezun olduğunu öğrenince '' Aaa, ben de gençluğümde oranın Frenk papaslarından Frenkçe dersleri almış idim...'' dir. Nedense kendisine hep korkulu gözlerle bakan bu ademe kanı kaynamıştır ; seferin devamında keyfi oldukça bu ademe Frenkçe laflar atar. Beriki civap verir. Birlikte pek eğlenirler. Diğer yiğidler bunların ne konuştuğunu anlamazlar. Ben naçiz muharrir kulunuz da Frenkçe bilmediğimden ben dahi sizlere nakledemedum. Artıh Bu Memed nam yiğid Paşamıza geçmişte ettiği kötülüğün hesabını ahirette  virsin.

FARFARA di INFERNO az gidip uz gittikte Kefalonia nam bir adaya varırlar ( 38.16.47K 20.40.24D ). Burada kayuğun ikmali yapılırken leventler akşamları limandaki meyhanelere dağılır, Padişah efendimizin ihsanı olan altunlarla bol bol yer içer, hatta çapkınlık iderler ki ; haklarıdır bize laf düşmez. Venediğ yıllarından beri tiyatoro nam frenk gösterisine pek meraklı olan Cemalettun Paşamız ise bu eğlencelere katılmaz ; şehir agorasında gerisinde pek çok meşale yakılmış büyük bir bez perdenin hemen ardında kimi adem ve hatunların temsil ettiği Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini adlı gölge oyunu eserini temaşa eder ; çekirdek çıtlar ; pek memnun olur. Bizde böyle sanatlar niye icra edilmez, hatun kişiler perde arkasunda sahneye niye çıhmaz ?  deyu ziyadesiyle hayıflanır.
Tekrar yola çıktıkta bir müddet sonra Paşa iskelede tarafında kalan büyük bir koyun ağzını işaretle : '' Bu mevkiye Korint dirler. Urum elinin diplerine kadar gider. Ahdim olsun ki ; velinimetimiz Padişahımız efendimizi ikna edebilirsem ; ucuna bir kanal açtıracağım, üzerine de bir köprü yaptıracağım ! '' dir. (17 )

Yolculuğun geri kalan kısmı güzel hava şartlarında mükemmel geçer. Paşamız dümen tutturduğu Halikarnasta Cücü kaptan efendiyle hasret giderir, Baronla tanışır. Bu Cücü (veya Cüccü ) Efendi, daha önce defalarca bahsi geçtiği gibi ; aslen Marco Polo nam yazar kişidir. Osmanlıya sığındıkta adunu değiştirmiş ; bir yayınevi ve bir turşuhane dahi işletur idi. Döneminde denizculuk camiasında tanınan ve takdir gören bir muharrir idi ki ; yergisi keskin ; muhayyilesi ve anlatımı geniş idi. Hailkarnassos elinden çıkan en büyük yazar kişi olarak adlandırılabileceğ idi ki ; daha sonra o toprahlarda yergici şair ve neyzen Tevfik Efendi ve Halikarnassos Baluğçusu nam Cevat Şakir adlı ulu çınarlar yetiştükte bu Cücü efendi gölgede kalmış ve unutulmuştur. Koskoca Cemalettun Paşa ve Halikarnassoslu Cücü Efendinin Venediğ lisanıyla konuşup ; çocuklar gibi şakalaşmaları, itişip kakışmaları, Paşamızın ikide birde Cücü efendinin burnundan gözlüğünü, tepesinden şapkasını alması ; Liman kenarında Sünger nam bir aşevinde yimek yedukte üç akçelik hesabı birbirlerine yüklemeye çalışmaları , Cücü efendinin mahsus seçtiği, el kadar, kıvır kıvır tüylü , titrek ve arsuz   hanımlara mahsus bir kucak itini ille '' sen pek seversin '' deyu Kaptan Paşamıza güye hedaye etmeye çalışması  yiğidlerimizi pek güldürür. Cücü efendi Kaptan Paşamıza pek gururlandığı kayuğunu illa göstermek istedüğünde Paşamız : '' Ne diye göreyim ki ben senin kayığını ? Sen onun kıç üstüne kameriye inşa eyleyup, sarmaşık bile sardırmışsındır. Kuzu çevirme yapmağ içün kıç üstüne kömürlü ocak koymuşsundur. Göreyim de cinlerim tepeme mi üşüşsün ? '' dir ,reddeder. Ne de olsa bu ikisi 30 senelik dost idiler. Böylece bolca eğlenirler idi.

Bodrumda FARFARA di INFERNO alargada yatarkene Durgut KağanE adlı mektebinden kaçmış bir çocuk iç donuyla yüzerek tekneye gelir, yiğidlerimizle tanışur. Bunlar da ona iltifat eyleyüp Venedikten getirdikleri cafe latte ikram ederler. Cebune bir akçe koyanda nasihat eyleyup , şakacıktan kulağını çeküp okuluna geri gönderirler. Bu genç ileride büyüdüğünde yerinden az kıpraşır , çokça limanda durur ; lakin içinde zevcesiyle yaşadığı bir teğne alur ; Marmaris hevalisine yerleşur. Dersaadet'in zehirli havasından, çamurlu kokulu sularından kurtulur. Buralardan denizcilik hikayeleri anlatır.

Halikarnassosdan Paşamızın ve yiğidlerimizin yurda avdet ettikleri derhal posta güvercinleri ile payitahta duyurulur. Gelişmelerden son derece memnun olan Sultanımız Efendimiz Padişah hazretleri FARFARA di INFERNO Ayastefanos / Yeşilköy önlerinde görüldüğü anda atlı haberciyle şehre haber uçurulmasını ; donanmanın elinde kalan son denize açılabilir ve su yapmaz bir kaç muharebe gemüsünden ; topları atış da yapabilen bir ikisinin seçulup ; Sarayburnu önlerinde top atışıyla ve törenle Paşa ve yiğidlerimizin karşılanmasını buyurur. Bu sırada Sadrazam efendimiz Venediğ elçisi DellOrto'nun yakalanarak boğazından kasığına kadar içinin açılıp, tuzlandukta, samanla doldurulup dikilmesine dair fermanı henüz göndermemiştir. Keyifle ol emri yırtıp atar.Elçi efendi kıl payı canun kurtarmıştır.  Ol zamanlar Dersaadet fazla eğlencesi olmayan bir şehir olmakla ; şehzade sünnetlerini, sultan izdivaçlarını, arada bir Sultanahmed meydanında itin, uğursuzun, kopuğun asılmalarını seyir dışında halkımızın pek bir eğlencesi yoğidi.  Bu nedenle Dersaadet halkı bu törene pek ilgi göstermiş, ol mesut günde Sarayburnu önlerinde yüzlerce kayuğun, karada binlerce ademin karşılama merasimine katılacağı anlaşulmuştu. O zamanki şehir emaneti uz görülü olsaydı ; sahil güzelce doldurulur, büyükçe bir meydan yapılur ; burada belki 100.000 meraklı toplaşurdı. Hatta gece havai fişek gösterisi bile yapılacağı söylenmekte idü.

İşte Paşamızı tanuyup, kurtarmaya giden leventlerle de dost olan Aali reis adlı bir adem ( onun Paşayı kurtarmaya giden gözüpek yiğidlerin arasına niyçün dahil edilmediğini bilmiyoruz. Herhalde eksikleri varmıştı ) de haberleri duydukta hanımına : '' Hanım biraz kuru köfte ve haşlanmış yımırta hazırlasan ; yeşil soğan, bi kaç salatalık soyup, tuzlasan sepete koysan ; az da meyve eklesen ; biz de kayuğumuzla Paşayı karşılamaya gitsek fena mı olur ? '' dir. Zevcesi : '' Pek münasip olur beğim '' dedikte hazırlıklarını bir tamam ederler.
Ertesi sabah limana gedüp, kayığı yükleyüp yola çıkmak için halatları attukta , sudaki tonoz halatına dolanırlar. Epiy bir müşgülat çekerler. Sonunda kurtulup yel yepelek yelken kürek Sarayburnu önünü tutarlar. Orda demirlemiş kayık ve teğnelerin arasında demirleyip yerlerini alırlar. Sepetlerini açıp sofralarını kurmuşlardır ki ; FARFARA di INFERNO tam arma suları yara yara çıka gelür. Artık karadaki ademlerde , kayıklardaki insanlarda bağırış, çağırış, tezahüratı gökleri tutar. Tam bu anda birinin adunun KAPUDANE olduğunu bildiğimiz iki Paşa Baştardasından top atışları yapılır, karada havai fişenkler ateşlenir. Gözbebeğimiz Kaptan Paşamız Cemalettun Efendu teğnenin burnunda kılıncını kuşanmış heykel gibi durmakta, arada bir eliyle ahalinin selamını almaktadır. Bu güzel sahneye dalmışken Aali reisin muhterem zevcesi konuşur : '' Paşayı kurtarmaya pek de ufak bir kayıkla gitmişler. Bizimkisi kadar bişey bu...Bu kadar kayık tee Venediğ ellerine gider miymiş ? Koskoca Osmanlı gönderecek sağlam böyük bi şey bulamamış mı yani bey ? Eyi ummanda telef olmamış bu garipler. '' Aali efendi sol elindeki haşlanmış yımırtadan bir ; sağ elindeki kuru köfteden bir ısırık alıp ; yuttuktan sonra sabırla 25 senedir hep yapageldiği izahatı yeniden yüzüncü ; bininci kerre yapmaya başlar :'' Gözümün nuru gönlümün sultanı hanımcığım ; bunlar pek sağlam kayıklardır. Altlarında salma denilen koca yüzgeçleri vardur ki ; içine onlarca çeki demir ya da eritilmiş kurşun doldurulur ; bu kayuklar devrildikte hacıyatmaz  gibi tekrardan dikilir, içindeki ademlere heç bişeycikler olmaz. '' Karısı üzümünü yirken ona  '' anlat sen..'' diyen bir yan bakış atar, içünden '' hiç çocuk oyuncağıynan denizde yüzen, can taşıyan koca gemü bir olur muymuş '' diye düşünür, lakin  bir şey dimez.

 Ertesi sabah Paşa Padişahımız efendimizin huzuruna çıkarılır. Padişahımız , sultanımız Paşaya kahve ve kehribar çubuklu bir cigara ikram edende karşılıklı kahvelerini içip, cigaralarını tellendirirler. Padişahımız Paşanın hikayesini bir tamam ilgiyle dinler. Kontesin hikayesini pek dokunaklı bulur ; keşki hanım sultana haber vereydik de, şordaki tahta kafesin ardından sizin hikayenizi o dahi  duysaydı ; kimbilir kaç mendil ıslatırdı ? der. Sonra Paşaya som altundan bir Birincu Sınıf Nişan-ı Devletu Aliyye Osmaniyye ve beratını verir ve yine eski vazifesi olan Kaptan-ı Deryalık teklif eder. Paşa yerinden kalkıp hürmetle padişahımızın önünde eğilir ; artık yaşlandığını, pek yıprandığını ; kalan zamanını kontesin anısını yaşatmaya ve bunca yıl sonra bulduğu oğluna adamak istediğini söyler ; vazifeden affını diler. Bunu anlayışla karşılayan padişahımız efendimiz Paşaya esaslı bir ihsanda bulunduğu gibi ; ilaveten Sarıyerde ( elbette altında bir kayıkhanesi bulunan ) bir yalı hediye eder.  Şimdilerde milyarder bir iş ademimize ait olan bu yalının esas isminin Cemalettun Kaptan Paşa veya Kaptanpaşa yalısı olduğunu günümüzde kimseler bilmez, merak idip, araştırıp üğrenmez de .

Gençlüğünde hep '' bir oğlum olsa ona bir kayuk edeceğum'' diyen Paşa Cemilio'ya doğru düzgün bir teğne yapmaya karar verir. Bu kayık helbette Cemilionun Venediğde kullandığı o sevimsiz teğneden misliyle güzel ve yürük olacaktır.  Ancak uzun zaman kararsız kalır. Bu tekne bir triandil mi olacaktır yohsam uzak barbar Britanyalı milletin Bristol Channel Cutterlerinden mi olmalıdır ? Sonra bu tekne tamamen bir tenezzüh teknesi mi olmalıdır, yoh isem teğneler beylerin zevkü sefası içün değil,  aslen ağır yükleri taşımağ için icad edildiğinden yine Britanya barbarının work boat dediğü teknelere mi öykünen bir tasarımı olmalıdır ? Paşamız helbette doğru karar verir ; mükemmel bir kayuk eyler.

Cemilio Kaptanzade Bahri Cemil  ismini alır , her ne kadar Paşa babası ona kuruş sarfettirmese ve artık Venediğde teyzesi ve kuzenlerince işletilen aile mandıra ve peynirhanesinden pek güzel gelir elde etse de aylak kalmamak içün Dersaadet'in ilk yabancı restaurantı olan   VENEDİĞLİ CEMİLYO  adlı aşevini açar, büyük teveccüh görür. O tarihe kadar  yabancı mutbahlarla pek ilgilenmeyen payitaht mensubu kibar hanımlar, beyler ; beyzadeler ve genç hanım kızlar aşevinin salonlarını doldurur ; göz süzüşür, gizlice mektup teati der ; yer içerler. Öyle ki bunların şık ve pırıl pırıl faytonları ; landoları ve kupaları tüm sokağı işgal eder, yolu açmağ üzre bağzen zaptiyenin müdahalesi gerekirdi.

 İtimad Kaptan avdetinde Dersaadet Limanlar Müdiriyyeti ve dahü Gümrük Nazırlığı katına birer püşmanluk dilekçesu verende ; Venediğ bandralı teğnesinin gereğli işlemler ikmal edilerek  Devletu Aliyye bağlama kütüğüne adı DANTANAĞ olarak kaydını talep ider. Artık bayrak gönderinde şanlu ay yıldızımız dalgalanacaktır. Bunun karşuluğunda adı harç olan ve her sene üç-beş altun zam gören yıllık haracı vermeyi kabul etmiştir. Böyledir bu işler ; vatan sevgisi bedava olabilmez ki. Helbette bir bedeli olmalı.

Gelelim bahriye tarihimizin bu en cesurane ve önemli kurtarma seferine ; iradesi dışında ve tutsak olarak katılmış Mehmed Efendiye. Tabii o Dersaadete varışta paşa ve diğer leventler gibi ( her levente beşer kese daha altın ve gümüş Kahraman-ı Osmaniyye nişanı verilmiştir ) Devletu Aliyye tarafından onurlandırılmamıış ve kendisine ihsanda bulunulmamıştır. Yine de gerçeklerin ortaya çıkmamasının ve bu sayede hayatta kalmasının ona verilmiş en büyük hediye olduğunu idrak ettikte ; düzgün bir adem olarak , işinin gücünün peşinde koşmuştur. Denizcilere hizmet aduna kazancı olmayan pek çok gönüllü ameliyeye girişmiş ; hatta Kelemiç koyundaki bir yelkenli müsabaka tekneleri kulübüne başgan dahi olmuştur.

 Cemalettun Paşamız ; son ve tam resmi sıfatıyla İstanbul Yeni Boğaz  cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Paşa ; çok hakikatli bir adem olmağınan ; kendisini kurtaran leventleri, Cücü Efendiyi ; Frenk diliyle takılmaya pek alıştığıı Mehmed efendiyi, hatta tanış olduğu Aali efendiyi unutmamış ; SeKo Seyyah Korsan adlu bir deniz, derya, yilken ve teğne severler dergahında yıllarca onlarla heberleşmiş, mektublar yazmış idir.

Zamanla İstanbulun gürültü ve kirliliğinden sıkılan ; gün boyu güzel yalısının önünden geçen çirkin tur teknelerinin görüntü ve ses kirliğinden bıkan Paşamız İyonya nam yörede ; Teos adlı sahil köyüne ( günümüzde Sığacık / Seferihisar deyu bilinir. 38° 10′ 38″ K, 26° 47′ 6″ D) yerleşir, hayatını hikaye eden bir kitap yazmak istemektedir.
Bir akşam yemeğinden sonra sırtına hırkasını alıp ocakta gürül gürül yanan ateşin karşısındaki çalışma masasına oturur. Kandilini yakıp önüne bir deste parşömen kağıdı alır. Kağıdı burnuna götürüp kokusunu içine çeker. Uzun zamandır eline almadığı mors dişinden yapılma dividini tutup, öper. Sonra hokkaya batırıp ; önündeki kağıdın üzerine ağır ağır özenle ilk cümlesini yazar :

'' Genç bir bahriyeli yiğüd idüm. Bir gün Venediğe tayin oldum. Hayatım değişti...'' ( 18 )


Dirken birden ortalık mavi kuvvetli bir şerare ile aydunlandı ; tarifi zor , alışılmadık bir vızıltı ve gürültüyle çatıdan odanın içüne ( lakin çatıda bir delik açılmamış, hiç bir iz görülmez idi ) bir gümüşi tuhaf silindirik alat düşmedi de , sanki  indi. Kapusu kendiliğinden açuldu . İçerudan dışarı hafif ve sıcak bir ışık sızıyor ; bir takım minik cam  düğmeler rengarenk ışıldıyor ; güccük ,mavi şavklı pencereye benzer kutucukların üzerinde niçebün anlaşılmaz yazı ve rakamlar akıyor, dans ediyurdu. Paşa hiç şaşırmadan , gülümseyen bir yüzle yerinden kalktı. '' Dimeğ ki yine vakit gelmiştir '' dedu. Üzerine bir satır yazdığı yaprağı aldu, katlayıp mintanının cebine koydu, kandili üfleyip söndürdü. Alatın içine girdikte turunc renkli koltuğa oturdu, beline gelen kuşağı kuşanıp, kilitledi. Aletin kapısı kendülüğünden kapandı. Yavaşça yükselen silindir yine aynı  mavi şerareleri ve tuhaf vınlamayı çıkararak, çatuyu yine delmeden içerusundan geçti ; hızlandıkça hızlanıp deniz üzerine doğru yükseldi ve lahzada semada kayboldu. Teos halkından bir tek adem bile bu olayı görmedi, şahit olmadı.
                                                                   ----------------------------------
SON SÖZ :

İmdi sıkı durun ; şu ana kadar yazarınıza en inanmışınız dahi ; okuduklarına inanamayacak. Kafası karışacak. Benimkisi de hayli karıştı. Hele yayımcımız (adını vermekten imtina ediyorum ) asla anlamayacaktır ve bendenize çemkirecektir ya , ne yapalım biz alıştık. Layıki veçhile cevabını ve ağzunun payunu bir güzel  veriruz.
Diyeceğim odur ki ; aslında paşamız günümüzden 101 sene sonra ; 2115 yılında yaşamaktadır. Bunu da nerden uydurdun diyenlere Paşamızın Seyyah Korsan adlı bir internet sitesine daha kısa süre evvel biri 2114 diğeri 2115 yılından gönderdiği iki mesajı delil olarak gösterebilirim. Giriniz, bakınız. O mesajlar oarada durmaktadır. Paşa birinde 2014 yılında Yeni Istanbul denilen berbat kente geldiğinde edindiği izlenmimlerini anlatıyordu. Diğer makalesinde de gah zeman makinası, kah zeman maşinası kah da geleceğin makinası deyu anduğu, bu çağda bizim aklımızın alamayacağı, bir aletle yaptığı zaman yolculuklarını 2115 yılından, yani gelecekten bizlere naklediyordu.
Benim kıt aklımla çıkarımım odur ki ; Paşamız bu zeman maşinasıyla bir seyahatinde de kontrol panelindeki dokunmatik ayar ekranına  eski bir tarih  girmiş ve Osmanlı bahriyesine katılmış ; bu sayede Venediğe gitmiş ve bu biyoğrafyasında anlattığımız tüm bu olaylar olabilmiş idi. Dimek ki Paşamız başkaca pek çok geziler yapmış ve yapacak olabilir. Belki ademoğlu ilk kütükten kayığı oyup suya attığında Paşamız orada idi. Pek mümkindir ki MS 950 - 1000 yılları arasında mini buz çağında Viking Kızıl Erik ile İzlandanın buzlu sularında dolaşıyordu. Belki Macellan nam kaşifin gemüsünde navigatör idi. Kaptan Scott'un 1901 - 1904 Antartika seferi sırasında buzlara sıkışan Discovery gemisinde de bulunmuş olabilir. İhtimaller namütenahi. Paşamız belki ileride de bazı ipuçlarını yine zamanımıza gönderir ; elbette başka muharrir ademler araşturup hikaye eder.


17 ) Korint kanalı. Maalesef sultan gemü yolunu 400km kısaltan bu projenin önemini anlamaz. Bu proje Kaptan Paşamızın döneminden çok sonra, 1880-90'larda iki Macar mühendisince gerçekleştirilir.
Leventler Venediğde karaya çıktıklarında tanınmamak için bir çare düşünmektedirler. Hepsi helbette yahşi, yakışıklı, hanımların gönüllerini hoplatan, gerçi yaşları hafif geçkince , delikanlılardır ya ; yine de ola ki İtalya nam toprahlarda  hepisü Milan denülen , esbap ; potin modasında pek ileri bir diyardan giyinen o havalı İtalyan erkeklerinin yanında bir garip, epey bir yabancı, kalplerini kırmadan nassı süylesem ; az biraz taşralı gibi kalacaklarını ve tikkatleri üzerlerine çekebileceklerini bilmektedirler. O sırada işsizlikten gemü ambarında bulunan ( hepsi iki- üç kitapçıktır zaten, bağzılarının adını virmekten utançla imtina ederim  ) eserler arasında DECAMERON  HİKAYELERİ adlı büyük eseri okuyup bitirmiş olan HakanZ korsanın eline diğer bir kitap geçer. TEKMİL AFRİKA EVROPA ve CAPON MASKLARI . HakanZ ahşap işleme ve oyma sanatından hoşlanır ; acep bir mask oyar mıyım deyu kitabın sayfalarını karıştırırkene bir bakar ki ; Venediğ Karnaval maskeleri deyu bir bölüm içermekte. İlgisini çeker. Okuyunca öğrenir ki, Venediğ ahalisi bu maskları sadece kış aylarına denk gelen meşhur 40 günlük karneval eğlencesinde takmaz ; çeşitli vesilelerle diğer zamanlarda da kullanır. Misal bu tarz bir maske takarak tanınmadan şehrin çeşutlu meydanlarında dilenen fakir düşmüş aristokratlar filan varmıştır. Tabii anlarsız ki bu takım masklari şehrin çapkın hatun ve ademleri gönül eğlendirmeğ içün de kullanırlar. HakanZ levent tiz teğnenin otutaklarından bir tanesini yerinden söker, elde pıçak, keski tüm yiğidlerimiz için yüzlerini saklayabilecekleri kara masklardan oymaya başlar ( bir ufak tikkatsizlik etmiştir ; bu masklar kullanım yerine göre çeşit çeşittir. Meğer bizim korsanın seçtiği model tanınmadan sokaklarda gönül eğlendirmeğ isteyen çapkın hanımlar içünmüş ). Masklar bittükte bunları güzelce boyar, yüze tutturulacak kayışlarını geçirür ; hazur eder.

Başka kayda değer bir olay olmadan bir akşamüzeri leventlerimiz yelkenleri küçülterek, ağır yolla Venediğe girerler. Canale della Giudecce'yi takiben Plazza di San Marco meydanının kanala açıldığı sokağın hemen ucundaki ; Isola S. Giorgio nam adanın karşısındaki Doç'un Sarayı namıyla maruf tarihi binanın önüne aborda olurlar. Bu kadar göz önü olan bir yeri seçmelerinin nedeni talihsuz Cemalettun Kaptan Paşanın tutulduğu hapishaneye ve şu meşhur Ahlar   Köprüsüne çok  yakin olmasıdır. Ayrica bu kadar merkezi bir noktaya gayığını bağlayan ademden zaptiye de zinhar şüphelenmez. Sadece yerin şehrin tam göbeği ve pek aristokratik bir mekan olmasından dolayı, gecelik bağlama ücreti neredeyse bir küçük kürekli kayık parasınadır ya ; İtimad efendi anlaşulur nedenlerle burada hır çıkarmayı düşünmez, kendisundan talep edilen fahiş yanaşma bedelini liman memuruna heç bir zorluk çıkarmadan peşinen öder. Lakin makbuzunu almayı ihmal itmez. Belki avdetlerinde Bahriye nezareti bu ve benzeri mesarifleri öder ?


Tekmili ambarda saklanan yiğidler akşam çökende az bekler ; üzerlerine kara pelerinler atar ve HakanZ'nin yaptığı maskları yüzlerine geçirirler. Kılınçlarını kuşanır ve kamalarını göğüslerine yerleştirirler. Baskını nasıl vireceklerini bir kez daha konuşurlar. Kısa bir duadan sonra birer ikişer, tikkat çekmeksüzün teğneden ayrılır ve sokaklarda dolaşan tek tük ademin arasına karışırlar. Kararlaştırdıkları üzere San Marco nam meydanda buluştuktan sonra hızla Ahlar Köprüsünü  (vayahut Son Nefes Köprüsü (Ponte dei Sospiri ),namı diğer İç Çekişler Köprüsü yada İşkence Köprüsü' ) aşarlar ki Paşamızın esir tutulduğu Yeni Hapishane adlı uğursuz yire varsınlar ; ki bu hapishanede kırbirbuçuk milletten niçebin yiğid can vermiştir. Kapusu bir manga seçmece gözü kara Venediğ askerince tutulur. İçerde ise Ortaçağın en zalim gardiyanları ve işkencecileri görev yapar. Pek ender mahkum buradan sağ çıkmıştır. Çıkabilenlerin de ya dili, kulağı kesik, kolu bacağı koparılmış veyahut gözlerine mil çekilmiştir.

Hapishaneye yaklaştıkta yiğidlerimizi az biraz korku alır. İtimad Reis '' Hemen yolumuzun üstünde sağ cenahta eskiden bizim Alfredo'nun meyhanesi var idü. Yıkılıp yerine kervansaray yada alış veriş merkezi yapılmadıysa, orada birer sert içki içeydük ; cenkten önce eyü gelirdü...'' der. Yiğidler : ''  Günahtır reis efendi ; kafirle cihata giderkene haram nesne ağza sürülür mü heç '' derken, Antonio'nun meyhanesinin önüne varırlar. Tam bu sırada meyhanenin kapısı açılır, Kont di Capri ; yanında oğlu Cemilio ve iki muhafızları dışarı çıkarlar. Kont her akşam vazife çıkışı Antonio'nun meyhanesine uğrayıp iki kadeh parlatmakta, maiyeti veya şehir asillerinden ademlerle bir kaç el prafa oynamaktadır. Bizimkilerle burun buruna gelmişlerdir. Kont etrafındakilere dönerek : '' Ooo bakın sekiz tane eğlenmeye çıkmış maskeli  genç hanım...Şu ikisinin boyları pek uzunmuş amma, şu en ufak ikisi pek hoşlar, özellikle şu sert ve sinirli bakanı...Ee, hanımlar bize katılmaz mısınız ? '' dedukte ; kötü Kont'u dirhal tanımış olan İtimad bey leventlere haykırır : '' Bu Venediğ kontu. Dirhal esir alalım ! ''. Yiğidler pelerinlerinin altından kılınçlarını çeker bunların tekmilini esir alıp, ağızlarını tutarak ; hapishaneye doğru seyirtirler.

Hapishaneye kapusuna vardukta üzerlerine doğru gelen 10-12 kişiyi gören muhafızlar hemen kılınçlarına ve kargılarına sarılıp vaziyet alırlar. İtimad reis kamasını Kontun boğazına yapıştırıp ; Venediğçe '' Çabuk söyle adamlarına ; silahlarını bırakıp kapuyu açalar ; yoğsa burda boğazını keserim ! ''. Bunun üzerine Kont adamlarına silah bırakma ve teslim olma emri verir. Bizimkiler muhafızları heman girişteki demir kafesli gözaltı hücresine tıkar, aşağıya zindana inen merdivenlerden koşturdukta burdaki gardiyanları etkisiz hale getirirler. Paşamızın tutulduğu hücrenin önüne geldiklerinde esir gardiyana kapuyu açtırırlar. Düşüncelere dalmış Paşamız : '' Hayda bre, ne oluyor ? '' dedukte yiğitler hep bür ağuzdan '' Sizi kurtarmaya geldik Paşamız '' dirler. Çok dokunaklı ve heyecanlu anlar yaşanır...Yiğitlerden biri ikisi Cemalettun Kaptan Paşanın zencirlerini çözerken hain Kont tir tir titremekte , zayıf uzun bedeni iki büklüm olmaktadır. Bu ihtiyar Türk korsanının elinden kurtulamayacağı içine doğmuştur. Cemilio ise hiç bir korku belirtisi göstermemekte ; Türk leventlerinin elinde ve Paşanın karşısında gayet sakin ve vakur bir tavırla durmaktadır. Paşa zincirlerden kurtuldukta sanki 20 yaş gençleşmiş, bedeni iki mislu büyümüştür. Anunda Kontun gırtlağına çöken Paşa haykırır : '' Şimdi seni derhal ellerimle boğardım ya ; senin evini basup Kontesimi de yanumuza alup bu lanet şehirden çıkabilmek için senin şu sefil bedenine daha ihtiyacım var. Az daha yaşa bakalım, cezanı Kontese sorar öyle viririz helbette '' . Kontun yüzü daha da sararır...ne cevap versin bilemez.

Bu sırada iki leventin arasında duran Cemilio onlardan ani bir hareketle kurtulur , öne çıkar ve Paşanın karşusunda durup kırık dökük bir Türkçeyle : '' Ver elinde öpeyim Pasa papam. Üç hafta evvel siz ne zaman zindanda atıldı ; o akşam Kont bunu mamam kontese söyledi ; mamam o an yerde düştü öldü. Kalp krizinden. Kaliba ne diyor siz Kelimeyi sahadet ? mi ; işte o sözler söyleyip ölmüş '' Sonra devam etti : '' Ertesi gün de benim teyze, mamamın kardeşi bana tüm gerçek anlattı. Ben senin oğlunum ''. Paşanın elini öpüp başına götürende Paşanın gırtlağına bir yumruk oturur. Bir süre konuşamaz ; sonra sorar : '' Adın nedir senin oğul ? '' . Beriki '' Cemilio '' deyu cevap verdukte Paşa gerçekten de hiç tanımamış olduğu ( halbuki 3 hafta evvel köprünün üzerinden çemkirdiği genç de o idi ) öz oğlunu göğsüne bastırdı, sıkı sıkı sarıldı.

Ardından konta döndü : Allahım şahidimdir ; bana yaptıklarından ötürü sana bir kötülük yapmayacak, canını bağışlayacaktım. Amma kontesimin ölümüne de sen neden oldun. Onun hakkına canını alacağım...'' dedi ; en yakındaki leventin elinden hançerini kaptıkta kontun göğsüne sapladı. Yere düşen kont kısa sürede can verdi. Hem Paşaya, hem Kontese, hem yıllar yılı kendi halkına ve başkaca milletlerin ademlerine yapmış olduğu kötülüklerin kefaretini ödedi.

Tüm olan bitenler karşısında eyice şaşkın kalmış yiğidlerimizden biri kendine gelip ikaz etti : '' Paşam çok vakit kaybettik. Artık kaçmak zemanıdır, bir an önce gitmemiz iktiza eder ''. Paşa başını salladı ; oğlunun sırtına kuvvetlice vurdu ; '' Haydin gidelim ; burada başka işimiz kalmamıştır yiğidler '' dedu.

Paşa, yiğidler ve Cemilio sessuz Venediğ sokağında paldır küldür teğneye  koşarlarken bir köşe başında Kaptan Paşamız zınk ! diye durur. Şaşıran yiğidlerimiz de duruverirler. Paşanın yüzüne soru dolu bakışlarla bakarlarken Cemalettun Paşa konuşur : '' Şorda, sol cenahtaki sokağın içünde Venediğ Şehir Kütüphanesi olup ; misli görülmemiş eser barındırır. Varıp kapısını kıralım, bunlarun yeni neşrettukları keşif kitaplarını, bahriye hartalarını, teğne inşa kitaplarını yüklenelim...Eskilerin hepicüğünün birer kopyası bende var '' dir. Yiğidlerden ikisi '' La havle '' çekerek, Paşanın kollarına girdikte, ayağunu yerden kesip limana doğru seyirtirler.

 Paşa bu kitapları araklayabilseydi, sonradan donanmamız çağdışı kalıp Haliçte bağlı çürümeyecek, Osmanlı hep büyük deniz gücü kalacaktı. Çünkü paşamızdan sonra bu böyük ümmetin bir kulu bile böyle bilimsel ve askeri deniz konularına merak göstermemiştir. Başımıza geleceğ var imiş, neyleyelim ?

Sonunda hepicüğü sağ salimen teğneye intikal edende ; dirhal halatlar çözülür. FANFARE di INFERNO hiç ses etmeden, yağlı seyir kandillerini yakmadan uygun esen Venediğ rüzgarında yelkenlerini basar ve San Giorgio adasının arkasından dolanarak uzaklaşmaya başlar. Leventler tetikte ve huzursuz olup, gözleriyle karanlık suları taramakta, gecenin sesini dinlemektedirler. Acep küffar askeri hızlı kayuklaruna atlayup onları takip etmekte midir ? Tereyağındal gıl çekilur gibi yapılmış bu kaçış operasyonunun farkına varmış mıdırlar ?


BEKLERSEZ DİVAMI GELİR
Bu bölüm yiğidlerimizin Kelemiç koyundan yelken basmakla Venediğ şehri kapularına dayanacakları seyru bir temam tekmül anlatır ki ; neşriyatçımızın vaki israrlı talepleri üzre bila-istek , mecburiyetten yazılmıştır. Yoh ise bu kısmı es geçecek idük.

İtimad Kaptan Reis navigasyonu her daim ( uyurken koynuna sokmaktadır ) neticesinin altında muhafaza ettiği, - Cemalettun Kaptan Paşanın dahi '' pirümüz efendümüz '' deyu metheylediği ( aslında kendisinin ondan daha büyük bir denizci olduğunu düşünmekte ise de )-; Piri Reis nam bir yüce Osmanlı deniz ademinin 1513 tarihli,  ceylan derisi üzre işlenmiş hartasının yağlı kasap kağıdına çini mürekkebiyle çizilmiş ucuz bir kopyasıyla yapmaktadır. 
( Bakınız değil ; zahmet verip ,üğrenip bilesizdir ! Kaptanı Derya Piri Reis . Hakkında biz bilgi vermeyeceğizdir ) . Hartayı başka bir leventin eline teslum etmemekle yiğidlerimiz üzerindeki mutlak otoritesini koruyacağını bilmektedir.

Yola çıkıldığından beru yiğidler arasında bir hoşnutsuzluk sezilmektedir ki ; bunun sebebu elbette tuzlu et ve balıkla kuru somun yeyip ; yavan su içmektendir   ( resmi  vakanüvistlerimizin hep her daim Osmanlının pek bir  hoşgörü sahibi olmuş olduğunu bize aktarmalarına rağmen ) Ol dönemde YENI Devleti Aliyyeyi Osmaniyyede başta olan Sadrazamın sofuluğu nedeniyle hamr veya alkollü içkü hoş görülmez olmuş idi. Zati içilmesundur. Ademoğlu içince saputup sağa sola çemkirmek gibi bir tuhaf huya sahiptir ; cümle alem bunu bilir. Devlet göreviyle yola çıkan FARFARA di INFERNO gayığına bu nedenle içkü yüklenmemişti. Durumun vahametini anlayan zeki İtimad efendu yiğidlerine şol müjdeyi verdi : '' İlk durağımız Urum elinde Leros adasıdır ki ; oradan size 2 fıçı ala şarap yükü alacağımdır ''. ( Leros adası : 37.09.26 K 26.51.35 D )    Tüm leventlerin yüzleri aydınlanır, geniş geniş sırıtırlar. Az bir zaman sonra adı geçen adacığa vardukta ; yiğidler hep birlikte karaya çıkarlar. Hemen üzerlerine seyirten ve '' liman bahşüşü gereklidir '' diyen Urum'u ensesinden tuttukta ; suya atarlar. Koyu renkli giysisi üzerinde limani polisi yazan ve bunlara evrak, pasaport soran gafil görevliye kılınç ve kamalarını teşhir eyledükte beriki de toz olur...Anlıyoruz ki o dönemde denizlerde dolaşmak şimdiki kadar yoğun bürokrasiye tabi değul imiş. Ayrıca İtimad beyin kayığının Selçuklu, Osmanlı ve Türkiyenin gördüğü ilk yabancı bandralı teğne olduğuna dikkat çekeriz. Daha sonra sularımızda yerli insanımıza ait misal Delaware kayıtlı tenezzüh teğneleri görmek için 400- 450 sene beklememiz gerekecektir.   İtimad beyimizin kayuğunun kıçında Vinediğ bayrağı taşıması hasebiyle alınan 2 fıçı şarap ( hamr ) Evropa Birliği nam bir antlaşma çerçevesinde harçsız , vergisüz ve çok ucuzdur. Leventler hatta  '' keşkü dört fıçı alsaydık...'' dirler. Her dirayetlu kaptan gibi taifesinin vaziyet ül moralman'ına çok tikkat iden İtimad reis onları akşam yimeğine çıkararır ; yolda bilgi verur : '' Bu Urum kafiri taverna tabir ettükleri aşevlerinde  güzel yer içer. Fiyatları da pek makuldur. Dersaadette , bizim Ege sahillerinde, kötü bir meyhanede yediğün üçtüğünün yarısı kadar bile hesap vermezsun.Ziyadesiynen  ehvendir  '' Lakin yiğidlerin kısmı azamı '' içünde domuz eti vardır '' deyu et yimezler...Mekruhtur deyu pespembe bir böcük cinsi olan karideslere ; ısgarası pek latif olan kalamari ve octopus a el sürmezler. Peynir ve somuna yüklenirler. Henüz domat  namlı zebze Hameriga kıtasından Akdeniz yöresine gelmemiş olduğundan meşhur Grek salad'ına da yumulamazlar. Üstün körü nefis körletirler. Müteakip sabah erkenden adadan ayrılırlar.

Yaklaşuk kabaca hesap ile 200 -220 mil kadar gittükte ; koordinatları   35.25.28 K 21.23.56 D olan bir noktada tramola eyleyip Şimal yönüne dümen tutmaları gerekirken ; artık ne hata olmuş ise   İtimad korsan ya dükkatsüzlüğünden, ya şarab , ya uykusuzluğun etkisinden rota değiştirmez. Batı güney batı rotasında divam ederler. Yeyecek ve şarap bol olunca kimsenin umuru olmaz ki ; bir kaç gün yol gittikte kendilerini Tunus'un Bizerte limanında bulurlar. Burayı İtalyan ülkesinin topuğu zannederlerken, teğnede Venediğ bayrağını gören bir sürü baldırı çıplah Arap yalınayak yalınkılıç tekneye hucüm gösterir, niyetleri tekneyi yağmalamak, ekibini esir alıp fidye neyin istemektir. Lakin bizim leventler sekizi birden Allah Allah nidalarıyla bir elde kılınç diğer elde Bursa işi kamalar güvertede cenk düzenine girince ; Arap yağmacılar desdur deyip geri çekilir ve pes ederler. Kayığa bir elçi gönderir ve leventlerimizi misafir etmek istediklerini bildirirler. Akşam ezanından sonra davete icabet eden leventlerimiz ala, içine kuzu gözü ve yanağı doldurulmuş kellelerin, koyunların içine ; ol koyunların da dişi deve içine yerleştirilmesiyle yapılmış ananevi yöresel yemeği taam eyledukte, kulpsuz fincandan koyu Yemen kahvelerini içip teğneye geri dönerler. Bir kısmısı mide ve bağırsak ağrısıyla teğnenin tek ayakyolunun  önünde kuyruğa girerken ;  HakanZ ve Umut leventler  İtimad kaptanı sıkıştırırlar. '' Reis hele bize şu hartanı bir göster ; biz buralara niye düştük ki ? diye sual açarlar. İtimad reis hartayı istemiye istemiye önlerine serdikte HakanZ az bakar : '' İtimad abey, sen bu hartayı ters serersin ; bah harta dibaçesinde çizili şol ok'un üst tarafı her daim Şimali gösterir. Sen hartayı masaya ters sermişsin '' dir. Bunlara şahid olan Umut Efendi sıkılır ; '' harta tarayıcısı '' adını vereceği bir cihaz üzerine çalışmaya başlar ki ; bu alet cümle dünya hartalarını ihtiva edup, teğne yürüdükçe yerini harta üzerinde göstereceğdur. Bunun için önce elektrik denilen nesneyi icad etmek , sonra bunu batarya denilen küçük kara kutularda depolamak , sonra bu elektriği ancak Kapalıçarşı esnafından tecrübeli bir Ermeni kuyumcunun yapabileceği tel inceliğünde altun hatlardan kandil ışığıyla aydınlatılmış bir küççük perdeye aktarmak gerekmektedir. Lakin kayığın o anki konumunu anlayabilmek için gök yüzüne bir takım peykler göndermek lazım idir ki , işte bu mesele çözülemez. Umut korsan defterine işlediği bu keşfin müsveddelerini bir kenara atar. Ondan ancak beşyüz sene sonra küffar bunu becerip ; ''chart plotter '' adu altunda tüm denizcilere bahalı bahalı sokuşturacaktır.

Toplu ishal krizini atlatan denizciler ertesi gün Bizerte limanundan ( 37.16.23 K 09.53.23 D )  ayrılup 1 gün 1 gece yol gidende gün doğarken uzakta bir korsan teknesi belirir. Korsan gemüsü yaklaştıkta direğin üzerindeki gözcü yuvasından bir kapkara bir arabın aşağıya seslendiği duyulur : ''  Önümüzde bi' küçük teğne vaa' ! ''. Kırk değişik milletten korsanın bulunduğu teknenin şişman kaptanı tedbiren sorar '' Romalılar mı ; Galyalılar mı ? '' .Zencü yukarıdan bağırır '' Hayıı'...Vinediğ bayvaklı bunlaa...'' Kaptan keyifle hucum emri verir, manevra yapar, bizimkilerin yanına doğru dümen kırar. Korsanların sayısı leventlerimizin 5 mislidir, gemülerü de en az 2 misli büyüklüktedir. Leventlerimizin tüm cesaretüne rağmen pek şansları yok gibidir. Lakin başından beri FARFARA di INFERNO kayığının böyle bir askeri harekata girişmiş iken hiç silah taşımamasını stratejik açıdan doğru bulmayan Umut korsanı bir gece evvel uyku tutmamış havuzluğun bir köşesinde oturur idi.  Birden aklına Bizerte şehrinde avare gezinirken önüne çıkan,önce bir tekme atup tangur tungur yuvarlayarak eğlendiği, daha sonra belki bi işe yaratırım..diyerek omuzlayıp kayuğa getirdiği ağır prinç borudan sırtta taşınabilen hafif bir top yapmak geldi. Tüm gece çalıştı. Sabah gün doğduğunda top hazur idi. Mermi olarak FARFARA di INFERNO teknesinin salmasına safra olarak yerleştirilmiş yumruk büyüklüğünde demir gülleri kullanacak idi. Talihsiz korsanlar işte tüm bu proje olup bitende bizimkilere rastgelmişlerdi. Korsan teknesi yetişup borda bordaya gelmek üzerelerken, Umut korsan topu HakanZ leventin omuzuna yerleştirdi. Barutu hakkıyla verip, namludan gülleyi sürdü. Bu arada İtimad korsan elinde viç kolu korsanlara sallıyor '' Yiyorsa gelsenize ulan, gelsenize...'' deyu bağırıyor idi. Korsanlar da zati avı pek kolay gördüklerinden eğlenerek İtimad efendiye el sallıyor ; gülüyor idiler. Topun aniden patlamasıyla korsan gemisinin karinasında koca bir delik açılması bir oldu. Patlayan barutun etkisiyle HakanZ korsan kapkara olmuş, sadece dudaklarının pempesi, dişlerinin beyazı bir de kocaman açılmış gözlerinin akı seçilir olmuştu . Umut korsan geri sıçradı : '' Ahan da gözcü direğindeki yamyam önüme düştü...'' deyu düşündü. HakanZ korsanın '' N'aaptın olum sen yaa ? '' feryadıyla durumu anladı. HakanZ korsanımıza şükür Allaha bişeycikler olmamıştı. Datlu suyla yıkandıkta yine aynu adem oldu.

Tüm leventlerimizin aklında bu olaydan son bir sahne kaldı...Batan korsan gemüsünün sadece direği suyun üstünde olup, gözcü yuvasındaki iri yaru zencunun : '' Batıyo'uzz ! '' deyu bağırdığı an. ( 15 )

Akdenizin ( son YENİ Osmanlı padüşahunun isimlendirmesiyle Vaytsii'nin ) engin sularında bir müddet yol aldıktan sonra yiğidlerimizun kayığı Adriyatik Denuzu nam sulara girdi. Şimale tırmana tırmana Venediğe doğru çıkarken bu defa küçük bir hatayla Arnavut  adı verilmiş inatçu bir milletin Gjiri i İnglezit adı verilen sahil yöresine düştüler. Müsliman ümmetine sempati duyan Arnavutlardan izzet-ü ikram görürler. Birlikte yirler, içerler. Ayrılırken civarda keçilerini otlatmakta olan bir çobana Venediğin yolunu sorarlar. Çoban eliyle yön göstererek : '' Ahanda şol yönde güneş bir kargı boyu yükselene kadar gidin, Venediğe varırsınız '' dir. Bizimkileri selametler. Az gittikde , yaklaşık 4- 5 mil sonra Sazan adası ( 40.28.31 K  19.16.46 D )denilen daş parçası önünde bir kez daha karaya otururlar.

Buradan da kurtuldukta rüzgar cenubdan esmeye başlamıştır. Dubrovnik nam şehrun önlerinde bir kavança atarak Venediğe doğrudan dümen tutmak isterler. İtimad korsan her zamanki gibi dümende '' Hazuuur, ....kavança ! '' deyu ünledukte leventler pozisyon alır, yelkenler canhıraş feryadlarla haşur haşur sesler çıkarırken bumba hızla bir kontradan diğerune geçer ; işte o an ortalıkta dolaşan ; ismini bilemeduğumuz bir leventin kafasına ağır bumba geçiverur. Kafasına  bumba isabet eden yiğidin başı kan revan içinde kalıp, sağ gözü yerinden fırlar, iri burnunun yanında sallanmaya başlar. Yiğid acıyla '' Uuiiy...Cözüm çıkmıştır daa '' deyu haykırırkene tabip levent HakanE korsan   hamle edup, bir anda gözü hoop diye yuvasına yerleştirir. Yiğid cöreyrum cöreyrum diye sevinçle bağırır. HakanE  Yiğid de  gayet sakince : '' Herkes görüyor zaten...'' deyup gidip başüstüne oturur. (16 )

Sazan adasındaki karaya vurma da selametle atlatıldukta artık Venediğe az mesafe kaldığından, leventler başaltında derdest edilmiş Mehmet adlu ademin elini kolunu çözmüş, teğnede serbest dolaşmasına izin vermişlerdir. Bu adem havuzlıkta oturur ve etrafı taciz etmeğe divam ider. Gah  '' Bu kayığın gölgeliği ne güzelmiş, benim teğneye de yapaydık...Benim elimden gelmez, sen bana bir proje çizsen a Umut korsanım ? '' gah : '' Teğnenin kıçından keşki rahatça suya inebilsek de ; çimsek. Oraya bi platform yapsak ; acep kim bana bunu yapar ? '' , gah : '' 3 karış suya gaç karış zencir koyverilir ? '' gah '' Rüzgarın hızı neylen ölçülür, bofor ilen mi, knot ilen mi ; bu Beaufort denilen adem de kimdir, nerelidir ? '' gah ( afedersiniz ) '' Teknede apdest yaptuğdan sonra temizlemek içun kollu pompadan daha eyi bir çare yoğ mudur ? ''  gibi suallerle leventlerimizin içini baymaktadır. Lakin az buçuk deniz tecrübesi de vardır. Misal Umut reis rüzgar duranda tekneyi yürütebilmek için, gövdeye yerleştireceği ayak pedallarıyla çalışan bir çarka bir mil, milin ucuna da pervane denilecek bir burgu takarak, teğneyi yürütebilecek bir düzenek çizdiğinde bu Mehmet efendi çizimlere bağmış ve demiştir ki : '' Bu sistem çalışmaz. O burguyu çeviren mil kesilir...Burgu suya düşer, kaybolur gider...''

MECBUREN BİR MÜDDET DAHA DEVAM EDECEK. EĞER BAŞKA LAFAZAN Bİ KORSAN ÇIKMAZ ÜSE BAŞLADIĞIMIZ İŞİ BİTİRMEK BOYNUMUZUN BORCU OLDU.

 15 )işte bir zaman geçtikten sonra FANFARE di INFERNO'da tutsağ bulunan Mehmet adlı ademin Frengistan'a yaptığı bir ziyarette Belçika denilen küçük bir ülkede , bir tencere midye yeyüp ala şarap içerken bir Belçikalı ademe anlattığı bu hikaye Belçika krallığında nesilden nesile ağızdan ağıza aktarılmış ; günün birinde heç elleri skota ve yeke tutmamış ; Akdenüzü bilmez iki yazar çizer komik masa başı ademi tarafından ASTERİKS adlı , hayali, pek meşhur çizgi roman serisine başka bir biçimde aktarılmıştır.


16 ) FARFARA di INFERNO teğnesinde geçtiğini kesin bildiğimiz bu hikaye, MS 1970li yıllarda İstanbula kadar sefer eylemiş Tristan Jones adlu palavracı bir İngiliz yazarın BUZ adlı kitabında sanki kendi başından geçmiş gibi anlatılmaktadır. Bu adem tıpkı Cücü Kaptan Korsan gibu sıkı palavracı olmakla birlikte, hikaye yeteneği ( yine aynen Cücü korsan gibi ) gayetle şayan-ı takdirdir ( Yn )
Bu bölüm yiğidlerimizin Kelemiç koyundan yelken basmakla Venediğ şehri kapularına dayanmalarını anlatır.

Celep Nemrut  Haydar ve Bakkal Şaşkın İzzet'in (14 ) maaşallah pek  iştahalı yiğidlerimizin günde yedükleri  8  kuzunun ; 3 okka halis tereyağının ; 2 batman halis pirincin ve 24 somunun bedelini bahariye nezaretinden hala alamamış olmaları nedeniyle veresiyeyi kesmeleri  ; hafiften serinlemeye başlayan rutubetlu havalarda Bahçe-i Fener'de bez  çadırda kalmaktan azan romatizmaları   ve Kasımpaşasındaki sobalı ahşap evinin epeydir  gözünde tütmeye başlaması Miralay Seyfullah'a artık namzet-ül piyadeyi bahriye (15)  deyu adlandırdığı  sivil denizcilerimizin eğitimin bir tamam ikmal edilmiş olduğunu düşündürtür.

Ertesi sabah daha gün ağarmadan yiğidlerimizi uyandırır, duayla apdest aldırtıp namaz kıldırtır. Sonra hepsinin tek tek alınlarından öper ; Bursanın en maruf ustasının dövüp şekil verdiği birer çelik kama hediye eder. Yol mesarifi için Padişahımız efendimizin gönderdiği 8 kese Venedig altunu yiğidlere dağıtır ( Yüce sultanımız aslında 10 kese altın ihsan buyurmuşlardır. Lakin bir dikkatsizlik sonucu Seyfullah Efendiye bir bahşiş unutulunca ; o da iki keseyi iç rahatlıyla kendine ayırmakta bir sakınca görmemiştir ).

Başıbozuk leventlerimiz Kelemiç koyunda yatan FARFARA di INFERNO kayığına intikal ettikte vakit zayi etmeksizin ; vira bismillah komutuyla demir alır, yelken düzenine geçerler. Yekede kayuk sahibi olmağ sıfatiynen İtimad Efendi vardır. Gür sesiyle :

 '' Seferimiz mübarek yolumuz açık ola ; Bundan böyle bize Türk korsanları dene ; Tiz varalım kokuşmuş Venedig eline ; Çalalım kılınçları hain küffarın beline. Çok yaşasın Padişahımız efendimiz. Sık dişini bre Cemalettun Kaptan Paşamız ; yettuk !'' deyu haykırır.

Yiğidler de  üç kez '' Oley, oley, oleeey ! '' deyu  ünlerler (16 )

Yiğidlerimiz bu nağrayı atmışlardır ki ; birden gaaarç ! deyu kötü bir ses duyulur ; FARFARA di INFERNO kayığu zıplar, sarsılır ve durur ! Hem'an Bahçe-i Fener önlerindeki Öreke nam daşa oturmuşlardır. Dümenden havuzluğun içine düşmüş olan İtimad Korsan yerinden doğrulurken talimatları yağdırır :

'' Skotalar laşkaaa ! Dümeeen iskele alabandaaa ! Tüm ademler sancak küpeşteye yığıla ! Birinuz aşağıya ine, kayuk su alır mı ki, baka  '' Neyse ki, oturma şiddetli değildir ; teğne yavaşça geri kayıp tekrar yüzer. Yiğidler duruma vaziyet eyleyup, kayığı tekrar rotasına koyarlar.
Bu Öreke daşlaru şöyle möhimdir ki ; dibaçeye dip not koymakla geçiştirilmez. İlle burada anlatmak iktiza eder. Bu daşlar Bizans döneminde Hera ve İreas kayaları olarak anılup, üzerlerine mermer daşundan bir kaide ve bir Tanrıça heykeli dikili olduğu rivayet edilmekte ise de kimi kaynaklar burada bir ateş kulesi olduğunu bildirir. Ecdadımız Kanuni Sultan Süleyman Han hazretlerinin Recep 969 (Mart 1562) tarihli bir fermanında bu fenerden şöyle bahsedilmektedir:
“Kalemiç burnu nâm mahalde Müslümanların ve gayrin gemileri gece ile gelüp geçerken fânûs olmamağın, ekser zamanda taşa çalup zarar ve ziyan olmağın mahâll-i mezkûrda bir fânûs yeri bina etmek murad edinmeğin, buyurdum ki.”

Her neyse, ister kaideli heykel , ister ateş kulesi , ister fanus yeri...Burada geçmişde muhkem, sağlam ve düzgün inşa edilmiş kul yapusu binalar bulunduğu bizlere intikal etmiştir. Aradan geçen yüzyıllar boyunca ( içinde fakir kulunuzun da bulunduğu ) pek çok inatçu ve tikkatsiz teğne kaptanı kıyı seyrunda bu binalara bindire, çarpa, vura ; yok etmiş , bugün sadece kayalar kalmıştır. Adını şimdi  getiremediğim bir muharrir , TÜRK DENİZCİ ATASÖZLERİe ve DEYİŞLERİ adlı bir sureti de bende bulunan kitapçığında şu önemli ve doğru deyişi nakleder :

Yurdum denizcileri üçe ayrılur. 1 ) Öreke daşuna çıktıkta bunu ehbaplarına itiraf edenler  2 ) Öreke daşuna çıktukta bunu şiddedle saklayıp, ömürlerinin sonuna kadar inkar edenler  3 ) Bir gün Öreke daşuna çıkacak olanlar.
Başkaca cins denizci taifesi olabilemez. Vesselam.

Ey okuyucu ; gelin biz başıbozuk leventlerimize hayırlı seyirler dileyelim. Bu değersiz romanımızı elbette aşka, meşke  susamuş, frenklerin romantizm dediği o hastalıklı ruh haline  düşmüş, beyaz atlu bir şehzade bekleyen başuçlarında yağ kandili, yataklarına uzanmış genç hanum kızlarımız okumayacak. Bir diyardan diğerune bir teğneyi emniyetlu ve kısa yoldan götürme ilmi navigasyonu bilen irfanlı deniz erbabı okuyacak. Onlar ki bu ve benzeri yolları def'alarca yaptılar ( bu naçiz kulunuz dahi ol rotaları ikmal etmiştir )  . İmdi Venediğe nasıl rota tutulur anlatıp ol derya kurtlarının canlarunu sıkmayalım. Sadece FARFARA di INFERNO'nun Venediğe çıkartma harekatındaki mühim vakaları görelim...  
Elbette küçük bir gemüde 8 yiğid umman aşmak zor zanaattır. Yolda leventer arasunda epey tartışma başgösterir, yumruklar konuşur, hancerler çekilir, lakin bunlar hep tatluya bağlanır. Yol halidir olur. Anlayış göstermek gerektir. Yolda canı sıkılan Umut nam korsan ahşap makara ve palangaların yerini alup ; yelken basma ve indirmeye, skotaların laşkasını almaya yarayacak ; vinç adını verdüğu bir garip pirinç alat yapıp güverteye bir sağlam bağlamış, bunu çalıştırmağ içün de yaptığı ''vinç kolu'' adlu ağır demiri İtimad Kaptan Korsana vermiştir. İşte gemüde asıl nizamı sağlayan İtimad korsanın ikide bir havada salladığı bu nesnedur.

İşte irili ufaklı bir kaç yüz arbede içinde önemli bir tanesi ikmal için uğranacak Halikarnassus nam limanda ; şanını duydukları, hepicüğünün arada mektublaştukları , bazen sevişup, çoğu lahza itiştikleri aslen Venediğli ( Venedigli Marco Polo ) olup, ülkesinden kaçtıkta Halikarnassoslu Cücü ( veya Cüccü ) Kaptan Efendi namını alıp, ol kasabada haytalık ve bolca avarelik ider, el yazması kitaplar yayınlayan kişiyi de yanlarına alıp almamaları konusunda patlak virir. Cücü Efendi Kaptan doğup büyüdüğü Venediği avucunun içi gibi bilir ; Venedik lehçesi ana dilidir. Kahramanlığı, kılınç kullanmışlığı , gözü pekliği hiç mi hiç yoktur da ; kurnazdır, ağzı çok laf yapar, böyle bir harekatta bu hasletler işe yarar.

Bir levent '' Padişah efendimizden alduğumuz altundan ona da pay gerekir, ne lüzum ? '' dir. Diğeru '' Ben de virmem. Hem bu herif bizden alacağı bir avuç altunu ne yapsun ? Oraya vardukta bizi istese bin altuna anında Venediglilere satar. Kendine altun işlemeli  kırmızı  ipek kaftan alur, gelür San Marko meydanında Roma dondurması yalayaraktana idamımızı zevk ilen seyreder '' dir. HakanE nam levent bi şey dimez, sadece kötü bakar. Bu fikirden vaz geçilince bu defa yiğitler yeni bir tartışmaya girişirler. Eğer Halikarnassosda ikmal yapacağ iseler, bunu Cücü Efendinin duymaması imkansızdır. Öğrenir. Ya hemen özel ulakla, bilemedin posta güverciniyle eski vatanı Venediğe yaranmak içün haber uçurur ise ?

Bunun üzerine , rota değiştirilip ikmalin Didyma şehrinde yapılmasına karar verirler. Dördüncü gün Didyma limanına girdiklerinde limana yanaşır, fıçı fıçı su, tuzlu et ve balık, niçebin   zerzevat , meyve taşırlar. Onlar kan ter içinde kayığı yüklerken şişmanca, göbekli, derisi parlak kel kafalı, beyaz mintanının kolları sıvalı, pantulu az bolcana, potinleri pek parlatılmış bir ademoğlu yanlarına sırıtarak yanaşır : ''  Selamün aleyküm yiğidler ; yolculuk uzak ellere herhalde, yoksa niye alasınız bu kadar nevale ? Ben kendim de aha şordaki barca'nın sahibi ve kaptanıyım. Keyf içün kayığımla gezerüm. Aslen Dersaadette gemici kahvehanelerini dolaşır sigorta işleri yaparım...Kayığınız da pek güzelmiş, siz de kalabalıksınız hani yiğidlerim. Çok da yükünüz var. Arzu buyursanız kayığınıza bir sigorta, size seyyehat ve hayat , yükünüze de mal zayi sigorta evrağı tanzim edeyim. Hepicüğü 15 altun tutar ya, size 12,5'a da olur, içiniz rahat seyredersiniz...Sahi, nereye idü sizin yolculuk demiştiniz , baktım da Venedig bayragınız var ; Venediğe mi yolculuk ? Ticaret için mi ? ''

Genç ve toy leventlerden biri boş bulunur ; zati sırtındaki yükten bunalmıştır : '' He emce. Venediğedir yolumuz. Ne ticareti yahu, bizde tacir hali mi var ? Lahana, pırasa mı satacağız Venedikliye... '' deyu bu yapışgan adamı başından savmak için civap verdukda ; birden teğnede buz gibi bir hava eser. Tüm yiğidler birbirine bakınır. Boşboğaz genç levent söyledikleriyle hepicüğünü tehlikeye atmıştır. Leventler birbirine bakınır, İtimad korsan başını hafifçe oynattukda diğer leventler bu geveze ademi karga tulumba karadan alur, teknenin ambaruna taşudukta elini ağzını bağlayıp, lahzada baş altına tıkarlar. Hem'an halatları çözüp, yola revan olurlar.

YOK MUDUR BRE BİR YİĞİT Kİ ; HEM DİVAMINI YAZSIN, HEMİ DE YAYINCIDAN PARASINI ALABİLSİN ?

14 ) Bakkal Şaşkın İzzet işlerin iyi gitmemesi nedeniyle bir gün dükkanı toplayıp, sahili takiben yaklaşık bir fersah kadar yürüdükte ( 1 fersah = 5685 metro ) ;pek  bağlık bağçelik bir yere gelip bu defa buraya bir dükkan kondurur. Etrafta tek bir adem dahi yaşamamaktadır. Günümüzün Şaşkınbakkal semti böylelikle kurulmuş olur ( Yn )

15 ) Cemalettun Kaptan Paşa hakkında yaptığımız bu araştırmada çok ilginç bir gerçek ortaya çıkmıştır. Hameriga Birleşik Devletlerunca o pek şöhretli, Marine Corps namlı deniz piyade kolordusu kurulmadan tam 5 asır önce Devleti Aliyyeyi Osmaniyye Bahriye subayı Miralay Seyfullah bu silahlı gücü ilk düşünen ve ilk mangayı yetiştiren kişidir. Batı askeri tarihinde bu gerçek bilinmez. Tüm dünyaya duyurmak vazifemiz olmalıdır. ( Yn )


16 ) bize bir İspanyol deniz tarihçisinin naklettiği bu nida atma şekli dönemin ve Osmanlının adetleriyle bağdaşmaz görünmektedir. Lakin Grande -Admiral  Marki  Jose Louis Fernandez Felipe de Valdecarzana anılarında olayı böyle nakletmiştir. Kendisine teknenin limandan ayrılış hikayesini bu harekattan çok  yıllar sonra İskenderiyede bir sahil kahvehanesinde bizim yiğidlerden birinin anlattığını iddia etmektedir ( bu dahi Yn )
Değerli okuyucu ; en geç hem'an bir önceki tefrikanın son paragrafından sonra denizcilik camiamızda helecanlı tartışmaların başlayacağını ; fitne ve fesat'ın başlarını alıp gideceklerini ; okurcuların kamplara bölüneceğini ; -ama en talihsiz gelişme olmak üzere - ; naçizane Cemalettun Kaptan Paşa Biyoğrafyasını yazabilmek için, evdeki dededen kalma son gümüş şamdanı, nineden kalma bakır hamam tasını Bedestende satmış olan değersiz bendeniz kulunuzun ağır ithamlar altında kalacağımı tahmin ederim.

İçinizden kendini külyutmaz sayan bir takım kötücüller ; beni Güvelotti Efendiyi koruyup kollamaya çalışmakla, hatta dahi onun tarafından satın alınmış olmakla suçlayacaklar ( neler olabileceğini  önceden görürüm ben ; bir nev'i şarkın Nostradamus'uyumdur ya , onun gibi nazımla anlatma becerim yok. Benimkisi ''bon pour l'orient '' tarzı bir yetenek ). Delil olarak tee yarım asırı geçmiş ; kendisiyle aynı medresede tahsil görmemi dahi ileri sürecekler. Ne alaka yani ? O medrese YENİ Devlet-i Aliyyeyi Osmaniyye'ye misal üç  Başvezir çıkarmış idü ki ; şahsım üçünü de tanımam sevmem ( onlar da beni tanımaz idüler. Tanısalar zaten sevmezler idü) . Niye İtimad Efendi'yi koruyup , kollayayım ? 

Kaldı ki maalesef bu tarz anı veya biyografi çalışmalarında tüm tarafsızlık çabalarına rağmen muharrir yazdıklarıyla başını kimi ünlülerle , onların sevenleri, aileleriyle belaya girmekten alıkoyamaz...İleriki bölümlerde yine benzeri hadiseler yaşayacağızdır, şimdiden bilginize sunayım.

Kısa keselim ; yaptığım araştırmalardan öğrendiğime göre o meşum Venedig gecesi Alfredo'nun meyhanesinde barbut masasında Cemalettun Kaptan Paşanın kaderini (sonuçta hep aynı şekilde ) belirleyen olay üç şekilde gerçekleşmiş olabilirdi. Güvelotti efendinin maddi çıkarı nedeniyle Paşanın kontese mektubunu Kont di Capriye rüşvet olarak vermiş olması ilk ihtimal idi. İkinci ihtimal akçesi kalmayan Güvelotti beyin mektubu masaya pey olarak sürmesiydi. Son ihtimal ise ; Güvelotti beyle yaptığım bir söyleşide kendisinin beni pekala kesinlikle ikna etmiş olduğu gibi ; mektubu yanlışlıkla düşürmüş olma olasılığıydı. Ki biz şu mütevazi eserimizde olayı böyle naklettik.
Bu durumda Güvelotti efendiyi has bir dostunun bir gönül meselesine dair pek önemli recasına fazla, hatta hiç ehemmiyet vermemiş olmakla ve dikkatsizlikle suçlayabiliriz. Kendisi de hala bu talihsiz gelişmenin doğurduğu vicdan azabını çekmektedir. Oh olsundur. Çeksindir !

Önemli  bir biyoğrafide tarihi gerçeklik ve bilimsellik adına ; bu iddiaları böylelikle kayda geçirmiş, sonrasında daha da ellememiş olalım ve esas konumuza dönelim. Maalesef çok daha müessif durumlarla karşılaşmanın arefesindeyiz.
Bilesiz !
Cemalettin Kaptan Paşa'nın karanlık, rutubetli, soğuk zindanda zencirlere vurulu ilk gecesi geçmiş, gün doğmuş idi. İçine tıkılmış olduğu kuyu gibi zindanın Paşanın başından 15-20 kadem yukarıda olan demirli küçücük havalandırma deliğinden içeri çok zayıf bir güneş ışığı ; sokaktaki seyyar satıcılerın arsız bağırışları , kanaldan geçen gondolcuların (9) çığırdığı türküler bir uğultu halinde gelmektedir.

Birden adım sesleri ve kılınç, silah, zırh şakırtıları duyulur ; ağır zindan kapısı gıcırdayarak açılır, içeri bir takım ademler girerler. Paşa doğrulur ; gelenleri görmeye çalışır. Gelen tabiidir ki o hainler haini ( Rabbim üzerine felaketler yağdırsın ! ) Comte di Capri ; Savunma ve Bahriye Nazırı, Senato Başkanı ve Emniyet müdiridir. Arkalarında dişten tırnağa silahlı 10 asker vardır. Ayaklarından ve kol bileklerinden manda gözü büyüklüğünde baklaları olan zencirlerle duvara bağlanmış olan Paşamız bu haliyle bile düşmanına saldığı korkudan memnun kalmıştır doğrusu...
Zayıf, kara kuru, Paşamızdan iki kafa boyu daha uzun olan karga burunlu Kont üç adım atarak Paşaya yaklaşır ve aralarında Venediğlilerin diliyle ( okurcuya tüm hörmetime rağmen bu önemli konuşmayı orjinal dilinden takip edecek biri çıkacağını sanmıyorum. Ben de Venediğçe bilmiyorum. O nedenle biz bu konuşmayı dilimize adapte ettik. Paşamızın konuşmasında fark edeceğiniz tuhaf haller, esaret veya korku neticesi değil, son 32 sene 8 ay 11 gündür Venedik dilinde konuşmamış olması, lisanı hafiften unutmasındandır ) şu konuşma geçer :

KdC : '' Hah, hah, haa...Ehe, ehe, ehe. ŞGeçmişte şerefimi lekelemeye kalkışmış şu Türk korsanının haline de bakınız . Geceyi nasıl geçirdiniz ekselans amiral ? Misafirperverliğimizden memnun kaldınız mi ? ''
CKP : '' BAK HELE !! Ne diyor sen la ? Kuş beyninle kafa mı bulmak sen benimle kara karga ?  '' Paşa zencire vurulu eliyle beline saldırır ; ama kılıncının   üzerinde olmadığını, çoktan el konulduğunu hatırlar. Kolu yanına düşer.
KdC : '' Aha aha aha...Barbar 30 sene cenk ve gemülerde sefer ede ede hem konuşmayı , hem medeniyet dilimizi unutmuş...Boşver sen bu ucuz kahramanlıkları ; kellen de gidecek nasılsa ama ; seni bunca yıl sonra nasıl ele geçirdiğimi de merak etmez misin be adam ? ''
CKP : '' Kader inanç var bizim...Her şey Allahtan. Yazımız böyle yazılmak deriz, kabul gösteririz...Beni sen asmak nasılsa, tamam. Ama var bir sorum. Kontes di Marghera - Mascarpone yaşamak ? Hayattadır ? Nerdedir, nicedir ? ''

KdC : '' Sarayımızda sevgili oğlumuzla şu saatlerde sabah kahvaltısına oturmuş muhterem eşimin adını bir kez daha ağzına almaya cesaret edersen ; seni şimdi mahkemenin kararını dahi beklemeden, burada , ellerimle....( sinirli sinirli güler ) Ha,ha,haaa...Benim sana sorduğuma cevap ver sen ; merak etmez misin seni Benefşe burnunda  metruk San der Ancello kilisesi önünden dalından armut koparır gibi nasıl kapıp ; buraya aşırdık ? ''
CKP : ''  Heç de sormam. Ama anlıyor ben. Sormasam da anlatır sen. Vardır helbet size haber uçurmak yapan bir hayın koskoca Devleti Aliyyeyi Osmaniyede. Hep oldu hayınlar bizim topraklarda...''

KdC : '' Hah, gel şöyle hizaya...Biliyorum meraktan çıldırıyorsun aslında.Heh hee...Aslında ben de pek fazlasını bilmiyorum. Böyle küçük işleri elçilerimiz, adamlarımız tezgahlar. Senin şehrinden olup, Frenklerin okulunda eğitim görmüş, Frenkçe ve Kuzey Batıdaki Keltler midir, Britanyalılar mıdır nedir ; o barbarların dilini de konuşan fazla geveze bir şişman, saçsız adam varmış. Gayığını Didyma limanında tutar, arada bir Helen adalarına sefer edermiş. Herkese yerli yersiz türlü sual etmesiyle, burnunu her işe sokmasıyla marufmuş. Bu siz Didymada ikmal yaparken senin leventlerden biriyle konuşmuş, onun ağzından nereye sefer eyleyeceğinizi öğrenmiş. Constantinopoliye'ye avdetinde bizim elçimizin verdiği bir davete bir isim karışıklığı nedeniyle yanlışlıkla bunu da çağırmışlar meğer. Bu hemşerin de '' ille elçiyle de tanışayım ; ona kendimi göstereyim...'' deyu uğraşırken ; senin o gizli görev seferini de elçimiz Carlo Dell'Orto'ya (10)  boşboğazlık edip yumurtlamış...Gerisini sen de biliyorsun zaten...''

CKP : ( heyecandan Türkçe bağırarak ) : Vaaay ulaaaan ! Hayt bre ! Kimmiş bu gafil, bu hayın, bu, bu.....

KdC :( anlamaz): '' che ? ''   ( ne ? )

CKP : '' Ol münasebetsiz , dili kopası var  ademoğlu kim olmak ? ''

KdC : '' Costantiniyye'yi fetheden sizin o genç kralla aynıydı galiba ismi ? ''

CKP ( gürler ) :''  Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri o bre gafil, kefere kralı değil. Adını ağzına salavatla al...Ne, Mehmet mi demek demin ben ? ''

KdC : '' Hah vero ( tamam ) . Memet, Mechmet ? Si, öyle bişeydi...

Pekiyi, ey okuyucu ; biz bunları hep Venedikten naklederken Dersaadette ; Bab-ı Aali'de, Bahariye Nezaretinde neler olmaktadır ; merak etmez misiniz ? Koskoca cihan emparatorluğunun sabrını test ettirmeyeceğini ; bir Kaptan Paşasını üç paralık bir şehir cümhuriyesinde rehin bırakmayacağını ; Başvezir hazretlerinin heman ve derhal elçi Dell'Orto'yu makamına çağırtıp etek öptürdükten sonra, tam ünvanıyla  İstanbul Yeni Boğaz  cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Kaptan Paşayı derhal özür ve alayu vala ile serbest bırakıp, 30.000 Venedik dukası tazminat vermedukları takdirde Sadrazam olarak ahti olsun ; ekselansları elçu hazretlerinin içini açtırarak, tekmil iç organlarını boşalttukda, saman doldurarak tuzlayıp Venediğe iade edeceğini kesin bir dille anlatmuş idi. Yapar mı yapar. Varmışdı eskiden böyle adamlar.

Üstelik Osmanlı bu ; oyunu bitmez. Bir B planı da olmalı muhakkak. Vardı da netekim. Aslında çoktan şehrin Anadolu yakasında Kelemiç nam koyda (11) bir özel yelkenli teğne ( çünkü askeri bir Osmanlı barcası Venedik sularında derhal fark edilirdi ) bir kurtarma ameliyesi için hazırlanmaktaydı. Harekat cihet-i askeriyye veya cihet-i bahariye tarafından icra edilmeyecek ; bir başarısızlık halinde Devleti Aliyye ile Venediğ Cumhuriyeti cenke tutuşmak zorunda kalmasın diye ; hepücüğü denizci ve pek yiğid kimi başıbozuk, seçmece, vatanı ve Paşamızı seven ademlerce yapılacağüdü.

Bu ademlerin 6 veya 8 kişi olduğu bilgisi zemanımıza kadar intikal ettiyse de ; tüm araştırmalarımda ancak dördünün ismini tespit edebildim ( diğerlerini bilen tarihimize meraklu denizcilerimizin yardımını reca ederim ). Bilebildiğimiz bu dört adem özel kriterlere göre tikkatle seçilmişlerdi. İkisi yapılı olacak ; ki bunlar sivil leventler HakanE ( kendisi sert mizacı ve korkusuz, gözüpek olduğu içün seçilmişti. Ayrıca iktiza eder üse ; tebabet ve ilk yardım işlerini üstlenecekti  ) ve HakanZ ( öncelikle boyu ve cüssesi HakanE ile mütenasip olduğu için, muhakkak var olan diğer meziyetlerini ise henüz tespit edemedik. Yazarın eksiğidir şüphesiz ). Üçüncü ademin adını duyunca pek şaşıracak ; '' Aaaaa ? ''   , '' Haaaa ? '' , '' Nee, yok artık ! '' hatta '' üstüme eyilik sağlık ! Kızım mutbahtan bi tas su getir bana, içeyim '' nidaları atacaksınız. Evet, üçüncü er kişi artık sadece Kocagillerin İtimad efendi adını kullanan, Kaptan Paşamızın kaderinde oynadığı dramatik rol nedeniyle vicdan azabı çeken adem idi. Eh, paşayu kurtarmaya sefer edecek kayığın adını da bildiniz şinci işte, değil mi ? Tabii ki operasyon İtimad Efendinin FARFARA di INFERNO nam, Venedig bandralı kayığı ile  yapılacak, Paşa kurtaruldukta yine bu teğneyle emniyetli sulara getirilecekti. Boycanak ufak tefek , lakin dev gibi bir yüreğe sahip, çok iyi piştov da kullanan İtimad efendi ayrıca bildiği Venedik lisanıyla hapishane kapısındaki muhafızları lafa tutacak, gerekirse bacaklarının altından kaçıp sıyrularak içeriye hucum gösterecek idi. Yani kendisinden beklenen pek fazla iş olup ; bu ekibin doğal lideriydi. Bizce bugün   malum son şahıs Umut adlı denizcu idi. O da İtimad beyle eş boyda gözüktüğünden seçilmiş olabilirdi. Lakin helbette onun pek çok başka yetenekleri, marifetleri varmıştır. Kendisi misal yüzyıllar sonra Hameriga adlı bir ülkeden dünyaya yayılan televizyon dizilerinden birisindeki ünlü ajan  MacGyver gibi hem yakuşuklu, hem aynen onun gibi  her türlü hurdadan her türlü yararlı malzemeyi yaratabilen bir mucittir (12 )

Sanırım bu boy intizamı meselesi bu yiğitleri her zabahınan eğitime çıkaran Bahriye Miralayı Seyfullah nam gomutanın bir takıntısıydı. Gurup sabah içtiması için sıraya girdikte ; HakanE ve HakanZ yanyana önde, İtimad ve Umut efendiler de bir arka sırada ( gerçi öndekilerin boyu nedeniyle  görünmez oluyorlar ve bundan istifade içtimada itişip, şakalaşabiliyorlardı  ) ama her sıra kendi içinde yan bakışta aynı boyda görünmekteydi. Seyfullah komutan bunları ve diğer yiğidleri her sabah ezandan sonra topluyor, Bahçe-i Fener (13) nam mahalde önce 115 tur koşturuyor, sonra denize sokarak tam 1112 kulaç attırtıyor ; sonra boy boy destelere ayırarak çemende güleştiriyordu. Yiğitler bu eğitim ve kişi başı günde yedikleri 1 kuzu çevirme, bir lenger Trapezunt tereyağlı pilav ve bir sini kadayif dadlusuyla eyice güç ve guvvet toplamış, deyim yerindeyse daşı sıksalar suyunu çıkaracak kıvama gelmişler idi.
                                                                          A R A

DEĞERLİ OKURCULAR ; İTİMAD BEYİN DESTEKLERİYLE YAYINLANMASI MÜMKİN OLMUŞ ;UZUN YILLARDIR HAZIRLADIĞIM DİĞER BİR ESERİM NEDENİYLE ; BU BİYOĞRAFİK ROMANA DEVAM EDEMEYECEĞİMDİR . KAHRAMANLARIMIZA , BAHRİYE TARİHİMİZE, DENİZ ve TEĞNELERE , GEÇMİŞİMİZE MERAKLI HER DENİZCİMİZİN BU ESERE BİR BÖLÜM KATKI SAĞLAMASI VE İLERLETMESİ GELECEK NESİL DENİZCİLERİMİZE BORCUMUZDUR. VESSELAM !

9) Gondola ; gondol : Venedig Cumhuriyesine özgü  kuzguni karga karası, başı kıçı kitara sapına benzer ,kıçında iskelesiyle sancağı simetrik olmayan, kırk çeşit farklı ağaçtan mamul,  bir  kürekçiyle yürütülen tuhaf bir kayık cinsi. Kürekçinin şan dersleri almış olanı makbuldür. Yazarınız pek sevmez. 
 10 ) Venediğin İstanbul Büyükelçisi C. Dell'Orto'nun ahfadı yaklaşık 500 sene sonra Milano şehri civarında sanayiciliğe soyunup ; italyan ıspor arabalarına DellOrto marka karbüratörler üretmişlerdir. Yazarın notu.
11 ) Kelemiç koyu : Bugün Kalamış koyu olarak anılan yörenin eski Osmanlı kayıtlarında geçen adıdır. (YN )
12 ) Umut Tonoz Ağırlığı veyahut Korkmaz ya da Poyraz Tonoz Ağırlığı  : Türk amatör denizcisi Umut Korkmaz tarafından geliştirilen ; batmaz halatları suya batırabilen teknik düzenek ( YN )

13 ) 1552 yılında yörede bir fener inşa edildukta ; bu ismi almıştır ( YN )