8 Mart 2015 Pazar

'Kadıköy-Haydarpaşa arasında 48 sandal işler, 49 olmaz!'

'Kadıköy-Haydarpaşa arasında 48 sandal işler, 49 olmaz!'

Memet köyü anlatıyor, gurbeti anlatıyor. Kendilerini anlatıyor. Yattıkları kalktıkları yerleri... İşleri, işsizliği, anlatıyor. Çekinmeden, açık yürekle her şeyi anlatıyor.

 ‘Köyde tarlamız, kapımızda sığırımız ve İstanbul’da kayıklarımız var’



Memet köyü anlatıyor, gurbeti anlatıyor. Kendilerini anlatıyor. Yattıkları kalktıkları yerleri... İşleri, işsizliği, anlatıyor. Çekinmeden, açık yürekle her şeyi anlatıyor.

-“Şu Haydarpaşa-Kadıköy arası kayıklarında hiç bir vaka olmamıştır,” diyor. “Ellik bu, burası İstanbul. Adam nelerle karşılaşmış. Neler gelmez adamın başına! Ama biz kayığımıza binen hiç bir kadına, ne olursa olsun, bakmayız bile. Bizim buranın kendine göre sıkı sıkı töreleri var. Törenin dışına kimse çıkamaz,” diyor.

-“Memet” diye soruyorum, “buraya ilk gelişini anlat.”

Kayık sallandıkça insanın içinde bir güvensizlik

-“İlkin yedi yıl önce geldim. Hiç denizi görmemiştim. Yeni de evlenmiştim. Çocuklarım da var şimdi. Kayığa bindim, kayık sallanır. İnsanın azıcık başı döner gibi olur. Kayık sallandıkça insanın içinde bir güvensizlik.. Sonra bir günde alışıverdim. Köyden gelince burada tam altı ay kurs sürer. Yüzmeyi kayık çekmeyi altı ay talim ettirirler. Bu altı ay çıraklık süresince çırak ne kadar iyi kayık çekerse çeksin. Kadıköy koyunun dışına çıkamaz. Salacağa, Modaya bile gidemez. İzin vermezler. Altı aylık talimden sonra istediği yere gidebilir. İsterse kayığını alır Marmarayı geçebilir. Benim ilk ustam Yakup Tercandı. Akrabamdı. O, bana yüzmeyi bile öğretti. Bu kayık çekenlerin içinde yüzmeyi bilmiyenler bile vardır. Eskiler, yani kırkını geçmişlerin hiç biri yüzmeyi bilmez. Denizin ortasında, Allah etmesin, kayıkları batacak olsa, bir kulaç atıp da yüzemezler, yüzüp dışarı çıkamazlar. Suya batar giderler. Ama yeniler, altı aylık talimde yüzmeyi de öğrenirler. Bu da Apsarı töresine girdi.”

-“Günde ne kadar kazanırsınız?”

-“Belli olmaz. Belki on, belki on beş. Kışın iş olmaz. Birkaç günlük kar belimizi büktü. Hiç bir kuruş bile kazanamadık karda. Karda kışta kimse kayığa binip de Haydarpaşaya geçmez ki... Kışın gelenler ancak boğazı tokluğuna iş görürler. Belki de içimizden birkaçı elli lira arttırıp ayda köye gönderebilir. Bu yüzden kışın burada o kadar kalmazlar.”

-“Kaç kayık çalışır burada?”

-“Kırk sekiz kayık.”

-“Peki bir tanesi gelse de

bir kayık alıp burada çalışmaya

başlasa. Bir yabancı.”

-“Olmaz.”

-“Neden olmaz?”

-“Olmaz işte.”

-“Bu altımızdaki kayık senin mi?”

-“Babamın.”

-“Kaç kişi çalışırsınız bu kayıkta?”

-“Babam, ben, bir de kardeşim.”

-“Sırayla, öyle mi?”

-“Nöbetleşe.”

-“Peki sen kendine bir kayık alsan.”

-“Olmaz. Yasaktır. Burada kırk sekiz kayık vardır. Kırk dokuz olamaz.”

-“Bu kaç yıldır böyle?”

-“Ben bilmiyorum. Belki elli yıldır böyle. Elli yıldır kırk sekiz kayık.”

-“Diyelim ki bir aile on on beş erkek oldu. Ne olacak?”

-“Çalışanlar, çalışabilenler gelirler kayıklarında çalışamıyanlar başka bir iş bulurlar. Orası aile arasında halledilir. Şunu da söyliyeyim ki burada olsun, köyde olsun kayık yüzünden yüz elli yıldır hiç bir vukuat olmamıştır. Ne hırsızlık, ne cinayet, ne de bir kadın meselesi.”

-“Kışın kayıkları nereye çekersiniz?”

-“Kurbağalıdere’de Memede teslim eder, köye gideriz. Dışarıda aylığı on beş, içerde elli lira kiraya.”

-“Köyden gelenlere, çalışmak istiyenlere kayık kiraya veren bulunur mu?”

-“Kira almadan verirler. Öyle çalışsın diye verirler. Ama para almazlar. Alamazlar.”

Ötedeki bir kayıkta şişman, göbekli birisi var. Kılık kıyafeti şehirli.

-“Bu da Apsarılı mı?” diye sordum.

-“Bizim köyden ama..”

-“Aması ne?”

-“O buradan evli.. Köylü onu unuttu bile.”

Yıllardan beri İstanbul’dan, iki kişi hariç, hiç kimse evlenmemiş. Burada parayı kazanır, giden orada evlenirlermiş. Belki, buradan evlenmemek de törelerinde var. İnsanlar yaşayabilmek, rahat edebilmek için, kendi kendilerine ne sıkı töreler koyabiliyorlar. Ben şunu sezdim ki, Apsarılılar buradan evlenenlere öyle iyi gözle bakmayacaklar.

Tatlı sözlü Mehmet Çürük

-“Bu kayıkları sıraya kim sokar?”

-“Nizam ustası.”

-“Nizam ustası kim?”

-“Az önce kayığından indiğiniz adam. İsmail

Aslan.”

-“Birisi sırayı bozarsa ne olur?”

-“Nizam ustası ceza verir. Yirmi dört saat, nizamı bozanın kayığını karaya çektirir.”

-“Gene dinlemezse?”

-“O zaman İbrahim Reise haber verir.”

-“İbrahim Reis kim?”

-“İşte şurada motoru var. Biz her ay ona bir lira veririz. O da işimizi görür.”

-“İbrahim Reis ne yapar nizamı bozana?”

-“Kayığını bir hafta karaya çektirir.”

-“Gene itlik ederse?”

-“O zaman kayığını alır gider.”

-“Hiç kayığını alan giden oldu mu?”

-“Olmadı.”

Tatlı sözlü Memet Çürük… İşte bir tanesi daha İsmail Aslan. İsmail Aslan altı kardeş. Babadan kalma on beş dönüm tarlası altıya bölünmüş. İsmaile bir avuç toprak kalmış. Oraya da fasulye ekermiş. Elli dönüm olsa ne ki, geçindirir mi ki?

Aşağı yukarı köydeki herkesin toprak durumu böyle.

İsmail’in evi dört göz, üç pencere. İsmail’in burnuna tüten çocukları var. İki kardeşi de başka gurbetlerde.

Apsarı köyünün erkeklerinin hepsi kayığa. İstanbula gelmezler. Başka gurbetlere de giderler. Bu böyle gelmiş, böyle gidecek.

Ve Kadıköy’e, Haydarpaşa’ya inanılmaz kalabalığına Apsarı kıracının çatlama toprağından kuşaklar gelecekler. İlkin denizi görünce başları dönecek, azıcık şaşıracaklar. Sonra kürek çekmeyi, martılara bakmayı, güzel kızları seyretmeyi, onlarla evlenmemeyi, âşık olmamayı, denizin mavisini sevmeyi, yüzmeyi, geniş, sağlam, sağlıklı bedenleriyle, kollarıyla denizi sarmayı öğrenecekler.

Sonra gurbet türküleri düzmeyi öğrenecekler. Sevgililere ucu yanık, ucu telli mektuplar gönderecekler.

Dudaklarında denizin tuzunu, yüzlerinde güneşin tunç yanığını götürecekler köye. Ve İstanbul’dan masallar götürecekler. Deniz ejderhasının, jetlerin, güzel kızların, ulu minarelerin, içine bir köyü koysan alacak kadar büyük apartımanların masalını.

Sonra gide gele, belki de bir gün gelecek Apsarı köyünü unutup gidecekler.

Kimbilir?

EK:

Birinci röportajımda sözünü ettiğim gerdek gecesi evini bırakıp yollara düşen Süleyman okuyuculara merak olmuş. “Bunlar niçin evlendikten hemen sonra yollara düşmek zorunda kalıyorlar?” diye soruyorlar..

Anadolu’da evlenmek en fakiri için de olsa epeyce masraflıdır. Başlık vermek, düğün masrafı iflâhını keser adamın. İşte bu yüzden yeni evlenenler, para kazanmak için, hemen gurbete gitmek zorunda kalırlar.

Yaşar KEMAL 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder