2 Ekim 2014 Perşembe

GÜNÜMÜZDEN 100 (Yazı ile yüz) sene sonra…



(Eski türk dilinden tercüme)

Engin bilgi, dedikoduyu vakıf Vak’anuis Halikarnassos Kısa Menzil Kaptan-ı derya Tombul Yanak Bey, Silsilet-ül Havadis nam 59 ciltli devasa kitabında - ömrü vefa etseydi  149 cilt olacağını söylüyormuş-  Eski Türkiye Cumhuriyeti’nin,  yaşadığı tarihler arasında bütün reislerini, bütün sefinelerini, bütün bahri hikâye ve dişe dokunur/dokunmaz olaylarını, kimin kiminle fakir palamut, kimin kimin ile zengin Hazar havyarı yediğini, kimin kör, kimin topal olduğunu vü kendi sefer-i muazzamalarını tek tek en ince teferruatına kadar baldan datlı bir üslüb-u nefis ile anlatmış, günümüzde pek az kalan akl-ı evvel derya düşkünlerini irşat  etmektedir.

Her ne kadar yine kaptan-ı derya olan vü olmayan başka zevat, misalen “Arz-ı İstion” muharrirlerinden ser bulut Gözü Camlı Kostantınıyyeli Şakacı lakaplı Âlicenap Bey ve benzerleri de dönemi anlatmışlarsa da Tombul Yanak Bey mertebesine dedikodu bâbında erişememişler, süre-i hayatları boyunca sadece el değil ayak parmaklarının tırnaklarını da yemekten iflahları kesilmiş, defalarca ameliyat masasını ziyaret etmişlerdir.

Zamanımızda aklını ve servetinin bir bölüm altununu deryaya savurmaya namzet bu cemiyet kaçkını, bu, kendi deyişleri ile hürriyet aşığı, Devlete vergi, rüsum vermekten kaçan ve sadece yeli kullanmak isteyen bozguncu taifesi, aralarında şer âb, arak ve bilumum beyn dumuru yaratan maii düşkünü de olan güruh hayatta kalan birkaç mütercime avuç avuç altun, gümüş ve fıçı fıçı neft ödemek suretiyle, işte bu tarihin tozlu raflarında saklanan eski dilden bilumum kitabı okuyarak hususi tarih-i bahrimizi eşelemektedirler.

Gafil ve garipler! Öğrenseniz, irşat olsanız neye yarayacak?  Dolgularla gölcük kadar kalan Maramara(!), Egeiou ve Vaytsi’de deniz dudağında, Alaiye falezlerinde, Halikarnassos dağlarında daşlarında, Hopa’dan İskendorun’a uzanan sahil seyir yolunda yükselen devasa “site” dediğimiz kal’alardan denize ulaşmak mümkün müdür? Bir tek doğal ağaç dalını kınnapla bağlayacak sahil mi vardır? Denize, deryaya duyulan aşk ile hürriyet tutkusuymuş. Sevsinler!

Bütün bu zırvalıklar yetmezmiş gibi, bu zevat-ı nâ şerif, üstüne üstlük bir de çağımız ultra moderen tekniklerini reddederek illa da odundan mamul sefineleri, kıçı kırık sandalları arşa çıkartıyorlar kitaplarında, en çok da buna katıla katıla gülüyorum. Binlerce yıl bir adım ileri gidememiş, durduğu yerde otlamış, âdem gücü ile inşa edilmiş, âdem gücü ile yürüyen meşe, karaağaç, ihlâmur, atkestanesi – adı üstünde, kime ne yararı olabilir ki- mezarlık kara selvisi gibi adını bile unuttuğumuz nebatattan tekne yapmayı ululuyorlar. Neymiş? Denize daha çok yakışıp daha konforlu, daha denizci imişler. Peeeh!

Hele bir de bu müellifler içinde “Ağzı bozuk” nâm, mütekait  “Huysuz Ehtiyar Cemalettün Bey var ki, sanki deruni(!) araştırmaları, tercümeleri o tarihlerde bile el tersi ile itilip okunmazken, eşşek inadı ile bu nebattan yapılma odun nev'ilerini fırsatını düşürdüğü her mecrada anlatmış da anlatmış. Neredeyse âteş bulunmazdan öncesi, Nuh Peygamber zamanına kadar işi uzatıp- neye yarar ise?- arzın dört bir yanında fi tarihinde kullanılmış bu eski üskü şeyleri resimlerle felan döktürmüş de döktürmüş.

 Diyesi ki “ Nasıl camiler, kervansaraylar, ulu binalar tarihi mirasımız olarak addediliyorsa eski dönemlerde kullanılmış nebattatan mamul deniz sefineleri de öyle kabul edilmeli, tıpkısı benzerleri inşa edilerek gelecek nesillere de bırakılmalıdır”  Vah zavallı, aklını peynir ekmekle yemiş rind. Eskiye rağbet olsaydı bir pazarına nûr yağardı!

Vel hâsılı kelâm, artık çoktan değişmiş ve devasa gelişmiş Yeni Cumhuriyeti’mizde ameli ve ruhi ve felsefi karşılığı olmayan, sadece en az bir kilometre uzaktan seyredilip genel olarak da netice dönülerek koyun, kuzu, tavuk kanadı naam edilen, bazen şarkılara, türkülere meze olan deniz ve özellikle de yelken mevhumu ebede kadar unutulmuştur. Hele bildiğimiz odundan mamul olanlar!

Bahr, sadece başta neft, sonra maden cevheri ile ticari emtia taşıyan ve sadece Beylere, Paşalara servetlerine servet katıp Devletimizi daha nurlu ufuklara taşıyacak bir su kütlesidir. Ötesini araştırmak, yukarıda sözü geçen müellifleri okuyup, okuyup, haves etmek, hürriyet naraları atmak sade ve sadece bir ruhi hezeyan, tedaviye muhtaç bir illettir. Zinhar maltup da değildir.

2115 İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası
Molla-ı Kebiri

“Tarihimizde Bağzı Deniz Yazarları ve İşe yaramaz Düşünceleri” Risalesinden

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder