2 Şubat 2014 Pazar

KIRROYUM EMMME PARA BENDE....

Başlarken 3 değişik alıntı yapmak istiyorum:

1-            “Kendi yaptığın tekneden bir adaya ayak basmamak hayatın büyük anlarından birini pas geçmektir”  Arch DAVIS – Tasarımcı

2-            “Deniz temel bir romantizm gerektirir, aynı oranda hassasiyet ve ciddiyet var ise deniz sizi kabul eder...”  Ahmet KUŞCAN –Tekne yapımcısı

3-            Modern zamanlar gelip her şeyi allak bullak etmeden önce ister balıkçılık, ister gezi veya hizmet teknelerinin tümü rüzgârı yelken gücü ile kullanıyordu. Gerçekten de birbirinden ayrılmaz ikili: Çünkü bir yelken teknesinin limana giriş çıkışlarında, sıkışık bölgelerde manevra yapmak için küreğe ihtiyacı vardı. Diğer taraftan da kısıtlı ve korumalı alanlar dışında kürek tekneleri rüzgârın yardımını reddedemezlerdi.

Son yıllarda biraz da moda haline getirilen ADB Amatör Denizcilik Belgesi hazırlık kursları İstanbul- Ankara ve İzmir’de belki de yüzlerce her yaştan hevesli ve meraklı
insanı denizle buluşturdu. Çok da iyi ediyorlar. Ancak bu kurslar gerçekte “denizci” yetiştirmiyor. Denizcilik yılların üst üste deneyimlerinden oluşan, çoğu kez usta çırak ilişkisi içinde gelişen, tabii ki teorik bilgi de gerektiren bir kültür, bir yaşam biçimi. Süreli bir kursa devam edip açılan sınavda başarılı olup “denizci” olmak mümkün mü?

Eğer bu kursu başarı ile bitirip Amatör Denizci Belgesini cebine koymuş X.Bey iki buçuk metrelik yükseklikteki rıhtımdan bir ahşap teknenin içine ve farşlar üzerine atlıyorsa, Y.Hanım hafta sonu gezisine pür makyaj ve topuklu ayakkabıları ile geliyorsa, yine ADB belgesini başarı ile cebinde taşıyan D.Bey limandan ayrılıkken teknesinde bulunan usturmaçaları şenlik balonları gibi taşımaya devam ediyorsa, bu ve bunun gibi yüzlerce örnek verebileceğimiz insanların “denizci” olduklarını söyleyebilir miyiz?

Neden tekne sahibi olmaya karar vermiş insanlar henüz kürek bile çekmemiş, bir dinghy’de yelken yapmamış, kavançada batmamış, çamçakla su boşaltmamışken hemen 10 metrelik ve üstü fabrikasyon plastik bir yelken teknesini hedefler? Burada düşünülen acaba “olmuşken büyük olsun” mudur? Yoksa “küçük tekne sosyal sınıfıma uygun olmaz!” mıdır?

Denizcilik dergilerinin son sayfaları, marinalar, konu ile ilgili internet siteleri birkaç yıllık satılık tekne ilanları ile dolu. Aldıkları tekneyi abrayamayan, hakkını veremeyen, yakın tanıdıkları daha büyük daha üstün tekne almış olanlar, iş bilmedikleri için bakım, onarıma servet yatırdığından bu hevesi çok pahalı bulanlar satıyorlar teknelerini.

Uzun bir zamandır internet üzerinden haberleştiğimiz orta yaşın üzerinde bir dostum fuar ziyaretine gelmişti. Amacı emekliliğinde eşi ile birlikte kullanabileceği 11–13 metre civarı bir tekne planı satın alıp kendi inşa etmekti. Fuar sırasında tasarımlardan, maliyetlerden, üretim tarzlarından uzun uzun konuştuk.

Kendisine şu soruları sordum: Neden 11–13 metre bir tekne? Bu tekne için yeterli bütçen var mı? Bu tekneyi yapacak yerin var mı? Böyle bir tekneyi yapacak deneyimin var mı? Bu tekneyi bitirecek kadar sabrın var mı? Bu tekneyi gerektiğinde tek başına kullanacak kadar deneyimin ve fiziki gücün var mı? Ve nihayet neden şimdi daha küçük bir tasarımı yapıp kendini sınamıyorsun? Bütün bu sorular arkadaşımı etkilemiş olmalı. Hayallerinden vazgeçmedi. Ama şimdi konuya daha gerçekçi bakıyor. İşe girişip de yarı yolda ilgisini ve parasını kaybetmesi halinde riskini azaltmaya karar verdi.

Yukarıda bahsettiğim kursların var olmasından memnunum. Bu kurslara devam edip başarılı olanların yüzde onu gerçekten “denizci” olsa bile ülkemiz denizciliğine önemli bir kazançtır. Hani hep deriz ya “bir tarafına deniz suyu kaçan bir daha iflah olmaz”.

Ama... Bizatihi “deniz” ve “denizcilik”, tüketim toplumu ve bu kültürün değerlerini reddeder. Yenidünya düzeninde geçerli “modayı izle – satın al – hızla ilgini kaybet – tüket – sat” mantığı denizde geçerli olamaz. Eğer denize, denizciliğe ve teknelere böyle bakarsak bu bakış bize bir birikim kazandırmayacak ve bir kültür oluşmayacaktır.

Her ne boyda olursa olsun teknesinin verniklerini kendi zımparalayıp yenilemeyen, yıllık zehirlisini kendi atmayan, ufak tefek mekanik işlerin üstesinden gelemeyen, her seferden sonra teknesini yıkamayan, bayrağı eskidiğinde değiştirmeyen, özetle teknesine sadece bir boş zaman değerlendirme, sosyal statüsüne perçin, tatil aracı olarak bakanların sahip oldukları tekneleri hak ettiklerine inanmıyorum. “Deniz temel bir romantizm gerektirir, aynı oranda hassasiyet ve ciddiyet var ise deniz sizi kabul eder...” 

Deniz kültüründen bahis açılmışken şu noktanın da altını çizmek gerektiğine inanıyorum. Pazara sunulan fabrikasyon tekneler her zaman “en iyi” - “en güzel” “en verimli” olanlar değildir. Binlerce yıllık deniz kültürü sadece onlar tarafından temsil edilmezler.

Alıcılar biraz merak edip araştırsalar çok daha estetik, kendilerini ve kişiliklerini de yansıta cak, kullanırken çok daha rahat edecekleri, daha düşük bütçeli ve muhtemelen çok daha keyifli, hatta daha da denizci teknelere ulaşabilirler.

Günümüzde kullanılan modern yapım malzemeleri elyaf ve epoksi kaplanmış teknelerin ömürleri polyester kadar uzundur. Üstelik ahşabın sıcaklığından da feragat edilmez. İsteklere uygun doğru bir tasarım, kendini kasmadan, iğne üzerinde korkarak denize çıkılmayacak, “işte benim teknem” denilebilecek pek çok tekne gerçek sahiplerini ille bir yerlerde bekliyordur.

İster kendiniz inşa edin ister satın alın ama ille de içinize sinen “sizin teknenize” sahip olun. Tembellik etmeden teknenizi hayatınızın içine kabul edin. Bozulduğunda, sakatlandığında onu “servise sokmak” yerine kendiniz tedavi edin. Okşayın ve içinize sindirin. Teknenize ve denize saygı duyun. Daha büyük, daha güçlü, daha modern ile denize savaş açmayın. Onu anlamaya, gücünü kullanmaya, birlikte var olmaya çabalayın. Size sunulanlardan çok daha fazla  “siz” olan kayıklar olduğunu asla unutmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder