Kiriakopoulos Filippos
23 Ekim 2008
İsa’dan önce 4.Yüzyılda Pytheas Massaliotis, Marsilya
yöneticilerinin izni ve desteği ile aşağıda resmi görünen bir açık deniz “pentikontoro”su
ve deneyimli bir mürettebat ile Yunanistan'da pek kolay elde edilemeye kalay
gibi değerli madenler bulmak için yola çıkmıştır. Cebelitarık boğazından sonra
İberik Yarımadası ve Fransa sahillerini geçerek Valerion (Cromwall) ve Kantion
(Kent) limanlarına ulaşır. Bütün İngiltere Adası doğu sahillerini
katederek kuzeye yönelir ve İngiltere
adasından on kat daha büyük olduğunu “Okyanus” kitabında yazdığı Thouli adasına ulaşır. Bazı yerlerde
okyanusun donmuş olduğundan bahseder.
Pytheas arktik enlemlere vardığında “hiç batmayan” güneşi
gördüğünü anlatır. Thouli’de (Büyük olasılıkla İzlanda) çok zor şartlar altında
yaşayan insanlardan bahseder. Aşırı soğuk nedeniyle insanların yaşamadığı
bölgeleri görür. Britanyaya dönüş yolunda batıdan Douvre yönünde yol alır.
Kelt ülkesi sahillerinde Rotterdam yakınında Rhin nehri ağzına gelir. Buradan
devamla nederland ve alman kıyılarını takip eder. Pytheas tarihte ilk kez alman
ve Sakson Teftonon halklarından bahseden kişidir.
Akdeniz’de ileri teknoloji kullanılarak işlenip süs eşyası
ve heykeller yapılan değerli kehribarın üretildiği yerleşimlere ulaşır.
Anlatıldığına göre kehribar büyük bir adada dalgaların arasından yerli halk
tarafından toplanmakta, ana kıt'aya taşınıp, güneyde pazarlarda satılmaktadır.
Buradan devamla Baltık denizine Baltık ve nordik ülkelere
yol alır. Marsilya başka diğer cesur denizcilerin de ortaya çıktığı kenttir.
Ancak sadece Pytheas antik Grek’ta kutup
dairesine ulaşan, yeni Kuzey ülkelerini ve donmuş okyanusu doğru ve yadsınamaz
şekilde kayıt altına alan kaşiftir. Kendisini aşağı gören ve şüphe ile
karşılayanlara karşı, yeni bilgi ve kavramları ortaya koyan devrimci olarak
nitelendirilir.
“Okyanuslar üzerine”
ve “ Toprağın dönemleri” adlı iki kitabında gerçekleştirdiği
yolculukları özellikle de haritalar ile anlatır. Ne yazık ki önce karşı çıkan
yadsıyan ve inanmayanlar sonradan İngiltere, Norveç, İzlanda ve kuzeyin Baltık
denizine, olumsuz bakanlar da dahil olmak üzere bilimsel yolculuklara izin vereceklerdir.
Pytheas da zamanından önce dünyaya gelip etrafındaki dünyayı
ve gizemlerini keşfederek fazlası ile
bedel ödeyen öncülerden biridir.
|
Doğu Akdeniz geleneksel balıkçı teknesi Tirandil ( Yunanca Trexantiri = Koşucu) formu üç yüz yıl boyunca hemen hemen hiç değişmeden kalabilmiştir. Tirandiller tümü ile nesilden nesile aktarılan birikim ile inşa edilmiş teknelerdir. 4 metre ile 25 metre arasında değişen farklı amaçlar için kullanılan bu kayıklar hiçbir alabora kaydına sahip olmayan etkileyici bir tarihe sahiptir. Araştırmacılar tekneyi istikrar, direnç ve denizcilik alanlarında incelerler.
2 Kasım 2014 Pazar
MARSİLYALI PHYHEAS
6 Ekim 2014 Pazartesi
Hırvatistan FALKUSA'sı.
Bütün Akdeniz çanağına kıyısı olan ülkeler son yıllarda
geleneksel teknelerini yeniden piyasaya çıkartıyorlar. Hırvatlar da bu akıma
kapıldılar. Çok da iyi ettiler.
Teknenin yapımındaki zerafet ve kabuk cıdar inceliği dikkat
çekici. Ayrıca küreklerin uzunluğuna koşut olarak düzenlenen ıskarmozlara
dikkat edin.
Arma "Latin yelken"
Batı Akdeniz geleneğinden biraz farklı olarak uzun bir
cıvadra ile flok zaman zaman trenket taşıması.
Falkusa baş/kıç bir nadir örneklerden biridir, ortalama
uzunluğu 8 metre eni 3 metredir.120 m2 (!) (1300sq ft)lik devasa Latin yelken
alanına göre düşük draflıdır. Yelken ve kürekte çok hızlı bir tekne olup 8 ila
12 knot’lara ulaşabilir. Kendine özgü tarafı falke denen ek parampetlerini av
sırasında çıkarılabilmesidir Bu parampetler bordayı yükselterek açık denizde
güvenlik sağlar. Ağları toplamak için de
çıkarılırlar. Tekne sekiz (8) ton tuzlanmış balık veya aynı ağırlıkta fıçılar
taşıyabilir.
Sağlamlık ve gücünü geleneksel olarak inşa edilen falkusalar
volkanik bir ada olan Svetc’da yetişen
selviden alıyor. Omurga meşeden yapılıyor.
Tipik bir falkusa mürettebatı 6 adamdır. Her biri 7 ila 9
metre olan kürekleri ayakta çekilir veya hamla edilir. Avın ekonomik olarak işe
yarayabilmesi için seferler 20 ila 25 gün sürerdi. Yemek pişirme, bulaşık, tamirler, kötü
havalarda sığınmalar dışında net olarak 10-12 gün av süresi kalıyordu.
Replika Comeza-Lisboa ("Komiža-Lisbon") falkusa
1997 yılında inşa edildi ve 1998 Lizbon Dünya Fuarında teşhir oldu. Falkusa’nın
yeniden hayata dönüşü anlamlı bir ilgi kazanıp 5 dokümanter film yapıldı. 1998
de UNESCO Dünya Mirası listesine alındı.
1999 yılında UNESCO ve tekne yapımcısı Velimir Salamon’un
dokümantasyonları ile 5 metrelik Molo inşa edildi. Komiža kentinde yapılan teknenin 6 Aralık
tarihinde suya inişi sırasında Avrupa Denizcilik Mirası sekreteri Hollandalı
Thedo Fruithof hazır bulundu. İkinci ve tam ölçekli Miluka 2005 yılında
tamamlandı.
2 Ekim 2014 Perşembe
SONUNCU BÖLÜMDÜR ki hikayemiz burada biter
Bir kaç saat yol gitmeğle endüşeleri yatışmaya başlar ;
seslerini azcuk da olsa, yükselterek sohbete, şakalaşmaya başlarlar. Cemalettun
Kaptan Paşa'ya ambarda sakız gibi çarşaflarla bir yer yatağı serilmiş ;
günlerdir zindanda uykusuz kalmış Paşamız az istirahat etmeye ikna edilmiştir.
Bunu fırsat bilen dümen başındaki İtimad efendi havuzlukta tekmil toplanmış
taifeye usul sesle şunları söyler :
'' Kaptan Paşamız teğnemizde yolculuk iderkene bize reislik
düşmez ; büyüğümüze vahim saygusuzluk , hatta haşa hakaret sayılır. Paşamız
uyanduğunda komutayı ona teslum edeceğumdur. Artık o ne dirse o yapıla ! Taa ki
hepimiz sağ salim Dersaadete ulaşıp seferimizi muaffakiyetle tamam eyleyelum...
Bilirsüz ; memlekette kimi kendini bilmez, böyüğüne hörmet
etmez denizci Paşamıza tevbe istağfurullah
Huysuz Ehtiyar da dirler...Lakin duyduğuma göre hakükaten Paşa da zor adamdır. İmdi yolumuz uzun,
günlerce derya üzerü giderkene helbet sohbet açılur. Paşa size kayığlarınızı
sorar ; donanımını sorar, ne cins armanız var sorar, kaç pare yilkeniniz var,
ne renk, hangi kumaştandır ; sorar. Teknede misal gölgeliğiniz, serpinti
koruyucunuz, tel dolabınız , buz
kutunuz, ayru bir odacuğda ayak yolunuz, su dökünmeğ içün hamam kurnanız var mı
diye sorar ; '' Vardır helbette, kayuğa çok akçe dökmüşüzdür Paşam '' diyene
çok ; hele misal bizim teğnede iki ayak yolu vardır Paşam, biri başta, biri
kıçta...diyene misliyle kızar.
Sorduğunda '' benim kayığım güvertesi
az, ambarı açık , kaptan köşkü olmayan basit yavuz bir gayıktır ki ; pek bir
rahatsızdır lakin her hevada hızlı gider ; muhkem bir arması vardur Paşam
''[/i] deyin.
Denuzdan gezdiğiniz elleri sorar. Gitmiş olduğunuz yirleri
beğenmez, gitmedüğün yere niye gitmedin diye sual eder.
Bir de Paşamız zağarları pek bür sever imiş. Onun yanında
ite it veya küpek dimeyin. Ez kaza bir ite denk gelursenuz '' Ademoğlunun en
yakin arkadaşı, dört ayaklı dostumuz...'' deyin. Sakın ola ki ol iti
tepiklemeyin. ''
Sahiden bu '' Kaptan Paşamızı idrak ve idare etme ''
dersinin üzerinden az vakit geçende Kaptan Paşa efendimuz ambar merdivenlerinin
başında görünür. Üzerindeki kirli paslu urbaları boyu posuna uygun
leventlerimizin temiz kıyafetleriyle değiştirmiş ; Fazla uzamış sakalını azucuk
kırpıp şekil vermiş, beilne bir beyaz kuşak sarmış idi. '' Sabah-ı şerifler
hayrolsun yiğitler ! '' deyu ünledükte, tüm yiğitler havuzlukta ayağa
fırlayarak '' Sağol, sağol, sağol ! '' diye haykırdılar. Paşanın gözü İtimad
reise takıldı, yüzünden sanki bir gri bulut geçti ...'' Sen niye ayağa
kalkmazsun bre dümenci ? '' deyu terslenecekken onun da aslında ayağa kalkmış
dikilir olduğunu fark etti. Mesele şudur ki ; ces'ur İtimad reisimiz oturdukta
veya ayağa kalktukta neredeyse aynı boyda görünüyordu.
Bunun akabinde kısa lakin duygulu bir girizgah yaptıktan
sonra İtimat reis teğnenin kumandasını Paşamıza verdiğini hörmetle beyan
ettikte, Paşamız kabul buyurdular ve İtimad beyi yine baş dümenci olarak tayin
ettiler. İtimad bey koynundan çıkardığı yağlı kağıda çizilmiş hartayı Paşaya
uzattı ; beriki haritaya şöyle bir baktı : '' Piri Reüs'ün hartasıdır. Bize
elbetekü iktiza etmez. Biz bu suları gice ve gündüzün gözümüz kapalı emnüyetle
seyredecek derecede biliriz elhamdürüllah...'' dedükte ; batılı yazar
meslektaşlarımızın '' teatral biçimde '' deyu tasvir edecekleri accuk
abartılı bir el hareketiyle mavi sulara
fırlattı. Ezbere mevki koyup, dümenci İtimad beye yeni rotayı söyledi.
İmdü hayatlarını tehlikeye atarak, kendisini kurtaran
leventlerle tek tek tanışan ; teşekkür idende bol bol iltifatlar da yağdıran
Cemalettun Kaptan Paşamız en son havuzluğun dibinde , HakanE korsanın arkasına
sinmış endişelü bir yüzle hevalara bakan Mehmed nam ademi fark eder. Keyifle
ona takılmak ister : '' Beri bak yiğidim, peküü senin adın , sıfatın nedür ? O
gübeğün, tombul yanaklarınla pek de savaşkan bir ademe
benzemezsin...Padişahımız efendimiz, bahriye nezaretimiz seni bu sefere niye
koydu ? Tanıt bakalım kendünü... ''
Beriki safran sarısı olmuş suratıyla zar zor, duyulur
duyulmaz bir sesle '' Adum Memed'dir Paşam '' dedükte anında bayılır. HakanE
adlu tabip yiğidimiz bunu bacaklarından tuttukta baş aşaağu denize sallandırır
ki ; bizimkisi ayılsın. Bu sırada İtimad reis Paşamuza bu ademi Didyma'da nassıl
dert dest eyleyüp, tedbiren tutsak aldıklarını, lakin sefer sırasında
tehlükesüz, kendü halinde bir garip adam olduğunu anladıklarını anlatır ve
ilave eder '' Yalnuz, çok konuşur bu Paşam ''.
Bu Mehmet nam adem ayuldukta Paşamız : '' Dimek senin de adın
Mehmed. Ne tuhaf, beni ihbar eden hainin de adu meğer Mehmed imiş...'' deyu
takılmak ister. Bizimkisi tekrar bayılmamah içün bin bir gayret gösterirkene :
'' Paşam efendim ; Osmanlı elinde milyonlarca Mehmed nam adem yaşar ; tesadüf
işte...Dimek içlerinden de bir hayını çıkmıştır ? '' dir.
Yolculuğun divamında Paşa bu Memed'in Kemeraltındaki Sen
Benuva nam papas okulundan mezun olduğunu öğrenince '' Aaa, ben de gençluğümde
oranın Frenk papaslarından Frenkçe dersleri almış idim...'' dir. Nedense
kendisine hep korkulu gözlerle bakan bu ademe kanı kaynamıştır ; seferin
devamında keyfi oldukça bu ademe Frenkçe laflar atar. Beriki civap verir.
Birlikte pek eğlenirler. Diğer yiğidler bunların ne konuştuğunu anlamazlar. Ben
naçiz muharrir kulunuz da Frenkçe bilmediğimden ben dahi sizlere nakledemedum.
Artıh Bu Memed nam yiğid Paşamıza geçmişte ettiği kötülüğün hesabını
ahirette virsin.
FARFARA di INFERNO az gidip uz gittikte Kefalonia nam bir
adaya varırlar ( 38.16.47K 20.40.24D ). Burada kayuğun ikmali yapılırken
leventler akşamları limandaki meyhanelere dağılır, Padişah efendimizin ihsanı
olan altunlarla bol bol yer içer, hatta çapkınlık iderler ki ; haklarıdır bize
laf düşmez. Venediğ yıllarından beri tiyatoro nam frenk gösterisine pek meraklı
olan Cemalettun Paşamız ise bu eğlencelere katılmaz ; şehir agorasında
gerisinde pek çok meşale yakılmış büyük bir bez perdenin hemen ardında kimi
adem ve hatunların temsil ettiği Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini adlı gölge oyunu
eserini temaşa eder ; çekirdek çıtlar ; pek memnun olur. Bizde böyle sanatlar niye
icra edilmez, hatun kişiler perde arkasunda sahneye niye çıhmaz ? deyu ziyadesiyle hayıflanır.
Tekrar yola çıktıkta bir müddet sonra Paşa iskelede
tarafında kalan büyük bir koyun ağzını işaretle : '' Bu mevkiye Korint dirler.
Urum elinin diplerine kadar gider. Ahdim olsun ki ; velinimetimiz Padişahımız
efendimizi ikna edebilirsem ; ucuna bir kanal açtıracağım, üzerine de bir köprü
yaptıracağım ! '' dir. (17 )
Yolculuğun geri kalan kısmı güzel hava şartlarında mükemmel
geçer. Paşamız dümen tutturduğu Halikarnasta Cücü kaptan efendiyle hasret
giderir, Baronla tanışır. Bu Cücü (veya Cüccü ) Efendi, daha önce defalarca
bahsi geçtiği gibi ; aslen Marco Polo nam yazar kişidir. Osmanlıya sığındıkta
adunu değiştirmiş ; bir yayınevi ve bir turşuhane dahi işletur idi. Döneminde
denizculuk camiasında tanınan ve takdir gören bir muharrir idi ki ; yergisi
keskin ; muhayyilesi ve anlatımı geniş idi. Hailkarnassos elinden çıkan en
büyük yazar kişi olarak adlandırılabileceğ idi ki ; daha sonra o toprahlarda
yergici şair ve neyzen Tevfik Efendi ve Halikarnassos Baluğçusu nam Cevat Şakir
adlı ulu çınarlar yetiştükte bu Cücü efendi gölgede kalmış ve unutulmuştur.
Koskoca Cemalettun Paşa ve Halikarnassoslu Cücü Efendinin Venediğ lisanıyla
konuşup ; çocuklar gibi şakalaşmaları, itişip kakışmaları, Paşamızın ikide
birde Cücü efendinin burnundan gözlüğünü, tepesinden şapkasını alması ; Liman
kenarında Sünger nam bir aşevinde yimek yedukte üç akçelik hesabı birbirlerine
yüklemeye çalışmaları , Cücü efendinin mahsus seçtiği, el kadar, kıvır kıvır
tüylü , titrek ve arsuz hanımlara
mahsus bir kucak itini ille '' sen pek seversin '' deyu Kaptan Paşamıza güye
hedaye etmeye çalışması yiğidlerimizi
pek güldürür. Cücü efendi Kaptan Paşamıza pek gururlandığı kayuğunu illa
göstermek istedüğünde Paşamız : '' Ne diye göreyim ki ben senin kayığını ? Sen
onun kıç üstüne kameriye inşa eyleyup, sarmaşık bile sardırmışsındır. Kuzu
çevirme yapmağ içün kıç üstüne kömürlü ocak koymuşsundur. Göreyim de cinlerim
tepeme mi üşüşsün ? '' dir ,reddeder. Ne de olsa bu ikisi 30 senelik dost
idiler. Böylece bolca eğlenirler idi.
Bodrumda FARFARA di INFERNO alargada yatarkene Durgut KağanE
adlı mektebinden kaçmış bir çocuk iç donuyla yüzerek tekneye gelir,
yiğidlerimizle tanışur. Bunlar da ona iltifat eyleyüp Venedikten getirdikleri
cafe latte ikram ederler. Cebune bir akçe koyanda nasihat eyleyup , şakacıktan
kulağını çeküp okuluna geri gönderirler. Bu genç ileride büyüdüğünde yerinden
az kıpraşır , çokça limanda durur ; lakin içinde zevcesiyle yaşadığı bir teğne
alur ; Marmaris hevalisine yerleşur. Dersaadet'in zehirli havasından, çamurlu
kokulu sularından kurtulur. Buralardan denizcilik hikayeleri anlatır.
Halikarnassosdan Paşamızın ve yiğidlerimizin yurda avdet
ettikleri derhal posta güvercinleri ile payitahta duyurulur. Gelişmelerden son
derece memnun olan Sultanımız Efendimiz Padişah hazretleri FARFARA di INFERNO
Ayastefanos / Yeşilköy önlerinde görüldüğü anda atlı haberciyle şehre haber
uçurulmasını ; donanmanın elinde kalan son denize açılabilir ve su yapmaz bir
kaç muharebe gemüsünden ; topları atış da yapabilen bir ikisinin seçulup ;
Sarayburnu önlerinde top atışıyla ve törenle Paşa ve yiğidlerimizin
karşılanmasını buyurur. Bu sırada Sadrazam efendimiz Venediğ elçisi
DellOrto'nun yakalanarak boğazından kasığına kadar içinin açılıp, tuzlandukta,
samanla doldurulup dikilmesine dair fermanı henüz göndermemiştir. Keyifle ol
emri yırtıp atar.Elçi efendi kıl payı canun kurtarmıştır. Ol zamanlar Dersaadet fazla eğlencesi olmayan
bir şehir olmakla ; şehzade sünnetlerini, sultan izdivaçlarını, arada bir
Sultanahmed meydanında itin, uğursuzun, kopuğun asılmalarını seyir dışında
halkımızın pek bir eğlencesi yoğidi. Bu
nedenle Dersaadet halkı bu törene pek ilgi göstermiş, ol mesut günde Sarayburnu
önlerinde yüzlerce kayuğun, karada binlerce ademin karşılama merasimine
katılacağı anlaşulmuştu. O zamanki şehir emaneti uz görülü olsaydı ; sahil
güzelce doldurulur, büyükçe bir meydan yapılur ; burada belki 100.000 meraklı
toplaşurdı. Hatta gece havai fişek gösterisi bile yapılacağı söylenmekte idü.
İşte Paşamızı tanuyup, kurtarmaya giden leventlerle de dost
olan Aali reis adlı bir adem ( onun Paşayı kurtarmaya giden gözüpek yiğidlerin
arasına niyçün dahil edilmediğini bilmiyoruz. Herhalde eksikleri varmıştı ) de
haberleri duydukta hanımına : '' Hanım biraz kuru köfte ve haşlanmış yımırta
hazırlasan ; yeşil soğan, bi kaç salatalık soyup, tuzlasan sepete koysan ; az
da meyve eklesen ; biz de kayuğumuzla Paşayı karşılamaya gitsek fena mı olur ?
'' dir. Zevcesi : '' Pek münasip olur beğim '' dedikte hazırlıklarını bir tamam
ederler.
Ertesi sabah limana gedüp, kayığı yükleyüp yola çıkmak için
halatları attukta , sudaki tonoz halatına dolanırlar. Epiy bir müşgülat
çekerler. Sonunda kurtulup yel yepelek yelken kürek Sarayburnu önünü tutarlar.
Orda demirlemiş kayık ve teğnelerin arasında demirleyip yerlerini alırlar.
Sepetlerini açıp sofralarını kurmuşlardır ki ; FARFARA di INFERNO tam arma
suları yara yara çıka gelür. Artık karadaki ademlerde , kayıklardaki insanlarda
bağırış, çağırış, tezahüratı gökleri tutar. Tam bu anda birinin adunun KAPUDANE
olduğunu bildiğimiz iki Paşa Baştardasından top atışları yapılır, karada havai
fişenkler ateşlenir. Gözbebeğimiz Kaptan Paşamız Cemalettun Efendu teğnenin
burnunda kılıncını kuşanmış heykel gibi durmakta, arada bir eliyle ahalinin
selamını almaktadır. Bu güzel sahneye dalmışken Aali reisin muhterem zevcesi
konuşur : '' Paşayı kurtarmaya pek de ufak bir kayıkla gitmişler. Bizimkisi
kadar bişey bu...Bu kadar kayık tee Venediğ ellerine gider miymiş ? Koskoca
Osmanlı gönderecek sağlam böyük bi şey bulamamış mı yani bey ? Eyi ummanda
telef olmamış bu garipler. '' Aali efendi sol elindeki haşlanmış yımırtadan bir
; sağ elindeki kuru köfteden bir ısırık alıp ; yuttuktan sonra sabırla 25 senedir
hep yapageldiği izahatı yeniden yüzüncü ; bininci kerre yapmaya başlar :''
Gözümün nuru gönlümün sultanı hanımcığım ; bunlar pek sağlam kayıklardır.
Altlarında salma denilen koca yüzgeçleri vardur ki ; içine onlarca çeki demir
ya da eritilmiş kurşun doldurulur ; bu kayuklar devrildikte hacıyatmaz gibi tekrardan dikilir, içindeki ademlere heç
bişeycikler olmaz. '' Karısı üzümünü yirken ona
'' anlat sen..'' diyen bir yan bakış atar, içünden '' hiç çocuk
oyuncağıynan denizde yüzen, can taşıyan koca gemü bir olur muymuş '' diye
düşünür, lakin bir şey dimez.
Ertesi sabah Paşa
Padişahımız efendimizin huzuruna çıkarılır. Padişahımız , sultanımız Paşaya
kahve ve kehribar çubuklu bir cigara ikram edende karşılıklı kahvelerini içip,
cigaralarını tellendirirler. Padişahımız Paşanın hikayesini bir tamam ilgiyle
dinler. Kontesin hikayesini pek dokunaklı bulur ; keşki hanım sultana haber
vereydik de, şordaki tahta kafesin ardından sizin hikayenizi o dahi duysaydı ; kimbilir kaç mendil ıslatırdı ?
der. Sonra Paşaya som altundan bir Birincu Sınıf Nişan-ı Devletu Aliyye
Osmaniyye ve beratını verir ve yine eski vazifesi olan Kaptan-ı Deryalık teklif
eder. Paşa yerinden kalkıp hürmetle padişahımızın önünde eğilir ; artık
yaşlandığını, pek yıprandığını ; kalan zamanını kontesin anısını yaşatmaya ve
bunca yıl sonra bulduğu oğluna adamak istediğini söyler ; vazifeden affını
diler. Bunu anlayışla karşılayan padişahımız efendimiz Paşaya esaslı bir
ihsanda bulunduğu gibi ; ilaveten Sarıyerde ( elbette altında bir kayıkhanesi
bulunan ) bir yalı hediye eder.
Şimdilerde milyarder bir iş ademimize ait olan bu yalının esas isminin
Cemalettun Kaptan Paşa veya Kaptanpaşa yalısı olduğunu günümüzde kimseler
bilmez, merak idip, araştırıp üğrenmez de .
Gençlüğünde hep '' bir oğlum olsa ona bir kayuk edeceğum''
diyen Paşa Cemilio'ya doğru düzgün bir teğne yapmaya karar verir. Bu kayık
helbette Cemilionun Venediğde kullandığı o sevimsiz teğneden misliyle güzel ve
yürük olacaktır. Ancak uzun zaman
kararsız kalır. Bu tekne bir triandil mi olacaktır yohsam uzak barbar
Britanyalı milletin Bristol Channel Cutterlerinden mi olmalıdır ? Sonra bu
tekne tamamen bir tenezzüh teknesi mi olmalıdır, yoh isem teğneler beylerin
zevkü sefası içün değil, aslen ağır
yükleri taşımağ için icad edildiğinden yine Britanya barbarının work boat
dediğü teknelere mi öykünen bir tasarımı olmalıdır ? Paşamız helbette doğru
karar verir ; mükemmel bir kayuk eyler.
Cemilio Kaptanzade Bahri Cemil ismini alır , her ne kadar Paşa babası ona
kuruş sarfettirmese ve artık Venediğde teyzesi ve kuzenlerince işletilen aile
mandıra ve peynirhanesinden pek güzel gelir elde etse de aylak kalmamak içün
Dersaadet'in ilk yabancı restaurantı olan
VENEDİĞLİ CEMİLYO adlı aşevini
açar, büyük teveccüh görür. O tarihe kadar
yabancı mutbahlarla pek ilgilenmeyen payitaht mensubu kibar hanımlar,
beyler ; beyzadeler ve genç hanım kızlar aşevinin salonlarını doldurur ; göz
süzüşür, gizlice mektup teati der ; yer içerler. Öyle ki bunların şık ve pırıl
pırıl faytonları ; landoları ve kupaları tüm sokağı işgal eder, yolu açmağ üzre
bağzen zaptiyenin müdahalesi gerekirdi.
İtimad Kaptan
avdetinde Dersaadet Limanlar Müdiriyyeti ve dahü Gümrük Nazırlığı katına birer
püşmanluk dilekçesu verende ; Venediğ bandralı teğnesinin gereğli işlemler ikmal
edilerek Devletu Aliyye bağlama kütüğüne
adı DANTANAĞ olarak kaydını talep ider. Artık bayrak gönderinde şanlu ay
yıldızımız dalgalanacaktır. Bunun karşuluğunda adı harç olan ve her sene üç-beş
altun zam gören yıllık haracı vermeyi kabul etmiştir. Böyledir bu işler ; vatan
sevgisi bedava olabilmez ki. Helbette bir bedeli olmalı.
Gelelim bahriye tarihimizin bu en cesurane ve önemli
kurtarma seferine ; iradesi dışında ve tutsak olarak katılmış Mehmed Efendiye.
Tabii o Dersaadete varışta paşa ve diğer leventler gibi ( her levente beşer
kese daha altın ve gümüş Kahraman-ı Osmaniyye nişanı verilmiştir ) Devletu
Aliyye tarafından onurlandırılmamıış ve kendisine ihsanda bulunulmamıştır. Yine
de gerçeklerin ortaya çıkmamasının ve bu sayede hayatta kalmasının ona verilmiş
en büyük hediye olduğunu idrak ettikte ; düzgün bir adem olarak , işinin
gücünün peşinde koşmuştur. Denizcilere hizmet aduna kazancı olmayan pek çok
gönüllü ameliyeye girişmiş ; hatta Kelemiç koyundaki bir yelkenli müsabaka
tekneleri kulübüne başgan dahi olmuştur.
Cemalettun Paşamız ;
son ve tam resmi sıfatıyla İstanbul Yeni Boğaz
cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Paşa ; çok
hakikatli bir adem olmağınan ; kendisini kurtaran leventleri, Cücü Efendiyi ;
Frenk diliyle takılmaya pek alıştığıı Mehmed efendiyi, hatta tanış olduğu Aali
efendiyi unutmamış ; SeKo Seyyah Korsan adlu bir deniz, derya, yilken ve teğne
severler dergahında yıllarca onlarla heberleşmiş, mektublar yazmış idir.
Zamanla İstanbulun gürültü ve kirliliğinden sıkılan ; gün
boyu güzel yalısının önünden geçen çirkin tur teknelerinin görüntü ve ses
kirliğinden bıkan Paşamız İyonya nam yörede ; Teos adlı sahil köyüne (
günümüzde Sığacık / Seferihisar deyu bilinir. 38° 10′ 38″ K, 26° 47′ 6″ D)
yerleşir, hayatını hikaye eden bir kitap yazmak istemektedir.
Bir akşam yemeğinden sonra sırtına hırkasını alıp ocakta
gürül gürül yanan ateşin karşısındaki çalışma masasına oturur. Kandilini yakıp
önüne bir deste parşömen kağıdı alır. Kağıdı burnuna götürüp kokusunu içine
çeker. Uzun zamandır eline almadığı mors dişinden yapılma dividini tutup, öper.
Sonra hokkaya batırıp ; önündeki kağıdın üzerine ağır ağır özenle ilk cümlesini
yazar :
'' Genç bir bahriyeli yiğüd idüm. Bir gün Venediğe tayin
oldum. Hayatım değişti...'' ( 18 )
Dirken birden ortalık mavi kuvvetli bir şerare ile
aydunlandı ; tarifi zor , alışılmadık bir vızıltı ve gürültüyle çatıdan odanın
içüne ( lakin çatıda bir delik açılmamış, hiç bir iz görülmez idi ) bir gümüşi
tuhaf silindirik alat düşmedi de , sanki
indi. Kapusu kendiliğinden açuldu . İçerudan dışarı hafif ve sıcak bir
ışık sızıyor ; bir takım minik cam
düğmeler rengarenk ışıldıyor ; güccük ,mavi şavklı pencereye benzer
kutucukların üzerinde niçebün anlaşılmaz yazı ve rakamlar akıyor, dans
ediyurdu. Paşa hiç şaşırmadan , gülümseyen bir yüzle yerinden kalktı. '' Dimeğ
ki yine vakit gelmiştir '' dedu. Üzerine bir satır yazdığı yaprağı aldu,
katlayıp mintanının cebine koydu, kandili üfleyip söndürdü. Alatın içine
girdikte turunc renkli koltuğa oturdu, beline gelen kuşağı kuşanıp, kilitledi.
Aletin kapısı kendülüğünden kapandı. Yavaşça yükselen silindir yine aynı mavi şerareleri ve tuhaf vınlamayı çıkararak,
çatuyu yine delmeden içerusundan geçti ; hızlandıkça hızlanıp deniz üzerine
doğru yükseldi ve lahzada semada kayboldu. Teos halkından bir tek adem bile bu
olayı görmedi, şahit olmadı.
----------------------------------
SON SÖZ :
İmdi sıkı durun ; şu ana kadar yazarınıza en inanmışınız
dahi ; okuduklarına inanamayacak. Kafası karışacak. Benimkisi de hayli karıştı.
Hele yayımcımız (adını vermekten imtina ediyorum ) asla anlamayacaktır ve
bendenize çemkirecektir ya , ne yapalım biz alıştık. Layıki veçhile cevabını ve
ağzunun payunu bir güzel veriruz.
Diyeceğim odur ki ; aslında paşamız günümüzden 101 sene
sonra ; 2115 yılında yaşamaktadır. Bunu da nerden uydurdun diyenlere Paşamızın
Seyyah Korsan adlı bir internet sitesine daha kısa süre evvel biri 2114 diğeri
2115 yılından gönderdiği iki mesajı delil olarak gösterebilirim. Giriniz,
bakınız. O mesajlar oarada durmaktadır. Paşa birinde 2014 yılında Yeni Istanbul
denilen berbat kente geldiğinde edindiği izlenmimlerini anlatıyordu. Diğer
makalesinde de gah zeman makinası, kah zeman maşinası kah da geleceğin makinası
deyu anduğu, bu çağda bizim aklımızın alamayacağı, bir aletle yaptığı zaman
yolculuklarını 2115 yılından, yani gelecekten bizlere naklediyordu.
Benim kıt aklımla çıkarımım odur ki ; Paşamız bu zeman
maşinasıyla bir seyahatinde de kontrol panelindeki dokunmatik ayar
ekranına eski bir tarih girmiş ve Osmanlı bahriyesine katılmış ; bu
sayede Venediğe gitmiş ve bu biyoğrafyasında anlattığımız tüm bu olaylar
olabilmiş idi. Dimek ki Paşamız başkaca pek çok geziler yapmış ve yapacak
olabilir. Belki ademoğlu ilk kütükten kayığı oyup suya attığında Paşamız orada
idi. Pek mümkindir ki MS 950 - 1000 yılları arasında mini buz çağında Viking
Kızıl Erik ile İzlandanın buzlu sularında dolaşıyordu. Belki Macellan nam
kaşifin gemüsünde navigatör idi. Kaptan Scott'un 1901 - 1904 Antartika seferi
sırasında buzlara sıkışan Discovery gemisinde de bulunmuş olabilir. İhtimaller
namütenahi. Paşamız belki ileride de bazı ipuçlarını yine zamanımıza gönderir ;
elbette başka muharrir ademler araşturup hikaye eder.
17 ) Korint kanalı. Maalesef sultan gemü yolunu 400km
kısaltan bu projenin önemini anlamaz. Bu proje Kaptan Paşamızın döneminden çok
sonra, 1880-90'larda iki Macar mühendisince gerçekleştirilir.
Leventler Venediğde karaya çıktıklarında tanınmamak için bir
çare düşünmektedirler. Hepsi helbette yahşi, yakışıklı, hanımların gönüllerini
hoplatan, gerçi yaşları hafif geçkince , delikanlılardır ya ; yine de ola ki
İtalya nam toprahlarda hepisü Milan
denülen , esbap ; potin modasında pek ileri bir diyardan giyinen o havalı
İtalyan erkeklerinin yanında bir garip, epey bir yabancı, kalplerini kırmadan
nassı süylesem ; az biraz taşralı gibi kalacaklarını ve tikkatleri üzerlerine
çekebileceklerini bilmektedirler. O sırada işsizlikten gemü ambarında bulunan (
hepsi iki- üç kitapçıktır zaten, bağzılarının adını virmekten utançla imtina
ederim ) eserler arasında DECAMERON HİKAYELERİ adlı büyük eseri okuyup bitirmiş olan
HakanZ korsanın eline diğer bir kitap geçer. TEKMİL AFRİKA EVROPA ve CAPON
MASKLARI . HakanZ ahşap işleme ve oyma sanatından hoşlanır ; acep bir mask oyar
mıyım deyu kitabın sayfalarını karıştırırkene bir bakar ki ; Venediğ Karnaval
maskeleri deyu bir bölüm içermekte. İlgisini çeker. Okuyunca öğrenir ki,
Venediğ ahalisi bu maskları sadece kış aylarına denk gelen meşhur 40 günlük
karneval eğlencesinde takmaz ; çeşitli vesilelerle diğer zamanlarda da
kullanır. Misal bu tarz bir maske takarak tanınmadan şehrin çeşutlu
meydanlarında dilenen fakir düşmüş aristokratlar filan varmıştır. Tabii
anlarsız ki bu takım masklari şehrin çapkın hatun ve ademleri gönül eğlendirmeğ
içün de kullanırlar. HakanZ levent tiz teğnenin otutaklarından bir tanesini
yerinden söker, elde pıçak, keski tüm yiğidlerimiz için yüzlerini
saklayabilecekleri kara masklardan oymaya başlar ( bir ufak tikkatsizlik
etmiştir ; bu masklar kullanım yerine göre çeşit çeşittir. Meğer bizim korsanın
seçtiği model tanınmadan sokaklarda gönül eğlendirmeğ isteyen çapkın hanımlar
içünmüş ). Masklar bittükte bunları güzelce boyar, yüze tutturulacak
kayışlarını geçirür ; hazur eder.
Başka kayda değer bir olay olmadan bir akşamüzeri
leventlerimiz yelkenleri küçülterek, ağır yolla Venediğe girerler. Canale della
Giudecce'yi takiben Plazza di San Marco meydanının kanala açıldığı sokağın
hemen ucundaki ; Isola S. Giorgio nam adanın karşısındaki Doç'un Sarayı namıyla
maruf tarihi binanın önüne aborda olurlar. Bu kadar göz önü olan bir yeri
seçmelerinin nedeni talihsuz Cemalettun Kaptan Paşanın tutulduğu hapishaneye ve
şu meşhur Ahlar Köprüsüne çok yakin olmasıdır. Ayrica bu kadar merkezi bir
noktaya gayığını bağlayan ademden zaptiye de zinhar şüphelenmez. Sadece yerin
şehrin tam göbeği ve pek aristokratik bir mekan olmasından dolayı, gecelik
bağlama ücreti neredeyse bir küçük kürekli kayık parasınadır ya ; İtimad efendi
anlaşulur nedenlerle burada hır çıkarmayı düşünmez, kendisundan talep edilen
fahiş yanaşma bedelini liman memuruna heç bir zorluk çıkarmadan peşinen öder.
Lakin makbuzunu almayı ihmal itmez. Belki avdetlerinde Bahriye nezareti bu ve
benzeri mesarifleri öder ?
Tekmili ambarda saklanan yiğidler akşam çökende az bekler ;
üzerlerine kara pelerinler atar ve HakanZ'nin yaptığı maskları yüzlerine geçirirler.
Kılınçlarını kuşanır ve kamalarını göğüslerine yerleştirirler. Baskını nasıl
vireceklerini bir kez daha konuşurlar. Kısa bir duadan sonra birer ikişer,
tikkat çekmeksüzün teğneden ayrılır ve sokaklarda dolaşan tek tük ademin
arasına karışırlar. Kararlaştırdıkları üzere San Marco nam meydanda buluştuktan
sonra hızla Ahlar Köprüsünü (vayahut Son
Nefes Köprüsü (Ponte dei Sospiri ),namı diğer İç Çekişler Köprüsü yada İşkence
Köprüsü' ) aşarlar ki Paşamızın esir tutulduğu Yeni Hapishane adlı uğursuz yire
varsınlar ; ki bu hapishanede kırbirbuçuk milletten niçebin yiğid can
vermiştir. Kapusu bir manga seçmece gözü kara Venediğ askerince tutulur. İçerde
ise Ortaçağın en zalim gardiyanları ve işkencecileri görev yapar. Pek ender
mahkum buradan sağ çıkmıştır. Çıkabilenlerin de ya dili, kulağı kesik, kolu
bacağı koparılmış veyahut gözlerine mil çekilmiştir.
Hapishaneye yaklaştıkta yiğidlerimizi az biraz korku alır.
İtimad Reis '' Hemen yolumuzun üstünde sağ cenahta eskiden bizim Alfredo'nun
meyhanesi var idü. Yıkılıp yerine kervansaray yada alış veriş merkezi
yapılmadıysa, orada birer sert içki içeydük ; cenkten önce eyü gelirdü...''
der. Yiğidler : '' Günahtır reis efendi
; kafirle cihata giderkene haram nesne ağza sürülür mü heç '' derken,
Antonio'nun meyhanesinin önüne varırlar. Tam bu sırada meyhanenin kapısı
açılır, Kont di Capri ; yanında oğlu Cemilio ve iki muhafızları dışarı
çıkarlar. Kont her akşam vazife çıkışı Antonio'nun meyhanesine uğrayıp iki
kadeh parlatmakta, maiyeti veya şehir asillerinden ademlerle bir kaç el prafa
oynamaktadır. Bizimkilerle burun buruna gelmişlerdir. Kont etrafındakilere
dönerek : '' Ooo bakın sekiz tane eğlenmeye çıkmış maskeli genç hanım...Şu ikisinin boyları pek uzunmuş
amma, şu en ufak ikisi pek hoşlar, özellikle şu sert ve sinirli bakanı...Ee,
hanımlar bize katılmaz mısınız ? '' dedukte ; kötü Kont'u dirhal tanımış olan
İtimad bey leventlere haykırır : '' Bu Venediğ kontu. Dirhal esir alalım ! ''.
Yiğidler pelerinlerinin altından kılınçlarını çeker bunların tekmilini esir
alıp, ağızlarını tutarak ; hapishaneye doğru seyirtirler.
Hapishaneye kapusuna vardukta üzerlerine doğru gelen 10-12
kişiyi gören muhafızlar hemen kılınçlarına ve kargılarına sarılıp vaziyet
alırlar. İtimad reis kamasını Kontun boğazına yapıştırıp ; Venediğçe '' Çabuk
söyle adamlarına ; silahlarını bırakıp kapuyu açalar ; yoğsa burda boğazını
keserim ! ''. Bunun üzerine Kont adamlarına silah bırakma ve teslim olma emri
verir. Bizimkiler muhafızları heman girişteki demir kafesli gözaltı hücresine
tıkar, aşağıya zindana inen merdivenlerden koşturdukta burdaki gardiyanları
etkisiz hale getirirler. Paşamızın tutulduğu hücrenin önüne geldiklerinde esir
gardiyana kapuyu açtırırlar. Düşüncelere dalmış Paşamız : '' Hayda bre, ne
oluyor ? '' dedukte yiğitler hep bür ağuzdan '' Sizi kurtarmaya geldik Paşamız
'' dirler. Çok dokunaklı ve heyecanlu anlar yaşanır...Yiğitlerden biri ikisi
Cemalettun Kaptan Paşanın zencirlerini çözerken hain Kont tir tir titremekte ,
zayıf uzun bedeni iki büklüm olmaktadır. Bu ihtiyar Türk korsanının elinden
kurtulamayacağı içine doğmuştur. Cemilio ise hiç bir korku belirtisi
göstermemekte ; Türk leventlerinin elinde ve Paşanın karşısında gayet sakin ve
vakur bir tavırla durmaktadır. Paşa zincirlerden kurtuldukta sanki 20 yaş
gençleşmiş, bedeni iki mislu büyümüştür. Anunda Kontun gırtlağına çöken Paşa
haykırır : '' Şimdi seni derhal ellerimle boğardım ya ; senin evini basup
Kontesimi de yanumuza alup bu lanet şehirden çıkabilmek için senin şu sefil
bedenine daha ihtiyacım var. Az daha yaşa bakalım, cezanı Kontese sorar öyle
viririz helbette '' . Kontun yüzü daha da sararır...ne cevap versin bilemez.
Bu sırada iki leventin arasında duran Cemilio onlardan ani
bir hareketle kurtulur , öne çıkar ve Paşanın karşusunda durup kırık dökük bir
Türkçeyle : '' Ver elinde öpeyim Pasa papam. Üç hafta evvel siz ne zaman
zindanda atıldı ; o akşam Kont bunu mamam kontese söyledi ; mamam o an yerde
düştü öldü. Kalp krizinden. Kaliba ne diyor siz Kelimeyi sahadet ? mi ; işte o
sözler söyleyip ölmüş '' Sonra devam etti : '' Ertesi gün de benim teyze,
mamamın kardeşi bana tüm gerçek anlattı. Ben senin oğlunum ''. Paşanın elini
öpüp başına götürende Paşanın gırtlağına bir yumruk oturur. Bir süre konuşamaz
; sonra sorar : '' Adın nedir senin oğul ? '' . Beriki '' Cemilio '' deyu cevap
verdukte Paşa gerçekten de hiç tanımamış olduğu ( halbuki 3 hafta evvel
köprünün üzerinden çemkirdiği genç de o idi ) öz oğlunu göğsüne bastırdı, sıkı
sıkı sarıldı.
Ardından konta döndü : Allahım şahidimdir ; bana
yaptıklarından ötürü sana bir kötülük yapmayacak, canını bağışlayacaktım. Amma
kontesimin ölümüne de sen neden oldun. Onun hakkına canını alacağım...'' dedi ;
en yakındaki leventin elinden hançerini kaptıkta kontun göğsüne sapladı. Yere
düşen kont kısa sürede can verdi. Hem Paşaya, hem Kontese, hem yıllar yılı
kendi halkına ve başkaca milletlerin ademlerine yapmış olduğu kötülüklerin
kefaretini ödedi.
Tüm olan bitenler karşısında eyice şaşkın kalmış
yiğidlerimizden biri kendine gelip ikaz etti : '' Paşam çok vakit kaybettik.
Artık kaçmak zemanıdır, bir an önce gitmemiz iktiza eder ''. Paşa başını
salladı ; oğlunun sırtına kuvvetlice vurdu ; '' Haydin gidelim ; burada başka
işimiz kalmamıştır yiğidler '' dedu.
Paşa, yiğidler ve Cemilio sessuz Venediğ sokağında paldır
küldür teğneye koşarlarken bir köşe
başında Kaptan Paşamız zınk ! diye durur. Şaşıran yiğidlerimiz de duruverirler.
Paşanın yüzüne soru dolu bakışlarla bakarlarken Cemalettun Paşa konuşur : ''
Şorda, sol cenahtaki sokağın içünde Venediğ Şehir Kütüphanesi olup ; misli
görülmemiş eser barındırır. Varıp kapısını kıralım, bunlarun yeni neşrettukları
keşif kitaplarını, bahriye hartalarını, teğne inşa kitaplarını
yüklenelim...Eskilerin hepicüğünün birer kopyası bende var '' dir. Yiğidlerden
ikisi '' La havle '' çekerek, Paşanın kollarına girdikte, ayağunu yerden kesip
limana doğru seyirtirler.
Paşa bu kitapları
araklayabilseydi, sonradan donanmamız çağdışı kalıp Haliçte bağlı çürümeyecek,
Osmanlı hep büyük deniz gücü kalacaktı. Çünkü paşamızdan sonra bu böyük ümmetin
bir kulu bile böyle bilimsel ve askeri deniz konularına merak göstermemiştir.
Başımıza geleceğ var imiş, neyleyelim ?
Sonunda hepicüğü sağ salimen teğneye intikal edende ; dirhal
halatlar çözülür. FANFARE di INFERNO hiç ses etmeden, yağlı seyir kandillerini
yakmadan uygun esen Venediğ rüzgarında yelkenlerini basar ve San Giorgio
adasının arkasından dolanarak uzaklaşmaya başlar. Leventler tetikte ve huzursuz
olup, gözleriyle karanlık suları taramakta, gecenin sesini dinlemektedirler.
Acep küffar askeri hızlı kayuklaruna atlayup onları takip etmekte midir ?
Tereyağındal gıl çekilur gibi yapılmış bu kaçış operasyonunun farkına varmış mıdırlar
?
BEKLERSEZ DİVAMI GELİR
Bu bölüm yiğidlerimizin Kelemiç koyundan yelken basmakla
Venediğ şehri kapularına dayanacakları seyru bir temam tekmül anlatır ki ;
neşriyatçımızın vaki israrlı talepleri üzre bila-istek , mecburiyetten
yazılmıştır. Yoh ise bu kısmı es geçecek idük.
İtimad Kaptan Reis navigasyonu her daim ( uyurken koynuna
sokmaktadır ) neticesinin altında muhafaza ettiği, - Cemalettun Kaptan Paşanın
dahi '' pirümüz efendümüz '' deyu metheylediği ( aslında kendisinin ondan daha
büyük bir denizci olduğunu düşünmekte ise de )-; Piri Reis nam bir yüce Osmanlı
deniz ademinin 1513 tarihli, ceylan
derisi üzre işlenmiş hartasının yağlı kasap kağıdına çini mürekkebiyle çizilmiş
ucuz bir kopyasıyla yapmaktadır.
( Bakınız değil ; zahmet verip ,üğrenip
bilesizdir ! Kaptanı Derya Piri Reis . Hakkında biz bilgi vermeyeceğizdir ) .
Hartayı başka bir leventin eline teslum etmemekle yiğidlerimiz üzerindeki
mutlak otoritesini koruyacağını bilmektedir.
Yola çıkıldığından beru yiğidler arasında bir hoşnutsuzluk
sezilmektedir ki ; bunun sebebu elbette tuzlu et ve balıkla kuru somun yeyip ;
yavan su içmektendir ( resmi vakanüvistlerimizin hep her daim Osmanlının
pek bir hoşgörü sahibi olmuş olduğunu
bize aktarmalarına rağmen ) Ol dönemde YENI Devleti Aliyyeyi Osmaniyyede başta
olan Sadrazamın sofuluğu nedeniyle hamr veya alkollü içkü hoş görülmez olmuş
idi. Zati içilmesundur. Ademoğlu içince saputup sağa sola çemkirmek gibi bir
tuhaf huya sahiptir ; cümle alem bunu bilir. Devlet göreviyle yola çıkan
FARFARA di INFERNO gayığına bu nedenle içkü yüklenmemişti. Durumun vahametini
anlayan zeki İtimad efendu yiğidlerine şol müjdeyi verdi : '' İlk durağımız
Urum elinde Leros adasıdır ki ; oradan size 2 fıçı ala şarap yükü alacağımdır
''. ( Leros adası : 37.09.26 K 26.51.35 D )
Tüm leventlerin yüzleri aydınlanır, geniş geniş sırıtırlar. Az bir zaman
sonra adı geçen adacığa vardukta ; yiğidler hep birlikte karaya çıkarlar. Hemen
üzerlerine seyirten ve '' liman bahşüşü gereklidir '' diyen Urum'u ensesinden
tuttukta ; suya atarlar. Koyu renkli giysisi üzerinde limani polisi yazan ve
bunlara evrak, pasaport soran gafil görevliye kılınç ve kamalarını teşhir
eyledükte beriki de toz olur...Anlıyoruz ki o dönemde denizlerde dolaşmak
şimdiki kadar yoğun bürokrasiye tabi değul imiş. Ayrıca İtimad beyin kayığının
Selçuklu, Osmanlı ve Türkiyenin gördüğü ilk yabancı bandralı teğne olduğuna
dikkat çekeriz. Daha sonra sularımızda yerli insanımıza ait misal Delaware
kayıtlı tenezzüh teğneleri görmek için 400- 450 sene beklememiz
gerekecektir. İtimad beyimizin
kayuğunun kıçında Vinediğ bayrağı taşıması hasebiyle alınan 2 fıçı şarap ( hamr
) Evropa Birliği nam bir antlaşma çerçevesinde harçsız , vergisüz ve çok
ucuzdur. Leventler hatta '' keşkü dört
fıçı alsaydık...'' dirler. Her dirayetlu kaptan gibi taifesinin vaziyet ül
moralman'ına çok tikkat iden İtimad reis onları akşam yimeğine çıkararır ;
yolda bilgi verur : '' Bu Urum kafiri taverna tabir ettükleri aşevlerinde güzel yer içer. Fiyatları da pek makuldur.
Dersaadette , bizim Ege sahillerinde, kötü bir meyhanede yediğün üçtüğünün yarısı
kadar bile hesap vermezsun.Ziyadesiynen
ehvendir '' Lakin yiğidlerin
kısmı azamı '' içünde domuz eti vardır '' deyu et yimezler...Mekruhtur deyu
pespembe bir böcük cinsi olan karideslere ; ısgarası pek latif olan kalamari ve
octopus a el sürmezler. Peynir ve somuna yüklenirler. Henüz domat namlı zebze Hameriga kıtasından Akdeniz
yöresine gelmemiş olduğundan meşhur Grek salad'ına da yumulamazlar. Üstün körü
nefis körletirler. Müteakip sabah erkenden adadan ayrılırlar.
Yaklaşuk kabaca hesap ile 200 -220 mil kadar gittükte ;
koordinatları 35.25.28 K 21.23.56 D
olan bir noktada tramola eyleyip Şimal yönüne dümen tutmaları gerekirken ;
artık ne hata olmuş ise İtimad korsan
ya dükkatsüzlüğünden, ya şarab , ya uykusuzluğun etkisinden rota değiştirmez.
Batı güney batı rotasında divam ederler. Yeyecek ve şarap bol olunca kimsenin
umuru olmaz ki ; bir kaç gün yol gittikte kendilerini Tunus'un Bizerte
limanında bulurlar. Burayı İtalyan ülkesinin topuğu zannederlerken, teğnede
Venediğ bayrağını gören bir sürü baldırı çıplah Arap yalınayak yalınkılıç
tekneye hucüm gösterir, niyetleri tekneyi yağmalamak, ekibini esir alıp fidye
neyin istemektir. Lakin bizim leventler sekizi birden Allah Allah nidalarıyla
bir elde kılınç diğer elde Bursa işi kamalar güvertede cenk düzenine girince ;
Arap yağmacılar desdur deyip geri çekilir ve pes ederler. Kayığa bir elçi
gönderir ve leventlerimizi misafir etmek istediklerini bildirirler. Akşam
ezanından sonra davete icabet eden leventlerimiz ala, içine kuzu gözü ve yanağı
doldurulmuş kellelerin, koyunların içine ; ol koyunların da dişi deve içine
yerleştirilmesiyle yapılmış ananevi yöresel yemeği taam eyledukte, kulpsuz
fincandan koyu Yemen kahvelerini içip teğneye geri dönerler. Bir kısmısı mide
ve bağırsak ağrısıyla teğnenin tek ayakyolunun
önünde kuyruğa girerken ; HakanZ
ve Umut leventler İtimad kaptanı
sıkıştırırlar. '' Reis hele bize şu hartanı bir göster ; biz buralara niye
düştük ki ? diye sual açarlar. İtimad reis hartayı istemiye istemiye önlerine
serdikte HakanZ az bakar : '' İtimad abey, sen bu hartayı ters serersin ; bah
harta dibaçesinde çizili şol ok'un üst tarafı her daim Şimali gösterir. Sen
hartayı masaya ters sermişsin '' dir. Bunlara şahid olan Umut Efendi sıkılır ;
'' harta tarayıcısı '' adını vereceği bir cihaz üzerine çalışmaya başlar ki ; bu
alet cümle dünya hartalarını ihtiva edup, teğne yürüdükçe yerini harta üzerinde
göstereceğdur. Bunun için önce elektrik denilen nesneyi icad etmek , sonra bunu
batarya denilen küçük kara kutularda depolamak , sonra bu elektriği ancak
Kapalıçarşı esnafından tecrübeli bir Ermeni kuyumcunun yapabileceği tel
inceliğünde altun hatlardan kandil ışığıyla aydınlatılmış bir küççük perdeye
aktarmak gerekmektedir. Lakin kayığın o anki konumunu anlayabilmek için gök
yüzüne bir takım peykler göndermek lazım idir ki , işte bu mesele çözülemez.
Umut korsan defterine işlediği bu keşfin müsveddelerini bir kenara atar. Ondan
ancak beşyüz sene sonra küffar bunu becerip ; ''chart plotter '' adu altunda
tüm denizcilere bahalı bahalı sokuşturacaktır.
Toplu ishal krizini atlatan denizciler ertesi gün Bizerte
limanundan ( 37.16.23 K 09.53.23 D )
ayrılup 1 gün 1 gece yol gidende gün doğarken uzakta bir korsan teknesi
belirir. Korsan gemüsü yaklaştıkta direğin üzerindeki gözcü yuvasından bir kapkara
bir arabın aşağıya seslendiği duyulur : ''
Önümüzde bi' küçük teğne vaa' ! ''. Kırk değişik milletten korsanın
bulunduğu teknenin şişman kaptanı tedbiren sorar '' Romalılar mı ; Galyalılar
mı ? '' .Zencü yukarıdan bağırır '' Hayıı'...Vinediğ bayvaklı bunlaa...''
Kaptan keyifle hucum emri verir, manevra yapar, bizimkilerin yanına doğru dümen
kırar. Korsanların sayısı leventlerimizin 5 mislidir, gemülerü de en az 2 misli
büyüklüktedir. Leventlerimizin tüm cesaretüne rağmen pek şansları yok gibidir.
Lakin başından beri FARFARA di INFERNO kayığının böyle bir askeri harekata
girişmiş iken hiç silah taşımamasını stratejik açıdan doğru bulmayan Umut
korsanı bir gece evvel uyku tutmamış havuzluğun bir köşesinde oturur idi. Birden aklına Bizerte şehrinde avare
gezinirken önüne çıkan,önce bir tekme atup tangur tungur yuvarlayarak
eğlendiği, daha sonra belki bi işe yaratırım..diyerek omuzlayıp kayuğa
getirdiği ağır prinç borudan sırtta taşınabilen hafif bir top yapmak geldi. Tüm
gece çalıştı. Sabah gün doğduğunda top hazur idi. Mermi olarak FARFARA di
INFERNO teknesinin salmasına safra olarak yerleştirilmiş yumruk büyüklüğünde
demir gülleri kullanacak idi. Talihsiz korsanlar işte tüm bu proje olup bitende
bizimkilere rastgelmişlerdi. Korsan teknesi yetişup borda bordaya gelmek
üzerelerken, Umut korsan topu HakanZ leventin omuzuna yerleştirdi. Barutu
hakkıyla verip, namludan gülleyi sürdü. Bu arada İtimad korsan elinde viç kolu
korsanlara sallıyor '' Yiyorsa gelsenize ulan, gelsenize...'' deyu bağırıyor
idi. Korsanlar da zati avı pek kolay gördüklerinden eğlenerek İtimad efendiye
el sallıyor ; gülüyor idiler. Topun aniden patlamasıyla korsan gemisinin
karinasında koca bir delik açılması bir oldu. Patlayan barutun etkisiyle HakanZ
korsan kapkara olmuş, sadece dudaklarının pempesi, dişlerinin beyazı bir de
kocaman açılmış gözlerinin akı seçilir olmuştu . Umut korsan geri sıçradı : ''
Ahan da gözcü direğindeki yamyam önüme düştü...'' deyu düşündü. HakanZ korsanın
'' N'aaptın olum sen yaa ? '' feryadıyla durumu anladı. HakanZ korsanımıza
şükür Allaha bişeycikler olmamıştı. Datlu suyla yıkandıkta yine aynu adem oldu.
Tüm leventlerimizin aklında bu olaydan son bir sahne
kaldı...Batan korsan gemüsünün sadece direği suyun üstünde olup, gözcü
yuvasındaki iri yaru zencunun : '' Batıyo'uzz ! '' deyu bağırdığı an. ( 15 )
Akdenizin ( son YENİ Osmanlı padüşahunun isimlendirmesiyle
Vaytsii'nin ) engin sularında bir müddet yol aldıktan sonra yiğidlerimizun
kayığı Adriyatik Denuzu nam sulara girdi. Şimale tırmana tırmana Venediğe doğru
çıkarken bu defa küçük bir hatayla Arnavut
adı verilmiş inatçu bir milletin Gjiri i İnglezit adı verilen sahil
yöresine düştüler. Müsliman ümmetine sempati duyan Arnavutlardan izzet-ü ikram
görürler. Birlikte yirler, içerler. Ayrılırken civarda keçilerini otlatmakta
olan bir çobana Venediğin yolunu sorarlar. Çoban eliyle yön göstererek : ''
Ahanda şol yönde güneş bir kargı boyu yükselene kadar gidin, Venediğe
varırsınız '' dir. Bizimkileri selametler. Az gittikde , yaklaşık 4- 5 mil
sonra Sazan adası ( 40.28.31 K 19.16.46
D )denilen daş parçası önünde bir kez daha karaya otururlar.
Buradan da kurtuldukta rüzgar cenubdan esmeye başlamıştır.
Dubrovnik nam şehrun önlerinde bir kavança atarak Venediğe doğrudan dümen
tutmak isterler. İtimad korsan her zamanki gibi dümende '' Hazuuur, ....kavança
! '' deyu ünledukte leventler pozisyon alır, yelkenler canhıraş feryadlarla
haşur haşur sesler çıkarırken bumba hızla bir kontradan diğerune geçer ; işte o
an ortalıkta dolaşan ; ismini bilemeduğumuz bir leventin kafasına ağır bumba
geçiverur. Kafasına bumba isabet eden
yiğidin başı kan revan içinde kalıp, sağ gözü yerinden fırlar, iri burnunun
yanında sallanmaya başlar. Yiğid acıyla '' Uuiiy...Cözüm çıkmıştır daa '' deyu
haykırırkene tabip levent HakanE korsan
hamle edup, bir anda gözü hoop diye yuvasına yerleştirir. Yiğid cöreyrum
cöreyrum diye sevinçle bağırır. HakanE
Yiğid de gayet sakince : ''
Herkes görüyor zaten...'' deyup gidip başüstüne oturur. (16 )
Sazan adasındaki karaya vurma da selametle atlatıldukta
artık Venediğe az mesafe kaldığından, leventler başaltında derdest edilmiş
Mehmet adlu ademin elini kolunu çözmüş, teğnede serbest dolaşmasına izin
vermişlerdir. Bu adem havuzlıkta oturur ve etrafı taciz etmeğe divam ider.
Gah '' Bu kayığın gölgeliği ne güzelmiş,
benim teğneye de yapaydık...Benim elimden gelmez, sen bana bir proje çizsen a
Umut korsanım ? '' gah : '' Teğnenin kıçından keşki rahatça suya inebilsek de ;
çimsek. Oraya bi platform yapsak ; acep kim bana bunu yapar ? '' , gah : '' 3
karış suya gaç karış zencir koyverilir ? '' gah '' Rüzgarın hızı neylen
ölçülür, bofor ilen mi, knot ilen mi ; bu Beaufort denilen adem de kimdir,
nerelidir ? '' gah ( afedersiniz ) '' Teknede apdest yaptuğdan sonra temizlemek
içun kollu pompadan daha eyi bir çare yoğ mudur ? '' gibi suallerle leventlerimizin içini
baymaktadır. Lakin az buçuk deniz tecrübesi de vardır. Misal Umut reis rüzgar
duranda tekneyi yürütebilmek için, gövdeye yerleştireceği ayak pedallarıyla
çalışan bir çarka bir mil, milin ucuna da pervane denilecek bir burgu takarak,
teğneyi yürütebilecek bir düzenek çizdiğinde bu Mehmet efendi çizimlere bağmış
ve demiştir ki : '' Bu sistem çalışmaz. O burguyu çeviren mil kesilir...Burgu
suya düşer, kaybolur gider...''
MECBUREN BİR MÜDDET DAHA DEVAM EDECEK. EĞER BAŞKA LAFAZAN Bİ
KORSAN ÇIKMAZ ÜSE BAŞLADIĞIMIZ İŞİ BİTİRMEK BOYNUMUZUN BORCU OLDU.
15 )işte bir zaman
geçtikten sonra FANFARE di INFERNO'da tutsağ bulunan Mehmet adlı ademin
Frengistan'a yaptığı bir ziyarette Belçika denilen küçük bir ülkede , bir
tencere midye yeyüp ala şarap içerken bir Belçikalı ademe anlattığı bu hikaye
Belçika krallığında nesilden nesile ağızdan ağıza aktarılmış ; günün birinde
heç elleri skota ve yeke tutmamış ; Akdenüzü bilmez iki yazar çizer komik masa
başı ademi tarafından ASTERİKS adlı , hayali, pek meşhur çizgi roman serisine
başka bir biçimde aktarılmıştır.
16 ) FARFARA di INFERNO teğnesinde geçtiğini kesin
bildiğimiz bu hikaye, MS 1970li yıllarda İstanbula kadar sefer eylemiş Tristan
Jones adlu palavracı bir İngiliz yazarın BUZ adlı kitabında sanki kendi
başından geçmiş gibi anlatılmaktadır. Bu adem tıpkı Cücü Kaptan Korsan gibu
sıkı palavracı olmakla birlikte, hikaye yeteneği ( yine aynen Cücü korsan gibi
) gayetle şayan-ı takdirdir ( Yn )
Bu bölüm yiğidlerimizin Kelemiç koyundan yelken basmakla
Venediğ şehri kapularına dayanmalarını anlatır.
Celep Nemrut Haydar
ve Bakkal Şaşkın İzzet'in (14 ) maaşallah pek
iştahalı yiğidlerimizin günde yedükleri
8 kuzunun ; 3 okka halis
tereyağının ; 2 batman halis pirincin ve 24 somunun bedelini bahariye nezaretinden
hala alamamış olmaları nedeniyle veresiyeyi kesmeleri ; hafiften serinlemeye başlayan rutubetlu
havalarda Bahçe-i Fener'de bez çadırda
kalmaktan azan romatizmaları ve
Kasımpaşasındaki sobalı ahşap evinin epeydir
gözünde tütmeye başlaması Miralay Seyfullah'a artık namzet-ül piyadeyi
bahriye (15) deyu adlandırdığı sivil denizcilerimizin eğitimin bir tamam
ikmal edilmiş olduğunu düşündürtür.
Ertesi sabah daha gün ağarmadan yiğidlerimizi uyandırır,
duayla apdest aldırtıp namaz kıldırtır. Sonra hepsinin tek tek alınlarından
öper ; Bursanın en maruf ustasının dövüp şekil verdiği birer çelik kama hediye
eder. Yol mesarifi için Padişahımız efendimizin gönderdiği 8 kese Venedig
altunu yiğidlere dağıtır ( Yüce sultanımız aslında 10 kese altın ihsan
buyurmuşlardır. Lakin bir dikkatsizlik sonucu Seyfullah Efendiye bir bahşiş
unutulunca ; o da iki keseyi iç rahatlıyla kendine ayırmakta bir sakınca görmemiştir
).
Başıbozuk leventlerimiz Kelemiç koyunda yatan FARFARA di
INFERNO kayığına intikal ettikte vakit zayi etmeksizin ; vira bismillah
komutuyla demir alır, yelken düzenine geçerler. Yekede kayuk sahibi olmağ
sıfatiynen İtimad Efendi vardır. Gür sesiyle :
'' Seferimiz mübarek
yolumuz açık ola ; Bundan böyle bize Türk korsanları dene ; Tiz varalım
kokuşmuş Venedig eline ; Çalalım kılınçları hain küffarın beline. Çok yaşasın
Padişahımız efendimiz. Sık dişini bre Cemalettun Kaptan Paşamız ; yettuk !'' deyu
haykırır.
Yiğidler de üç kez ''
Oley, oley, oleeey ! '' deyu ünlerler
(16 )
Yiğidlerimiz bu nağrayı atmışlardır ki ; birden gaaarç !
deyu kötü bir ses duyulur ; FARFARA di INFERNO kayığu zıplar, sarsılır ve durur
! Hem'an Bahçe-i Fener önlerindeki Öreke nam daşa oturmuşlardır. Dümenden
havuzluğun içine düşmüş olan İtimad Korsan yerinden doğrulurken talimatları
yağdırır :
'' Skotalar laşkaaa ! Dümeeen iskele alabandaaa ! Tüm
ademler sancak küpeşteye yığıla ! Birinuz aşağıya ine, kayuk su alır mı ki,
baka '' Neyse ki, oturma şiddetli
değildir ; teğne yavaşça geri kayıp tekrar yüzer. Yiğidler duruma vaziyet
eyleyup, kayığı tekrar rotasına koyarlar.
Bu Öreke daşlaru şöyle möhimdir ki ; dibaçeye dip not
koymakla geçiştirilmez. İlle burada anlatmak iktiza eder. Bu daşlar Bizans
döneminde Hera ve İreas kayaları olarak anılup, üzerlerine mermer daşundan bir
kaide ve bir Tanrıça heykeli dikili olduğu rivayet edilmekte ise de kimi
kaynaklar burada bir ateş kulesi olduğunu bildirir. Ecdadımız Kanuni Sultan Süleyman
Han hazretlerinin Recep 969 (Mart 1562) tarihli bir fermanında bu fenerden
şöyle bahsedilmektedir:
“Kalemiç burnu nâm mahalde Müslümanların ve gayrin gemileri
gece ile gelüp geçerken fânûs olmamağın, ekser zamanda taşa çalup zarar ve
ziyan olmağın mahâll-i mezkûrda bir fânûs yeri bina etmek murad edinmeğin,
buyurdum ki.”
Her neyse, ister kaideli heykel , ister ateş kulesi , ister
fanus yeri...Burada geçmişde muhkem, sağlam ve düzgün inşa edilmiş kul yapusu
binalar bulunduğu bizlere intikal etmiştir. Aradan geçen yüzyıllar boyunca (
içinde fakir kulunuzun da bulunduğu ) pek çok inatçu ve tikkatsiz teğne kaptanı
kıyı seyrunda bu binalara bindire, çarpa, vura ; yok etmiş , bugün sadece
kayalar kalmıştır. Adını şimdi
getiremediğim bir muharrir , TÜRK DENİZCİ ATASÖZLERİe ve DEYİŞLERİ adlı
bir sureti de bende bulunan kitapçığında şu önemli ve doğru deyişi nakleder :
Yurdum denizcileri üçe ayrılur. 1 ) Öreke daşuna çıktıkta
bunu ehbaplarına itiraf edenler 2 )
Öreke daşuna çıktukta bunu şiddedle saklayıp, ömürlerinin sonuna kadar inkar
edenler 3 ) Bir gün Öreke daşuna çıkacak
olanlar.
Başkaca cins denizci taifesi olabilemez. Vesselam.
Ey okuyucu ; gelin biz başıbozuk leventlerimize hayırlı
seyirler dileyelim. Bu değersiz romanımızı elbette aşka, meşke susamuş, frenklerin romantizm dediği o
hastalıklı ruh haline düşmüş, beyaz atlu
bir şehzade bekleyen başuçlarında yağ kandili, yataklarına uzanmış genç hanum
kızlarımız okumayacak. Bir diyardan diğerune bir teğneyi emniyetlu ve kısa
yoldan götürme ilmi navigasyonu bilen irfanlı deniz erbabı okuyacak. Onlar ki
bu ve benzeri yolları def'alarca yaptılar ( bu naçiz kulunuz dahi ol rotaları
ikmal etmiştir ) . İmdi Venediğe nasıl
rota tutulur anlatıp ol derya kurtlarının canlarunu sıkmayalım. Sadece FARFARA
di INFERNO'nun Venediğe çıkartma harekatındaki mühim vakaları görelim...
Elbette küçük bir gemüde 8 yiğid umman aşmak zor zanaattır.
Yolda leventer arasunda epey tartışma başgösterir, yumruklar konuşur, hancerler
çekilir, lakin bunlar hep tatluya bağlanır. Yol halidir olur. Anlayış göstermek
gerektir. Yolda canı sıkılan Umut nam korsan ahşap makara ve palangaların
yerini alup ; yelken basma ve indirmeye, skotaların laşkasını almaya yarayacak
; vinç adını verdüğu bir garip pirinç alat yapıp güverteye bir sağlam bağlamış,
bunu çalıştırmağ içün de yaptığı ''vinç kolu'' adlu ağır demiri İtimad Kaptan
Korsana vermiştir. İşte gemüde asıl nizamı sağlayan İtimad korsanın ikide bir
havada salladığı bu nesnedur.
İşte irili ufaklı bir kaç yüz arbede içinde önemli bir
tanesi ikmal için uğranacak Halikarnassus nam limanda ; şanını duydukları,
hepicüğünün arada mektublaştukları , bazen sevişup, çoğu lahza itiştikleri
aslen Venediğli ( Venedigli Marco Polo ) olup, ülkesinden kaçtıkta
Halikarnassoslu Cücü ( veya Cüccü ) Kaptan Efendi namını alıp, ol kasabada
haytalık ve bolca avarelik ider, el yazması kitaplar yayınlayan kişiyi de
yanlarına alıp almamaları konusunda patlak virir. Cücü Efendi Kaptan doğup
büyüdüğü Venediği avucunun içi gibi bilir ; Venedik lehçesi ana dilidir.
Kahramanlığı, kılınç kullanmışlığı , gözü pekliği hiç mi hiç yoktur da ;
kurnazdır, ağzı çok laf yapar, böyle bir harekatta bu hasletler işe yarar.
Bir levent '' Padişah efendimizden alduğumuz altundan ona da
pay gerekir, ne lüzum ? '' dir. Diğeru '' Ben de virmem. Hem bu herif bizden
alacağı bir avuç altunu ne yapsun ? Oraya vardukta bizi istese bin altuna
anında Venediglilere satar. Kendine altun işlemeli kırmızı
ipek kaftan alur, gelür San Marko meydanında Roma dondurması
yalayaraktana idamımızı zevk ilen seyreder '' dir. HakanE nam levent bi şey
dimez, sadece kötü bakar. Bu fikirden vaz geçilince bu defa yiğitler yeni bir
tartışmaya girişirler. Eğer Halikarnassosda ikmal yapacağ iseler, bunu Cücü
Efendinin duymaması imkansızdır. Öğrenir. Ya hemen özel ulakla, bilemedin posta
güverciniyle eski vatanı Venediğe yaranmak içün haber uçurur ise ?
Bunun üzerine , rota değiştirilip ikmalin Didyma şehrinde
yapılmasına karar verirler. Dördüncü gün Didyma limanına girdiklerinde limana
yanaşır, fıçı fıçı su, tuzlu et ve balık, niçebin zerzevat , meyve taşırlar. Onlar kan ter
içinde kayığı yüklerken şişmanca, göbekli, derisi parlak kel kafalı, beyaz
mintanının kolları sıvalı, pantulu az bolcana, potinleri pek parlatılmış bir
ademoğlu yanlarına sırıtarak yanaşır : ''
Selamün aleyküm yiğidler ; yolculuk uzak ellere herhalde, yoksa niye
alasınız bu kadar nevale ? Ben kendim de aha şordaki barca'nın sahibi ve
kaptanıyım. Keyf içün kayığımla gezerüm. Aslen Dersaadette gemici
kahvehanelerini dolaşır sigorta işleri yaparım...Kayığınız da pek güzelmiş, siz
de kalabalıksınız hani yiğidlerim. Çok da yükünüz var. Arzu buyursanız
kayığınıza bir sigorta, size seyyehat ve hayat , yükünüze de mal zayi sigorta
evrağı tanzim edeyim. Hepicüğü 15 altun tutar ya, size 12,5'a da olur, içiniz
rahat seyredersiniz...Sahi, nereye idü sizin yolculuk demiştiniz , baktım da
Venedig bayragınız var ; Venediğe mi yolculuk ? Ticaret için mi ? ''
Genç ve toy leventlerden biri boş bulunur ; zati sırtındaki
yükten bunalmıştır : '' He emce. Venediğedir yolumuz. Ne ticareti yahu, bizde
tacir hali mi var ? Lahana, pırasa mı satacağız Venedikliye... '' deyu bu
yapışgan adamı başından savmak için civap verdukda ; birden teğnede buz gibi
bir hava eser. Tüm yiğidler birbirine bakınır. Boşboğaz genç levent
söyledikleriyle hepicüğünü tehlikeye atmıştır. Leventler birbirine bakınır,
İtimad korsan başını hafifçe oynattukda diğer leventler bu geveze ademi karga
tulumba karadan alur, teknenin ambaruna taşudukta elini ağzını bağlayıp,
lahzada baş altına tıkarlar. Hem'an halatları çözüp, yola revan olurlar.
YOK MUDUR BRE BİR YİĞİT Kİ ; HEM DİVAMINI YAZSIN, HEMİ DE
YAYINCIDAN PARASINI ALABİLSİN ?
14 ) Bakkal Şaşkın İzzet işlerin iyi gitmemesi nedeniyle bir
gün dükkanı toplayıp, sahili takiben yaklaşık bir fersah kadar yürüdükte ( 1
fersah = 5685 metro ) ;pek bağlık
bağçelik bir yere gelip bu defa buraya bir dükkan kondurur. Etrafta tek bir
adem dahi yaşamamaktadır. Günümüzün Şaşkınbakkal semti böylelikle kurulmuş olur
( Yn )
15 ) Cemalettun Kaptan Paşa hakkında yaptığımız bu
araştırmada çok ilginç bir gerçek ortaya çıkmıştır. Hameriga Birleşik
Devletlerunca o pek şöhretli, Marine Corps namlı deniz piyade kolordusu
kurulmadan tam 5 asır önce Devleti Aliyyeyi Osmaniyye Bahriye subayı Miralay
Seyfullah bu silahlı gücü ilk düşünen ve ilk mangayı yetiştiren kişidir. Batı
askeri tarihinde bu gerçek bilinmez. Tüm dünyaya duyurmak vazifemiz olmalıdır.
( Yn )
16 ) bize bir İspanyol deniz tarihçisinin naklettiği bu nida
atma şekli dönemin ve Osmanlının adetleriyle bağdaşmaz görünmektedir. Lakin
Grande -Admiral Marki Jose Louis Fernandez Felipe de Valdecarzana
anılarında olayı böyle nakletmiştir. Kendisine teknenin limandan ayrılış
hikayesini bu harekattan çok yıllar
sonra İskenderiyede bir sahil kahvehanesinde bizim yiğidlerden birinin
anlattığını iddia etmektedir ( bu dahi Yn )
Değerli okuyucu ; en geç hem'an bir önceki tefrikanın son
paragrafından sonra denizcilik camiamızda helecanlı tartışmaların başlayacağını
; fitne ve fesat'ın başlarını alıp gideceklerini ; okurcuların kamplara
bölüneceğini ; -ama en talihsiz gelişme olmak üzere - ; naçizane Cemalettun
Kaptan Paşa Biyoğrafyasını yazabilmek için, evdeki dededen kalma son gümüş
şamdanı, nineden kalma bakır hamam tasını Bedestende satmış olan değersiz
bendeniz kulunuzun ağır ithamlar altında kalacağımı tahmin ederim.
İçinizden kendini külyutmaz sayan bir takım kötücüller ;
beni Güvelotti Efendiyi koruyup kollamaya çalışmakla, hatta dahi onun
tarafından satın alınmış olmakla suçlayacaklar ( neler olabileceğini önceden görürüm ben ; bir nev'i şarkın
Nostradamus'uyumdur ya , onun gibi nazımla anlatma becerim yok. Benimkisi ''bon
pour l'orient '' tarzı bir yetenek ). Delil olarak tee yarım asırı geçmiş ;
kendisiyle aynı medresede tahsil görmemi dahi ileri sürecekler. Ne alaka yani ?
O medrese YENİ Devlet-i Aliyyeyi Osmaniyye'ye misal üç Başvezir çıkarmış idü ki ; şahsım üçünü de
tanımam sevmem ( onlar da beni tanımaz idüler. Tanısalar zaten sevmezler idü) .
Niye İtimad Efendi'yi koruyup , kollayayım ?
Kaldı ki maalesef bu tarz anı veya biyografi çalışmalarında
tüm tarafsızlık çabalarına rağmen muharrir yazdıklarıyla başını kimi ünlülerle
, onların sevenleri, aileleriyle belaya girmekten alıkoyamaz...İleriki
bölümlerde yine benzeri hadiseler yaşayacağızdır, şimdiden bilginize sunayım.
Kısa keselim ; yaptığım araştırmalardan öğrendiğime göre o
meşum Venedig gecesi Alfredo'nun meyhanesinde barbut masasında Cemalettun
Kaptan Paşanın kaderini (sonuçta hep aynı şekilde ) belirleyen olay üç şekilde
gerçekleşmiş olabilirdi. Güvelotti efendinin maddi çıkarı nedeniyle Paşanın
kontese mektubunu Kont di Capriye rüşvet olarak vermiş olması ilk ihtimal idi.
İkinci ihtimal akçesi kalmayan Güvelotti beyin mektubu masaya pey olarak
sürmesiydi. Son ihtimal ise ; Güvelotti beyle yaptığım bir söyleşide kendisinin
beni pekala kesinlikle ikna etmiş olduğu gibi ; mektubu yanlışlıkla düşürmüş
olma olasılığıydı. Ki biz şu mütevazi eserimizde olayı böyle naklettik.
Bu durumda Güvelotti efendiyi has bir dostunun bir gönül
meselesine dair pek önemli recasına fazla, hatta hiç ehemmiyet vermemiş olmakla
ve dikkatsizlikle suçlayabiliriz. Kendisi de hala bu talihsiz gelişmenin
doğurduğu vicdan azabını çekmektedir. Oh olsundur. Çeksindir !
Önemli bir
biyoğrafide tarihi gerçeklik ve bilimsellik adına ; bu iddiaları böylelikle
kayda geçirmiş, sonrasında daha da ellememiş olalım ve esas konumuza dönelim.
Maalesef çok daha müessif durumlarla karşılaşmanın arefesindeyiz.
Bilesiz !
Cemalettin Kaptan Paşa'nın karanlık, rutubetli, soğuk zindanda
zencirlere vurulu ilk gecesi geçmiş, gün doğmuş idi. İçine tıkılmış olduğu kuyu
gibi zindanın Paşanın başından 15-20 kadem yukarıda olan demirli küçücük
havalandırma deliğinden içeri çok zayıf bir güneş ışığı ; sokaktaki seyyar
satıcılerın arsız bağırışları , kanaldan geçen gondolcuların (9) çığırdığı
türküler bir uğultu halinde gelmektedir.
Birden adım sesleri ve kılınç, silah, zırh şakırtıları
duyulur ; ağır zindan kapısı gıcırdayarak açılır, içeri bir takım ademler
girerler. Paşa doğrulur ; gelenleri görmeye çalışır. Gelen tabiidir ki o
hainler haini ( Rabbim üzerine felaketler yağdırsın ! ) Comte di Capri ;
Savunma ve Bahriye Nazırı, Senato Başkanı ve Emniyet müdiridir. Arkalarında
dişten tırnağa silahlı 10 asker vardır. Ayaklarından ve kol bileklerinden manda
gözü büyüklüğünde baklaları olan zencirlerle duvara bağlanmış olan Paşamız bu
haliyle bile düşmanına saldığı korkudan memnun kalmıştır doğrusu...
Zayıf, kara kuru, Paşamızdan iki kafa boyu daha uzun olan
karga burunlu Kont üç adım atarak Paşaya yaklaşır ve aralarında Venediğlilerin
diliyle ( okurcuya tüm hörmetime rağmen bu önemli konuşmayı orjinal dilinden
takip edecek biri çıkacağını sanmıyorum. Ben de Venediğçe bilmiyorum. O nedenle
biz bu konuşmayı dilimize adapte ettik. Paşamızın konuşmasında fark edeceğiniz
tuhaf haller, esaret veya korku neticesi değil, son 32 sene 8 ay 11 gündür
Venedik dilinde konuşmamış olması, lisanı hafiften unutmasındandır ) şu konuşma
geçer :
KdC : '' Hah, hah, haa...Ehe, ehe, ehe. ŞGeçmişte şerefimi
lekelemeye kalkışmış şu Türk korsanının haline de bakınız . Geceyi nasıl
geçirdiniz ekselans amiral ? Misafirperverliğimizden memnun kaldınız mi ? ''
CKP : '' BAK HELE !! Ne diyor sen la ? Kuş beyninle kafa mı
bulmak sen benimle kara karga ? '' Paşa
zencire vurulu eliyle beline saldırır ; ama kılıncının üzerinde olmadığını, çoktan el konulduğunu
hatırlar. Kolu yanına düşer.
KdC : '' Aha aha aha...Barbar 30 sene cenk ve gemülerde
sefer ede ede hem konuşmayı , hem medeniyet dilimizi unutmuş...Boşver sen bu
ucuz kahramanlıkları ; kellen de gidecek nasılsa ama ; seni bunca yıl sonra
nasıl ele geçirdiğimi de merak etmez misin be adam ? ''
CKP : '' Kader inanç var bizim...Her şey Allahtan. Yazımız
böyle yazılmak deriz, kabul gösteririz...Beni sen asmak nasılsa, tamam. Ama var
bir sorum. Kontes di Marghera - Mascarpone yaşamak ? Hayattadır ? Nerdedir,
nicedir ? ''
KdC : '' Sarayımızda sevgili oğlumuzla şu saatlerde sabah
kahvaltısına oturmuş muhterem eşimin adını bir kez daha ağzına almaya cesaret
edersen ; seni şimdi mahkemenin kararını dahi beklemeden, burada ,
ellerimle....( sinirli sinirli güler ) Ha,ha,haaa...Benim sana sorduğuma cevap
ver sen ; merak etmez misin seni Benefşe burnunda metruk San der Ancello kilisesi önünden dalından
armut koparır gibi nasıl kapıp ; buraya aşırdık ? ''
CKP : '' Heç de
sormam. Ama anlıyor ben. Sormasam da anlatır sen. Vardır helbet size haber
uçurmak yapan bir hayın koskoca Devleti Aliyyeyi Osmaniyede. Hep oldu hayınlar
bizim topraklarda...''
KdC : '' Hah, gel şöyle hizaya...Biliyorum meraktan
çıldırıyorsun aslında.Heh hee...Aslında ben de pek fazlasını bilmiyorum. Böyle
küçük işleri elçilerimiz, adamlarımız tezgahlar. Senin şehrinden olup,
Frenklerin okulunda eğitim görmüş, Frenkçe ve Kuzey Batıdaki Keltler midir,
Britanyalılar mıdır nedir ; o barbarların dilini de konuşan fazla geveze bir
şişman, saçsız adam varmış. Gayığını Didyma limanında tutar, arada bir Helen
adalarına sefer edermiş. Herkese yerli yersiz türlü sual etmesiyle, burnunu her
işe sokmasıyla marufmuş. Bu siz Didymada ikmal yaparken senin leventlerden
biriyle konuşmuş, onun ağzından nereye sefer eyleyeceğinizi öğrenmiş.
Constantinopoliye'ye avdetinde bizim elçimizin verdiği bir davete bir isim
karışıklığı nedeniyle yanlışlıkla bunu da çağırmışlar meğer. Bu hemşerin de ''
ille elçiyle de tanışayım ; ona kendimi göstereyim...'' deyu uğraşırken ; senin
o gizli görev seferini de elçimiz Carlo Dell'Orto'ya (10) boşboğazlık edip yumurtlamış...Gerisini sen
de biliyorsun zaten...''
CKP : ( heyecandan Türkçe bağırarak ) : Vaaay ulaaaan ! Hayt
bre ! Kimmiş bu gafil, bu hayın, bu, bu.....
KdC :( anlamaz): '' che ? '' ( ne ? )
CKP : '' Ol münasebetsiz , dili kopası var ademoğlu kim olmak ? ''
KdC : '' Costantiniyye'yi fetheden sizin o genç kralla
aynıydı galiba ismi ? ''
CKP ( gürler ) :''
Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri o bre gafil, kefere
kralı değil. Adını ağzına salavatla al...Ne, Mehmet mi demek demin ben ? ''
KdC : '' Hah vero ( tamam ) . Memet, Mechmet ? Si, öyle
bişeydi...
Pekiyi, ey okuyucu ; biz bunları hep Venedikten naklederken
Dersaadette ; Bab-ı Aali'de, Bahariye Nezaretinde neler olmaktadır ; merak
etmez misiniz ? Koskoca cihan emparatorluğunun sabrını test ettirmeyeceğini ;
bir Kaptan Paşasını üç paralık bir şehir cümhuriyesinde rehin bırakmayacağını ;
Başvezir hazretlerinin heman ve derhal elçi Dell'Orto'yu makamına çağırtıp etek
öptürdükten sonra, tam ünvanıyla
İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı
Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Kaptan Paşayı derhal özür ve
alayu vala ile serbest bırakıp, 30.000 Venedik dukası tazminat vermedukları
takdirde Sadrazam olarak ahti olsun ; ekselansları elçu hazretlerinin içini
açtırarak, tekmil iç organlarını boşalttukda, saman doldurarak tuzlayıp
Venediğe iade edeceğini kesin bir dille anlatmuş idi. Yapar mı yapar. Varmışdı
eskiden böyle adamlar.
Üstelik Osmanlı bu ; oyunu bitmez. Bir B planı da olmalı
muhakkak. Vardı da netekim. Aslında çoktan şehrin Anadolu yakasında Kelemiç nam
koyda (11) bir özel yelkenli teğne ( çünkü askeri bir Osmanlı barcası Venedik
sularında derhal fark edilirdi ) bir kurtarma ameliyesi için hazırlanmaktaydı.
Harekat cihet-i askeriyye veya cihet-i bahariye tarafından icra edilmeyecek ;
bir başarısızlık halinde Devleti Aliyye ile Venediğ Cumhuriyeti cenke tutuşmak
zorunda kalmasın diye ; hepücüğü denizci ve pek yiğid kimi başıbozuk, seçmece,
vatanı ve Paşamızı seven ademlerce yapılacağüdü.
Bu ademlerin 6 veya 8 kişi olduğu bilgisi zemanımıza kadar
intikal ettiyse de ; tüm araştırmalarımda ancak dördünün ismini tespit edebildim
( diğerlerini bilen tarihimize meraklu denizcilerimizin yardımını reca ederim
). Bilebildiğimiz bu dört adem özel kriterlere göre tikkatle seçilmişlerdi.
İkisi yapılı olacak ; ki bunlar sivil leventler HakanE ( kendisi sert mizacı ve
korkusuz, gözüpek olduğu içün seçilmişti. Ayrıca iktiza eder üse ; tebabet ve
ilk yardım işlerini üstlenecekti ) ve
HakanZ ( öncelikle boyu ve cüssesi HakanE ile mütenasip olduğu için, muhakkak
var olan diğer meziyetlerini ise henüz tespit edemedik. Yazarın eksiğidir şüphesiz
). Üçüncü ademin adını duyunca pek şaşıracak ; '' Aaaaa ? '' , '' Haaaa ? '' , '' Nee, yok artık ! ''
hatta '' üstüme eyilik sağlık ! Kızım mutbahtan bi tas su getir bana, içeyim ''
nidaları atacaksınız. Evet, üçüncü er kişi artık sadece Kocagillerin İtimad
efendi adını kullanan, Kaptan Paşamızın kaderinde oynadığı dramatik rol
nedeniyle vicdan azabı çeken adem idi. Eh, paşayu kurtarmaya sefer edecek
kayığın adını da bildiniz şinci işte, değil mi ? Tabii ki operasyon İtimad
Efendinin FARFARA di INFERNO nam, Venedig bandralı kayığı ile yapılacak, Paşa kurtaruldukta yine bu
teğneyle emniyetli sulara getirilecekti. Boycanak ufak tefek , lakin dev gibi
bir yüreğe sahip, çok iyi piştov da kullanan İtimad efendi ayrıca bildiği
Venedik lisanıyla hapishane kapısındaki muhafızları lafa tutacak, gerekirse
bacaklarının altından kaçıp sıyrularak içeriye hucum gösterecek idi. Yani
kendisinden beklenen pek fazla iş olup ; bu ekibin doğal lideriydi. Bizce
bugün malum son şahıs Umut adlı denizcu
idi. O da İtimad beyle eş boyda gözüktüğünden seçilmiş olabilirdi. Lakin
helbette onun pek çok başka yetenekleri, marifetleri varmıştır. Kendisi misal
yüzyıllar sonra Hameriga adlı bir ülkeden dünyaya yayılan televizyon
dizilerinden birisindeki ünlü ajan
MacGyver gibi hem yakuşuklu, hem aynen onun gibi her türlü hurdadan her türlü yararlı
malzemeyi yaratabilen bir mucittir (12 )
Sanırım bu boy intizamı meselesi bu yiğitleri her zabahınan
eğitime çıkaran Bahriye Miralayı Seyfullah nam gomutanın bir takıntısıydı.
Gurup sabah içtiması için sıraya girdikte ; HakanE ve HakanZ yanyana önde,
İtimad ve Umut efendiler de bir arka sırada ( gerçi öndekilerin boyu
nedeniyle görünmez oluyorlar ve bundan
istifade içtimada itişip, şakalaşabiliyorlardı
) ama her sıra kendi içinde yan bakışta aynı boyda görünmekteydi.
Seyfullah komutan bunları ve diğer yiğidleri her sabah ezandan sonra topluyor,
Bahçe-i Fener (13) nam mahalde önce 115 tur koşturuyor, sonra denize sokarak
tam 1112 kulaç attırtıyor ; sonra boy boy destelere ayırarak çemende
güleştiriyordu. Yiğitler bu eğitim ve kişi başı günde yedikleri 1 kuzu çevirme,
bir lenger Trapezunt tereyağlı pilav ve bir sini kadayif dadlusuyla eyice güç
ve guvvet toplamış, deyim yerindeyse daşı sıksalar suyunu çıkaracak kıvama
gelmişler idi.
A
R A
DEĞERLİ OKURCULAR ; İTİMAD BEYİN DESTEKLERİYLE YAYINLANMASI
MÜMKİN OLMUŞ ;UZUN YILLARDIR HAZIRLADIĞIM DİĞER BİR ESERİM NEDENİYLE ; BU
BİYOĞRAFİK ROMANA DEVAM EDEMEYECEĞİMDİR . KAHRAMANLARIMIZA , BAHRİYE
TARİHİMİZE, DENİZ ve TEĞNELERE , GEÇMİŞİMİZE MERAKLI HER DENİZCİMİZİN BU ESERE
BİR BÖLÜM KATKI SAĞLAMASI VE İLERLETMESİ GELECEK NESİL DENİZCİLERİMİZE
BORCUMUZDUR. VESSELAM !
9) Gondola ; gondol : Venedig Cumhuriyesine özgü kuzguni karga karası, başı kıçı kitara sapına
benzer ,kıçında iskelesiyle sancağı simetrik olmayan, kırk çeşit farklı ağaçtan
mamul, bir kürekçiyle yürütülen tuhaf bir kayık cinsi. Kürekçinin
şan dersleri almış olanı makbuldür. Yazarınız pek sevmez.
10 ) Venediğin
İstanbul Büyükelçisi C. Dell'Orto'nun ahfadı yaklaşık 500 sene sonra Milano
şehri civarında sanayiciliğe soyunup ; italyan ıspor arabalarına DellOrto marka
karbüratörler üretmişlerdir. Yazarın notu.
11 ) Kelemiç koyu : Bugün Kalamış koyu olarak anılan yörenin
eski Osmanlı kayıtlarında geçen adıdır. (YN )
12 ) Umut Tonoz Ağırlığı veyahut Korkmaz ya da Poyraz Tonoz
Ağırlığı : Türk amatör denizcisi Umut
Korkmaz tarafından geliştirilen ; batmaz halatları suya batırabilen teknik
düzenek ( YN )
13 ) 1552 yılında yörede bir fener inşa edildukta ; bu ismi
almıştır ( YN )
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)