Balıkçı’nın mektubu
İzmir, 25 Ekim 1969
Aziz, Louis Bayle, Akdenizli Kardeş;
Kitaplardaki şiirlerden sanki Teokritos’un pastoral, Vergilius’un bukaliklerinden geliyormuşçasına bir koku, tatlı bir alize rüzgarı yayılmakta… Onları okudukça tipik bir Akdeniz manzarası görmüş gibi oluyorum. Çünkü Altıncı Kıta, vahşi bir dünya değildir. Bu yönden “insan dünyası” olduğu söylenebilir. Kesinlikle söylenebilir ki – eğer yanlış anlatıyorsam, Fransızcam için bağışlanmamı dilerim – yüksek ve mağrur dağ ve uçurumlarıyla tüm Akdeniz’e, usta bir sanatçının elinden çıkmış sanat yapıtı denebilir. Bitki örtüsü yeterince zengin olmasa da, dahası orada burada çıplak yerler, kayalıklar görülse de bu böyledir.
Güneyden bakınca Toros Dağları (Toros boğa demektir ve bu çok önemlidir) birbiri ardınca, Mavi Akdeniz’in doruklarda patlamış ak köpüklü dalgaları gibi şahlanmışlardır.
Doğu Akdeniz’den şöyle bir yola çıkalım:
İşte orada Akdeniz, aşırı derecede Akdeniz’dir. Orada Akdeniz’le kıyı öylesine birbirine girmiştir ki; karanın nerede bitip denizin nerede başladığı kolay anlaşılamaz. Körfez, küçük koylar, burunlar, yarımada ve adalar çılgınlığıdır. Bu antik “Arkipelagos’tur, Arşipel’dir; yani “Eski Deniz”dir. Mısırlılar bu adaları “Denizin yüreğindeki adalar” diye adlandırmışlardır.
Bazı geceler bu takımadalarda (Arşipel) ay ışığında sandalınızda yalnızken, uzakten gelen ve sizi garip bir coşkuyla titreten uzun, yumuşak çığlıklar duyduğunuzu sanırsınız. Belki bunlar, gelişmelerini Anadolu’ya borçlu olan Kentaurların seslenişlerinin yankılarıdır.
Atı Hititliler yetiştirmişlerdir. Kentaurlar, Helenlerin gördüğü ilk Hitit atlarıdır. ./…
Ege kıyılarının burunları adeta, denizin çağrısına uyarak, dalgalara dalar ve Afrodit’in doğuşundaki gibi sırılsıklam yeniden denizin yüzüne çıkarlar. İşte Arşipel adaları böyle oluşur. Dalışlar yinelenirse, mavi deniz, adına uygun olarak sevinçli adalar topluluğu ile dolar.
Sporad ve Kiklad diye adlandırılmıştır bu adalar kargaşalığı. Sporad “Sperein” kökündan gelir “saçmak”, “dağıtmak” ve aynı zamanda “ek-mek” anlamındadır. Çünkü “sporos” tohum demektir.
Sanki, Küçük Asya’nın yüksek bir yaylasında ayakta duran tanrıça, Arşipel’in sonsuza doğru uzanışını görünce coşkudan soluğu kesilmiş; elinin geniş ve cömert hareketiyle avuç dolusu ada tohumunu serpiştirmiştir bu denize. Böylece Kalimnos, Kos, Nisiros, Simi, Tillos, Karphatos, Rodos, Girit, Girit’in hemen yakınındaki Yannasid adalsrı ile diğer ada ve adcıklar, Adalar Denizinin bağrını çiçeklemişlerdir.
Mitologya çağında, ufkun öte yakasındaki çocuğunu beslemek isteyen Tanrıça Hera, tanrısal göğüslerini sıkar; sütün fışkırmasıyla gökkubbede geniş bir yay çizer ve böylece Samanyolu yaratılmış olur. Sütten Akdeniz’e düşen damlalardan, çılgın ada galaksileri oluşur. Bu Altıncı Kıt’anın başlangıcıdır.
./…..
Şimdi Akdeniz’imize dönelim:
Denizcilik sanatı Anadolu kıyılarında başladı.Sporadlara ve Girit’e geçti. Thalassa Grekçe değil, Giritçe bir sözcüktür. Greklerin deniz anlamında bir sözcükleri yoktu. Pontos diyorlardı. Pontos Fransızcadaki pont (rıhtım) demektir. Adalar, denizi geçmek için, bir rıhtımın basamaklarıydılar.
GiritlilerKüçük Asya’dan (Anadolu'dan) göç etmişlerdi.
1900 yılından beri Doğuda yapılan kazılar, Mezopotamya’ya Sümerlerinin bölge ve Proto-Girit sanatına etkilerini açıkça ortaya koymaktadır. Akdeniz’in yani Altıncı Kıt’anın niteliklerinin oluşmasında Girit’in etkileri küçümsenemez kuşkusuz. Evet Girit Adası, su götürmez bir şekilde, Akdeniz’in ocağıdır. Birbirine bağlı pek çok şeyin kökeni bu Girit’te bulunur.
./….
Akdeniz Uygarlığının hazırlanmasında emeği geçen Altıncı Kıt’amızın oluşmasına az çok katkılı olan toplumlara bir göz atalım:
Şimdilerde, Hitit arşivlerinin deşifre edilmesi sayesinde Hitit göçlerinden haberdarız.Böylece Kadeş savasında Firavun II.Ramses’e karşı Anadolu’nun bir araya gelen toplumlarının adlarını biliyoruz. İşte bunlar önce Hitit dağlıları- İlyada’da Ketei olarak anılır- sivri sapkalılar. Sonra kökeni Girit Karyalı karışımı olan, şatafatlı tüylerle süslü miğferler giyen Pulasatiler gelir. Bunlar Filistin’e göç ederler ve sonra oraya bunların adı verilir (Palestin). İncilin Filistinlileri de bunlar. Ledine Habu’nun rölyeflerinde görülür. Bir küreden çıkan görkemli miğferleriyle, İ.Ö. 1400 tarihli Tell-el- Amarna’nın mektubunda söz edilen Sirdanu’lar, Sardunya’ya göç edip bu adaya adlarını verdiler. En sonunda Lukkiler ya da Lykyalılar (Lükyalılar), Sicilya’yı elde eden Sicheller (Sicilya adını buradan alır) Tursha’lar, Trysenes’ler ve Etrüskler.
Bu Hitit arşivleri ayrıca şunlara tanıklık etmektedir:
Homeros’un Donoi’leri olan Donauana,İlion’un (Troya’nın) insanları olan İlouna, Dordanoi(Dardanyenler), Mesogen, Mysienler, Pedasos savaşçıları (Pedasalılar), Küçük Asya’nın güneybatı bicilya, Roma halkları; Altıncı Kıt’adaki etnik hukuku. Öyle olunca, şimdi, Yunanlıların büyük bir kısmının doğudan, özellikle Anadolu’dan göç ettiklerine ilişkin haklı kanımız ve inanılır kanıtlarımız var demektir. Foçalıların Korsika ve Marsilya yörelerinde yayıldıkları da herkesçe bilinir.
Bu Altıncı Kıt’anın iklimi ve insan üzerine etkilerini belirtmek için birkaç şey daha söyliyeyim: Bu iklim, insan varlığının ölçüsüdür. Akdeniz iklimini kışın bir palto ve sobayla, yazın bir iklimlendiriciyle düzeltmeye çalışmaya gerek yoktur. Burada yalınkat giysi ile yılın dört mevsimini geçirebilirsiniz.
Bunun aksi olan soğuk iklim insanlarını alın; bunları Akdeniz’e yerleştirin. Beş yıl sonunda kemiklerinin iliklerine kadar Akdenizli olacaklardır. Güneş, gökyüzü, bulutlar, şimşekler ve deniz onlara kendi yurtlarından çok daha yakın olacaktır. İnsanoğlu Akdeniz’de, anasının kucağındaki kadar rahattır.
Bitiriyorum.
Dante, İtalya’yı şöyle adlandırır:”… del bel paese la dove il si suono” (“ Evet’in gürlediği güzel ülke”) . Bu sözlerden esinlenerek, rahatlıkla Altıncı Kıt’amız için de aynı şey söylenebilir. Akdenizlinin karakteri “hayır”dan çok “evet” demeye yatkındır. “Evet” demek istenir. Evet demek o kadar kolaydır ki! Aksine “hayır” deyince bir sıkıntı duyulur. Altıncı Kıt’a “Evet, evet” ülkesidir.
Aziz Dostum, bir dükkanda, fonda St.Jean Şövalyelerinin kalesi olan bir kartpostal buldum. Bu kartı satın almamın nedeni şato değil, palmiyeler için, çünkü bu palmiyeleri ben dikmiştim.Bunlar tohumdan yetiştirilir. Büyümesi için hayli zaman gerekir. Kuşkusuz tohumların ağaç haline geldiğini göremeyeceğim, ama buraya gelenler gölgesinden faydalanacaklar. Tohumları ekerken, onların hayalimin ufkunda serpilip geliştiklerini görüyordum. Çiçek demetleriyle tamamlanıyorlardı. Bodrum’un ve öteki güney kıyılarının, Suriye’ye kadar olan yörenin ağaçlarını Bodrum’a hep ben diktim. Bugün İzmir’deyim. Onları ancak kartpostallarda görebiliyorum.
Siz, bu ağaçları niçin diktiğimi anlayabilirsiniz. Size bu kartpostalı yollamam biraz da Don Kihottevari bir şey. Don Kihotte ancak Altıncı Kıt’anınünlü kahramanının insalcıl görünüşünün ruhuna nüfuz edemeyen kişiler için gülünçtür. Oysa bütün kahramanlardan daha kahramandır O.
Size gönül dolusu MERHABA.
"L’ASTRADO", 1971- Sayı 8
"ANADOLU'NUN SESİ" ve " ALTINCI KIT'A : AKDENİZ" i okumanızı, dünyanın tam olarak neresinde oturup kimlerin mirasçıları olduğumuzu öğrenmek belki geleceğe farklı bir bakış kazandırır bizlere.