Bir kaç saat yol gitmeğle endüşeleri yatışmaya başlar ;
seslerini azcuk da olsa, yükselterek sohbete, şakalaşmaya başlarlar. Cemalettun
Kaptan Paşa'ya ambarda sakız gibi çarşaflarla bir yer yatağı serilmiş ;
günlerdir zindanda uykusuz kalmış Paşamız az istirahat etmeye ikna edilmiştir.
Bunu fırsat bilen dümen başındaki İtimad efendi havuzlukta tekmil toplanmış
taifeye usul sesle şunları söyler :
'' Kaptan Paşamız teğnemizde yolculuk iderkene bize reislik
düşmez ; büyüğümüze vahim saygusuzluk , hatta haşa hakaret sayılır. Paşamız
uyanduğunda komutayı ona teslum edeceğumdur. Artık o ne dirse o yapıla ! Taa ki
hepimiz sağ salim Dersaadete ulaşıp seferimizi muaffakiyetle tamam eyleyelum...
Bilirsüz ; memlekette kimi kendini bilmez, böyüğüne hörmet
etmez denizci Paşamıza tevbe istağfurullah
Huysuz Ehtiyar da dirler...Lakin duyduğuma göre hakükaten Paşa da zor adamdır. İmdi yolumuz uzun,
günlerce derya üzerü giderkene helbet sohbet açılur. Paşa size kayığlarınızı
sorar ; donanımını sorar, ne cins armanız var sorar, kaç pare yilkeniniz var,
ne renk, hangi kumaştandır ; sorar. Teknede misal gölgeliğiniz, serpinti
koruyucunuz, tel dolabınız , buz
kutunuz, ayru bir odacuğda ayak yolunuz, su dökünmeğ içün hamam kurnanız var mı
diye sorar ; '' Vardır helbette, kayuğa çok akçe dökmüşüzdür Paşam '' diyene
çok ; hele misal bizim teğnede iki ayak yolu vardır Paşam, biri başta, biri
kıçta...diyene misliyle kızar.
Sorduğunda '' benim kayığım güvertesi
az, ambarı açık , kaptan köşkü olmayan basit yavuz bir gayıktır ki ; pek bir
rahatsızdır lakin her hevada hızlı gider ; muhkem bir arması vardur Paşam
''[/i] deyin.
Denuzdan gezdiğiniz elleri sorar. Gitmiş olduğunuz yirleri
beğenmez, gitmedüğün yere niye gitmedin diye sual eder.
Bir de Paşamız zağarları pek bür sever imiş. Onun yanında
ite it veya küpek dimeyin. Ez kaza bir ite denk gelursenuz '' Ademoğlunun en
yakin arkadaşı, dört ayaklı dostumuz...'' deyin. Sakın ola ki ol iti
tepiklemeyin. ''
Sahiden bu '' Kaptan Paşamızı idrak ve idare etme ''
dersinin üzerinden az vakit geçende Kaptan Paşa efendimuz ambar merdivenlerinin
başında görünür. Üzerindeki kirli paslu urbaları boyu posuna uygun
leventlerimizin temiz kıyafetleriyle değiştirmiş ; Fazla uzamış sakalını azucuk
kırpıp şekil vermiş, beilne bir beyaz kuşak sarmış idi. '' Sabah-ı şerifler
hayrolsun yiğitler ! '' deyu ünledükte, tüm yiğitler havuzlukta ayağa
fırlayarak '' Sağol, sağol, sağol ! '' diye haykırdılar. Paşanın gözü İtimad
reise takıldı, yüzünden sanki bir gri bulut geçti ...'' Sen niye ayağa
kalkmazsun bre dümenci ? '' deyu terslenecekken onun da aslında ayağa kalkmış
dikilir olduğunu fark etti. Mesele şudur ki ; ces'ur İtimad reisimiz oturdukta
veya ayağa kalktukta neredeyse aynı boyda görünüyordu.
Bunun akabinde kısa lakin duygulu bir girizgah yaptıktan
sonra İtimat reis teğnenin kumandasını Paşamıza verdiğini hörmetle beyan
ettikte, Paşamız kabul buyurdular ve İtimad beyi yine baş dümenci olarak tayin
ettiler. İtimad bey koynundan çıkardığı yağlı kağıda çizilmiş hartayı Paşaya
uzattı ; beriki haritaya şöyle bir baktı : '' Piri Reüs'ün hartasıdır. Bize
elbetekü iktiza etmez. Biz bu suları gice ve gündüzün gözümüz kapalı emnüyetle
seyredecek derecede biliriz elhamdürüllah...'' dedükte ; batılı yazar
meslektaşlarımızın '' teatral biçimde '' deyu tasvir edecekleri accuk
abartılı bir el hareketiyle mavi sulara
fırlattı. Ezbere mevki koyup, dümenci İtimad beye yeni rotayı söyledi.
İmdü hayatlarını tehlikeye atarak, kendisini kurtaran
leventlerle tek tek tanışan ; teşekkür idende bol bol iltifatlar da yağdıran
Cemalettun Kaptan Paşamız en son havuzluğun dibinde , HakanE korsanın arkasına
sinmış endişelü bir yüzle hevalara bakan Mehmed nam ademi fark eder. Keyifle
ona takılmak ister : '' Beri bak yiğidim, peküü senin adın , sıfatın nedür ? O
gübeğün, tombul yanaklarınla pek de savaşkan bir ademe
benzemezsin...Padişahımız efendimiz, bahriye nezaretimiz seni bu sefere niye
koydu ? Tanıt bakalım kendünü... ''
Beriki safran sarısı olmuş suratıyla zar zor, duyulur
duyulmaz bir sesle '' Adum Memed'dir Paşam '' dedükte anında bayılır. HakanE
adlu tabip yiğidimiz bunu bacaklarından tuttukta baş aşaağu denize sallandırır
ki ; bizimkisi ayılsın. Bu sırada İtimad reis Paşamuza bu ademi Didyma'da nassıl
dert dest eyleyüp, tedbiren tutsak aldıklarını, lakin sefer sırasında
tehlükesüz, kendü halinde bir garip adam olduğunu anladıklarını anlatır ve
ilave eder '' Yalnuz, çok konuşur bu Paşam ''.
Bu Mehmet nam adem ayuldukta Paşamız : '' Dimek senin de adın
Mehmed. Ne tuhaf, beni ihbar eden hainin de adu meğer Mehmed imiş...'' deyu
takılmak ister. Bizimkisi tekrar bayılmamah içün bin bir gayret gösterirkene :
'' Paşam efendim ; Osmanlı elinde milyonlarca Mehmed nam adem yaşar ; tesadüf
işte...Dimek içlerinden de bir hayını çıkmıştır ? '' dir.
Yolculuğun divamında Paşa bu Memed'in Kemeraltındaki Sen
Benuva nam papas okulundan mezun olduğunu öğrenince '' Aaa, ben de gençluğümde
oranın Frenk papaslarından Frenkçe dersleri almış idim...'' dir. Nedense
kendisine hep korkulu gözlerle bakan bu ademe kanı kaynamıştır ; seferin
devamında keyfi oldukça bu ademe Frenkçe laflar atar. Beriki civap verir.
Birlikte pek eğlenirler. Diğer yiğidler bunların ne konuştuğunu anlamazlar. Ben
naçiz muharrir kulunuz da Frenkçe bilmediğimden ben dahi sizlere nakledemedum.
Artıh Bu Memed nam yiğid Paşamıza geçmişte ettiği kötülüğün hesabını
ahirette virsin.
FARFARA di INFERNO az gidip uz gittikte Kefalonia nam bir
adaya varırlar ( 38.16.47K 20.40.24D ). Burada kayuğun ikmali yapılırken
leventler akşamları limandaki meyhanelere dağılır, Padişah efendimizin ihsanı
olan altunlarla bol bol yer içer, hatta çapkınlık iderler ki ; haklarıdır bize
laf düşmez. Venediğ yıllarından beri tiyatoro nam frenk gösterisine pek meraklı
olan Cemalettun Paşamız ise bu eğlencelere katılmaz ; şehir agorasında
gerisinde pek çok meşale yakılmış büyük bir bez perdenin hemen ardında kimi
adem ve hatunların temsil ettiği Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini adlı gölge oyunu
eserini temaşa eder ; çekirdek çıtlar ; pek memnun olur. Bizde böyle sanatlar niye
icra edilmez, hatun kişiler perde arkasunda sahneye niye çıhmaz ? deyu ziyadesiyle hayıflanır.
Tekrar yola çıktıkta bir müddet sonra Paşa iskelede
tarafında kalan büyük bir koyun ağzını işaretle : '' Bu mevkiye Korint dirler.
Urum elinin diplerine kadar gider. Ahdim olsun ki ; velinimetimiz Padişahımız
efendimizi ikna edebilirsem ; ucuna bir kanal açtıracağım, üzerine de bir köprü
yaptıracağım ! '' dir. (17 )
Yolculuğun geri kalan kısmı güzel hava şartlarında mükemmel
geçer. Paşamız dümen tutturduğu Halikarnasta Cücü kaptan efendiyle hasret
giderir, Baronla tanışır. Bu Cücü (veya Cüccü ) Efendi, daha önce defalarca
bahsi geçtiği gibi ; aslen Marco Polo nam yazar kişidir. Osmanlıya sığındıkta
adunu değiştirmiş ; bir yayınevi ve bir turşuhane dahi işletur idi. Döneminde
denizculuk camiasında tanınan ve takdir gören bir muharrir idi ki ; yergisi
keskin ; muhayyilesi ve anlatımı geniş idi. Hailkarnassos elinden çıkan en
büyük yazar kişi olarak adlandırılabileceğ idi ki ; daha sonra o toprahlarda
yergici şair ve neyzen Tevfik Efendi ve Halikarnassos Baluğçusu nam Cevat Şakir
adlı ulu çınarlar yetiştükte bu Cücü efendi gölgede kalmış ve unutulmuştur.
Koskoca Cemalettun Paşa ve Halikarnassoslu Cücü Efendinin Venediğ lisanıyla
konuşup ; çocuklar gibi şakalaşmaları, itişip kakışmaları, Paşamızın ikide
birde Cücü efendinin burnundan gözlüğünü, tepesinden şapkasını alması ; Liman
kenarında Sünger nam bir aşevinde yimek yedukte üç akçelik hesabı birbirlerine
yüklemeye çalışmaları , Cücü efendinin mahsus seçtiği, el kadar, kıvır kıvır
tüylü , titrek ve arsuz hanımlara
mahsus bir kucak itini ille '' sen pek seversin '' deyu Kaptan Paşamıza güye
hedaye etmeye çalışması yiğidlerimizi
pek güldürür. Cücü efendi Kaptan Paşamıza pek gururlandığı kayuğunu illa
göstermek istedüğünde Paşamız : '' Ne diye göreyim ki ben senin kayığını ? Sen
onun kıç üstüne kameriye inşa eyleyup, sarmaşık bile sardırmışsındır. Kuzu
çevirme yapmağ içün kıç üstüne kömürlü ocak koymuşsundur. Göreyim de cinlerim
tepeme mi üşüşsün ? '' dir ,reddeder. Ne de olsa bu ikisi 30 senelik dost
idiler. Böylece bolca eğlenirler idi.
Bodrumda FARFARA di INFERNO alargada yatarkene Durgut KağanE
adlı mektebinden kaçmış bir çocuk iç donuyla yüzerek tekneye gelir,
yiğidlerimizle tanışur. Bunlar da ona iltifat eyleyüp Venedikten getirdikleri
cafe latte ikram ederler. Cebune bir akçe koyanda nasihat eyleyup , şakacıktan
kulağını çeküp okuluna geri gönderirler. Bu genç ileride büyüdüğünde yerinden
az kıpraşır , çokça limanda durur ; lakin içinde zevcesiyle yaşadığı bir teğne
alur ; Marmaris hevalisine yerleşur. Dersaadet'in zehirli havasından, çamurlu
kokulu sularından kurtulur. Buralardan denizcilik hikayeleri anlatır.
Halikarnassosdan Paşamızın ve yiğidlerimizin yurda avdet
ettikleri derhal posta güvercinleri ile payitahta duyurulur. Gelişmelerden son
derece memnun olan Sultanımız Efendimiz Padişah hazretleri FARFARA di INFERNO
Ayastefanos / Yeşilköy önlerinde görüldüğü anda atlı haberciyle şehre haber
uçurulmasını ; donanmanın elinde kalan son denize açılabilir ve su yapmaz bir
kaç muharebe gemüsünden ; topları atış da yapabilen bir ikisinin seçulup ;
Sarayburnu önlerinde top atışıyla ve törenle Paşa ve yiğidlerimizin
karşılanmasını buyurur. Bu sırada Sadrazam efendimiz Venediğ elçisi
DellOrto'nun yakalanarak boğazından kasığına kadar içinin açılıp, tuzlandukta,
samanla doldurulup dikilmesine dair fermanı henüz göndermemiştir. Keyifle ol
emri yırtıp atar.Elçi efendi kıl payı canun kurtarmıştır. Ol zamanlar Dersaadet fazla eğlencesi olmayan
bir şehir olmakla ; şehzade sünnetlerini, sultan izdivaçlarını, arada bir
Sultanahmed meydanında itin, uğursuzun, kopuğun asılmalarını seyir dışında
halkımızın pek bir eğlencesi yoğidi. Bu
nedenle Dersaadet halkı bu törene pek ilgi göstermiş, ol mesut günde Sarayburnu
önlerinde yüzlerce kayuğun, karada binlerce ademin karşılama merasimine
katılacağı anlaşulmuştu. O zamanki şehir emaneti uz görülü olsaydı ; sahil
güzelce doldurulur, büyükçe bir meydan yapılur ; burada belki 100.000 meraklı
toplaşurdı. Hatta gece havai fişek gösterisi bile yapılacağı söylenmekte idü.
İşte Paşamızı tanuyup, kurtarmaya giden leventlerle de dost
olan Aali reis adlı bir adem ( onun Paşayı kurtarmaya giden gözüpek yiğidlerin
arasına niyçün dahil edilmediğini bilmiyoruz. Herhalde eksikleri varmıştı ) de
haberleri duydukta hanımına : '' Hanım biraz kuru köfte ve haşlanmış yımırta
hazırlasan ; yeşil soğan, bi kaç salatalık soyup, tuzlasan sepete koysan ; az
da meyve eklesen ; biz de kayuğumuzla Paşayı karşılamaya gitsek fena mı olur ?
'' dir. Zevcesi : '' Pek münasip olur beğim '' dedikte hazırlıklarını bir tamam
ederler.
Ertesi sabah limana gedüp, kayığı yükleyüp yola çıkmak için
halatları attukta , sudaki tonoz halatına dolanırlar. Epiy bir müşgülat
çekerler. Sonunda kurtulup yel yepelek yelken kürek Sarayburnu önünü tutarlar.
Orda demirlemiş kayık ve teğnelerin arasında demirleyip yerlerini alırlar.
Sepetlerini açıp sofralarını kurmuşlardır ki ; FARFARA di INFERNO tam arma
suları yara yara çıka gelür. Artık karadaki ademlerde , kayıklardaki insanlarda
bağırış, çağırış, tezahüratı gökleri tutar. Tam bu anda birinin adunun KAPUDANE
olduğunu bildiğimiz iki Paşa Baştardasından top atışları yapılır, karada havai
fişenkler ateşlenir. Gözbebeğimiz Kaptan Paşamız Cemalettun Efendu teğnenin
burnunda kılıncını kuşanmış heykel gibi durmakta, arada bir eliyle ahalinin
selamını almaktadır. Bu güzel sahneye dalmışken Aali reisin muhterem zevcesi
konuşur : '' Paşayı kurtarmaya pek de ufak bir kayıkla gitmişler. Bizimkisi
kadar bişey bu...Bu kadar kayık tee Venediğ ellerine gider miymiş ? Koskoca
Osmanlı gönderecek sağlam böyük bi şey bulamamış mı yani bey ? Eyi ummanda
telef olmamış bu garipler. '' Aali efendi sol elindeki haşlanmış yımırtadan bir
; sağ elindeki kuru köfteden bir ısırık alıp ; yuttuktan sonra sabırla 25 senedir
hep yapageldiği izahatı yeniden yüzüncü ; bininci kerre yapmaya başlar :''
Gözümün nuru gönlümün sultanı hanımcığım ; bunlar pek sağlam kayıklardır.
Altlarında salma denilen koca yüzgeçleri vardur ki ; içine onlarca çeki demir
ya da eritilmiş kurşun doldurulur ; bu kayuklar devrildikte hacıyatmaz gibi tekrardan dikilir, içindeki ademlere heç
bişeycikler olmaz. '' Karısı üzümünü yirken ona
'' anlat sen..'' diyen bir yan bakış atar, içünden '' hiç çocuk
oyuncağıynan denizde yüzen, can taşıyan koca gemü bir olur muymuş '' diye
düşünür, lakin bir şey dimez.
Ertesi sabah Paşa
Padişahımız efendimizin huzuruna çıkarılır. Padişahımız , sultanımız Paşaya
kahve ve kehribar çubuklu bir cigara ikram edende karşılıklı kahvelerini içip,
cigaralarını tellendirirler. Padişahımız Paşanın hikayesini bir tamam ilgiyle
dinler. Kontesin hikayesini pek dokunaklı bulur ; keşki hanım sultana haber
vereydik de, şordaki tahta kafesin ardından sizin hikayenizi o dahi duysaydı ; kimbilir kaç mendil ıslatırdı ?
der. Sonra Paşaya som altundan bir Birincu Sınıf Nişan-ı Devletu Aliyye
Osmaniyye ve beratını verir ve yine eski vazifesi olan Kaptan-ı Deryalık teklif
eder. Paşa yerinden kalkıp hürmetle padişahımızın önünde eğilir ; artık
yaşlandığını, pek yıprandığını ; kalan zamanını kontesin anısını yaşatmaya ve
bunca yıl sonra bulduğu oğluna adamak istediğini söyler ; vazifeden affını
diler. Bunu anlayışla karşılayan padişahımız efendimiz Paşaya esaslı bir
ihsanda bulunduğu gibi ; ilaveten Sarıyerde ( elbette altında bir kayıkhanesi
bulunan ) bir yalı hediye eder.
Şimdilerde milyarder bir iş ademimize ait olan bu yalının esas isminin
Cemalettun Kaptan Paşa veya Kaptanpaşa yalısı olduğunu günümüzde kimseler
bilmez, merak idip, araştırıp üğrenmez de .
Gençlüğünde hep '' bir oğlum olsa ona bir kayuk edeceğum''
diyen Paşa Cemilio'ya doğru düzgün bir teğne yapmaya karar verir. Bu kayık
helbette Cemilionun Venediğde kullandığı o sevimsiz teğneden misliyle güzel ve
yürük olacaktır. Ancak uzun zaman
kararsız kalır. Bu tekne bir triandil mi olacaktır yohsam uzak barbar
Britanyalı milletin Bristol Channel Cutterlerinden mi olmalıdır ? Sonra bu
tekne tamamen bir tenezzüh teknesi mi olmalıdır, yoh isem teğneler beylerin
zevkü sefası içün değil, aslen ağır
yükleri taşımağ için icad edildiğinden yine Britanya barbarının work boat
dediğü teknelere mi öykünen bir tasarımı olmalıdır ? Paşamız helbette doğru
karar verir ; mükemmel bir kayuk eyler.
Cemilio Kaptanzade Bahri Cemil ismini alır , her ne kadar Paşa babası ona
kuruş sarfettirmese ve artık Venediğde teyzesi ve kuzenlerince işletilen aile
mandıra ve peynirhanesinden pek güzel gelir elde etse de aylak kalmamak içün
Dersaadet'in ilk yabancı restaurantı olan
VENEDİĞLİ CEMİLYO adlı aşevini
açar, büyük teveccüh görür. O tarihe kadar
yabancı mutbahlarla pek ilgilenmeyen payitaht mensubu kibar hanımlar,
beyler ; beyzadeler ve genç hanım kızlar aşevinin salonlarını doldurur ; göz
süzüşür, gizlice mektup teati der ; yer içerler. Öyle ki bunların şık ve pırıl
pırıl faytonları ; landoları ve kupaları tüm sokağı işgal eder, yolu açmağ üzre
bağzen zaptiyenin müdahalesi gerekirdi.
İtimad Kaptan
avdetinde Dersaadet Limanlar Müdiriyyeti ve dahü Gümrük Nazırlığı katına birer
püşmanluk dilekçesu verende ; Venediğ bandralı teğnesinin gereğli işlemler ikmal
edilerek Devletu Aliyye bağlama kütüğüne
adı DANTANAĞ olarak kaydını talep ider. Artık bayrak gönderinde şanlu ay
yıldızımız dalgalanacaktır. Bunun karşuluğunda adı harç olan ve her sene üç-beş
altun zam gören yıllık haracı vermeyi kabul etmiştir. Böyledir bu işler ; vatan
sevgisi bedava olabilmez ki. Helbette bir bedeli olmalı.
Gelelim bahriye tarihimizin bu en cesurane ve önemli
kurtarma seferine ; iradesi dışında ve tutsak olarak katılmış Mehmed Efendiye.
Tabii o Dersaadete varışta paşa ve diğer leventler gibi ( her levente beşer
kese daha altın ve gümüş Kahraman-ı Osmaniyye nişanı verilmiştir ) Devletu
Aliyye tarafından onurlandırılmamıış ve kendisine ihsanda bulunulmamıştır. Yine
de gerçeklerin ortaya çıkmamasının ve bu sayede hayatta kalmasının ona verilmiş
en büyük hediye olduğunu idrak ettikte ; düzgün bir adem olarak , işinin
gücünün peşinde koşmuştur. Denizcilere hizmet aduna kazancı olmayan pek çok
gönüllü ameliyeye girişmiş ; hatta Kelemiç koyundaki bir yelkenli müsabaka
tekneleri kulübüne başgan dahi olmuştur.
Cemalettun Paşamız ;
son ve tam resmi sıfatıyla İstanbul Yeni Boğaz
cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Paşa ; çok
hakikatli bir adem olmağınan ; kendisini kurtaran leventleri, Cücü Efendiyi ;
Frenk diliyle takılmaya pek alıştığıı Mehmed efendiyi, hatta tanış olduğu Aali
efendiyi unutmamış ; SeKo Seyyah Korsan adlu bir deniz, derya, yilken ve teğne
severler dergahında yıllarca onlarla heberleşmiş, mektublar yazmış idir.
Zamanla İstanbulun gürültü ve kirliliğinden sıkılan ; gün
boyu güzel yalısının önünden geçen çirkin tur teknelerinin görüntü ve ses
kirliğinden bıkan Paşamız İyonya nam yörede ; Teos adlı sahil köyüne (
günümüzde Sığacık / Seferihisar deyu bilinir. 38° 10′ 38″ K, 26° 47′ 6″ D)
yerleşir, hayatını hikaye eden bir kitap yazmak istemektedir.
Bir akşam yemeğinden sonra sırtına hırkasını alıp ocakta
gürül gürül yanan ateşin karşısındaki çalışma masasına oturur. Kandilini yakıp
önüne bir deste parşömen kağıdı alır. Kağıdı burnuna götürüp kokusunu içine
çeker. Uzun zamandır eline almadığı mors dişinden yapılma dividini tutup, öper.
Sonra hokkaya batırıp ; önündeki kağıdın üzerine ağır ağır özenle ilk cümlesini
yazar :
'' Genç bir bahriyeli yiğüd idüm. Bir gün Venediğe tayin
oldum. Hayatım değişti...'' ( 18 )
Dirken birden ortalık mavi kuvvetli bir şerare ile
aydunlandı ; tarifi zor , alışılmadık bir vızıltı ve gürültüyle çatıdan odanın
içüne ( lakin çatıda bir delik açılmamış, hiç bir iz görülmez idi ) bir gümüşi
tuhaf silindirik alat düşmedi de , sanki
indi. Kapusu kendiliğinden açuldu . İçerudan dışarı hafif ve sıcak bir
ışık sızıyor ; bir takım minik cam
düğmeler rengarenk ışıldıyor ; güccük ,mavi şavklı pencereye benzer
kutucukların üzerinde niçebün anlaşılmaz yazı ve rakamlar akıyor, dans
ediyurdu. Paşa hiç şaşırmadan , gülümseyen bir yüzle yerinden kalktı. '' Dimeğ
ki yine vakit gelmiştir '' dedu. Üzerine bir satır yazdığı yaprağı aldu,
katlayıp mintanının cebine koydu, kandili üfleyip söndürdü. Alatın içine
girdikte turunc renkli koltuğa oturdu, beline gelen kuşağı kuşanıp, kilitledi.
Aletin kapısı kendülüğünden kapandı. Yavaşça yükselen silindir yine aynı mavi şerareleri ve tuhaf vınlamayı çıkararak,
çatuyu yine delmeden içerusundan geçti ; hızlandıkça hızlanıp deniz üzerine
doğru yükseldi ve lahzada semada kayboldu. Teos halkından bir tek adem bile bu
olayı görmedi, şahit olmadı.
----------------------------------
SON SÖZ :
İmdi sıkı durun ; şu ana kadar yazarınıza en inanmışınız
dahi ; okuduklarına inanamayacak. Kafası karışacak. Benimkisi de hayli karıştı.
Hele yayımcımız (adını vermekten imtina ediyorum ) asla anlamayacaktır ve
bendenize çemkirecektir ya , ne yapalım biz alıştık. Layıki veçhile cevabını ve
ağzunun payunu bir güzel veriruz.
Diyeceğim odur ki ; aslında paşamız günümüzden 101 sene
sonra ; 2115 yılında yaşamaktadır. Bunu da nerden uydurdun diyenlere Paşamızın
Seyyah Korsan adlı bir internet sitesine daha kısa süre evvel biri 2114 diğeri
2115 yılından gönderdiği iki mesajı delil olarak gösterebilirim. Giriniz,
bakınız. O mesajlar oarada durmaktadır. Paşa birinde 2014 yılında Yeni Istanbul
denilen berbat kente geldiğinde edindiği izlenmimlerini anlatıyordu. Diğer
makalesinde de gah zeman makinası, kah zeman maşinası kah da geleceğin makinası
deyu anduğu, bu çağda bizim aklımızın alamayacağı, bir aletle yaptığı zaman
yolculuklarını 2115 yılından, yani gelecekten bizlere naklediyordu.
Benim kıt aklımla çıkarımım odur ki ; Paşamız bu zeman
maşinasıyla bir seyahatinde de kontrol panelindeki dokunmatik ayar
ekranına eski bir tarih girmiş ve Osmanlı bahriyesine katılmış ; bu
sayede Venediğe gitmiş ve bu biyoğrafyasında anlattığımız tüm bu olaylar
olabilmiş idi. Dimek ki Paşamız başkaca pek çok geziler yapmış ve yapacak
olabilir. Belki ademoğlu ilk kütükten kayığı oyup suya attığında Paşamız orada
idi. Pek mümkindir ki MS 950 - 1000 yılları arasında mini buz çağında Viking
Kızıl Erik ile İzlandanın buzlu sularında dolaşıyordu. Belki Macellan nam
kaşifin gemüsünde navigatör idi. Kaptan Scott'un 1901 - 1904 Antartika seferi
sırasında buzlara sıkışan Discovery gemisinde de bulunmuş olabilir. İhtimaller
namütenahi. Paşamız belki ileride de bazı ipuçlarını yine zamanımıza gönderir ;
elbette başka muharrir ademler araşturup hikaye eder.
17 ) Korint kanalı. Maalesef sultan gemü yolunu 400km
kısaltan bu projenin önemini anlamaz. Bu proje Kaptan Paşamızın döneminden çok
sonra, 1880-90'larda iki Macar mühendisince gerçekleştirilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder