2 Ekim 2014 Perşembe

Cemalettun Paşa taş hapishanenin rutubetli mahzeninde zencure vurulmuş , şimdi de karadaki esaretinin ilk saatlerini geçirirken ; Cemilio çoktan Casa Familia di Capri malikanesine dönmüş, kavdan bir şişe şarap seçmiş ; annesinin aile mandıra işletmesinden gelen ala Mascarpone peynirinden (5)kestiği bir kaç dilimi  ve bir kaç salkım üzümü bir gümüş tepsiye koyarak annesinin dairesine çıkmıştı. Anne oğul  San Marco meydanına bakan balkonda oturmuşlar ; Cemilio gündüz başına gelenleri eğlenceli bir dille annesine aktardıysa da ; kontesin sıkıntılı olduğunu ve onun kendisini pek can kulağıyla dinlemediğini anlamıştı.

Asıl üzücü hadise yaklaşık bir saat sonra olacaktı .Comte di Capri meclisten eve dönüp alt salonda yenen akşam yemeği için üstünü değiştirirken kendisine '' hoşgeldiniz Kont ; gününüz nasıl geçti ? '' diyen eşine : '' Hoş bulduk Kontes, hoşbulduk. Bugün hayatımın en güzel günü...İntikam günü. Sizin de pek iyi hatırlayacağınız o Türk denizcisini ; ne denizcisi canım, korsan bozuntusunu 30 seneden fazla takip ettikten sonra en nihayet bugün elime geçirdim. Zindana attırdım. Yakında mahkemeye çıkacak ve kellesini verecek. Gecikmiş adalet sonunda yerini bulacak...''. Tıslayarak zehrini akıtan kont sırtını dönüp odadan çıkmıştı ki, ileri doğru bir adım atan kontes ağzından yavaşça çıkan bir iki anlaşılmaz sözcük söyledi.Elini kalbinin üzerine götürdü ve olduğu yere yığıldı.
Cemalettun Kaptan Paşa zindanın soğuğu, kokusu ve rutubeti , içine düştüğü durumun vehameti nedeniyle uyuyabilecek durumda değildi. Zihni bir saniye durmuyor ; endişeler, anılar, olaylar, umutsuz kurtuluş planları birbirini kovalıyordu.

Bir ara daldı, içi geçer gibi oldu. Tekrar kendine geldiğinde bir kaç gün evvel gemisinde oturup kitabı üzerinde çalıştığı gece düşündükleri aklına geldi. Hatıraları onu bıraktığı yerden yakaladı...

Evet, en güzel yaşlarında irade-i şahane ve bahariye nezareti emriyle Venediğe gelmiş ; pek gösterişli olan bahriyenin Casa il Navale Turchi adıyla tanınan evine yerleşmiş ; İtalyanca, Venedikçe, Lingua Franca öğrenmeye başlamış ; şehir kütüphanelerindeki tüm elyazması bahriye kitaplarını ve el çizimi bahriye hartalarını okumaya, notlar almaya, çizimleri kopyalamaya başlamıştı. Artık küçük yaşta eline aldığı ilk tahta oyuncak kayığından mı ; Enderunda aldığı kimi mühendislik derslerinden midir bilinmez ; gemi inşaiyesi ve tarihine büyük ilgi duymakta, henüz pek genç olmanın verdiği helecan ve toylukla ; ille yazmak istediği : '' NUH PEYGAMBERDEN GÜNÜMÜZE...BİL'UMUM KITALARIN ve UMMANLARIN İNŞA EYLENMİŞ TÜM GAYIK ve TEĞNELERİN  BOL SURETLİ ANSİKLOPEDYASI '' (6) adlı ( kitabın isminin pek beceriksizce ve okurcuyu cezbetmeyeck tarzda seçilmiş olması tabii ki genç  Cemalettin'in tecrübesizliğindendi. Ama kitap bitseydi tüm dünya denizcileri için bir temel eser olabilecekti ) çalışması için bilgi ve belge toplamaktaydı.

Lakin paşamız kendini salt ilim ve irfan öğrenmeye vakfetmemiş ; aldığı eyi Enderun eğitimi, doğup büyüdüğü payitahtta yaşayan kırkbirbuçuk milletin her türlü hal ve hareketine, adetlerine alışık olması , göz alıcı Osmanlı bahriye kıyafetleri sayesinde , diyelim ki bir parça da şaraba olan düşkünlüğü nedeniyle ; Venedik sosyete ve eğlence dünyasına kolay intibak etmiş, eh ne yalan söyliyelim, epey de hüsnü kabul görmüştü.

İşte bu dönemde önce Marco Polo nam atmasyoncu yazarla ; İstanbulda kalmış olan  hemşiresine fistanlık kumaş, kurdelaa , Çin ipeği almak üzere girdiği bir dükkanda , ilk ve ebedi aşkı Kontes di Marghera - Mascarpone  ile tanışıp, ahbap olmuş, zamanla pek çok bilim ademi ; hartacı, astronom , Devleti Aliyye topraklarında bilinmeyen tiyatoro adlı arsız sahne gösterileri artistleri ve yaşıtı genç Venedikli aristokratla arkadaş olup ;pekala  meyhane meyhane de gezer olmuştu. Oh pek de ala !

Saymakla bitiremeyeceğimiz arkadaşları arasında esrarengiz de bir adem kişi türemişti. Aslen Türk olan ve Devleti Aliyyei Osmaniyye'nin Galatalı Bankerleri adına çalışan bu kişi ilk bakışta kısa da görünse, Frenk'in metro nam cetvelu ile ölçüldüğünde bir metro yetmiş santimden fazla gelir ; zayıf lakin çok sinirli , gergincene , pek yaşını göstermez, kara saçlı bir adamdı. Sık sık Venedik, Cineviz, Marsilya nam Frenk limanlarını dolaşır , bankası adına iş yaptıkları frenklerle muhasebe ve defter kayut mutabakatları yapar idi. Payitahtta  Kocagillerden  İtimad Efendi olarak bilinirse de ; hangi niyetle bilinmez, ol signor Rum elinde kendine Güvelotti di Tantanella ismini almıştır (7).

Aslında salt bu tuhaf misal bile kurmay subaylık eğitimi almış, zeki Cemalettun Efendinin bu kişiden, kendi ümmetinden dahi olsa, uzak durmasına neden olmalıydı. Aaah ama işte gençlik...Beraber içilen içkiler ; yapılan gezintiler, Güvelotti beyin Venediğ limanında bağlı duran '' FARFARA di INFERNO ''  (8)  tantanalı isimli lüks tenezzüh ve yarış kayığıyla katıldıkları müsabakalar genç deniz subayımızın gözünü boyamış, ona güvenmesine ve has dostu diye bilmesine yetmişti.  

Cemalettun Kaptan Paşanın beyninde anılar kopuk kopuk oradan oraya sıçrıyordu. Birden yine tek ve ebedi aşkı  Clara  Contessa di Marghera - Mascarpone'yi düşünmeye başladı. Kontesle her türlü tehlikeye rağmen, yakınlaşmışlar ; birbirlerini sevmişler, sevişmişler, karşılıklı bağlılık yeminleri etmişlerdi. İkisi de kontesin nişanlısı Comte di Capri'nin neler yapabileceğinin pekala farkındaydılar. Genç Cemalettun Efendi elbette bir gün yurduna geri dönmesi gerekeceğini biliyordu. Ama buna daha vakit vardı ; elbette iki gönül bir olunca bir çaresi bulunacaktı.
Her şey birden bire oluverdi. Bir gecede. Hatta bir kaç dakikada...Cemalettun ve dostu Marco Polo yine bir meyhanede bol şarap eşliğinde birbirlerine çeşitli aslı astarı olmayan hikayeler anlatır, şakalaşır ve didişirken ( Cemalettun yine Marco'nun Flemenk ellerinden gelmiş gözlüğünü gözünden çekip almış vermiyor ; beriki de etrafa boş boş bakarak '' Bak hele kolağası efendi , aleyhine üç tek satır yazarım , bir daha cihanda tek bür deniz ademi yüzüne bakmaz senin...'' diye tehditler savuruyordu. Bildiğin denizci geyik muhabbeti yani ey okurcu...Asırlar geçse, değişmez ! Derken paldır küldür meyhanenin ağır tahta kapısı dibine kadar açıldı ; içeri giren üç Türk denizci leventten önde olanı '' Cemalettun Efendi ; sana padişahımız fermanı vardır. Açasın, okuyasın '' deyu ünledi. . Koynundan çıkardığı mühürlü fermanı Cemalettun'a uzattı.

13 Cemaziyelevvel 1354 tarihli ; Sultan efendimizin mührü ve imzasını taşıyan fermanda şunlar yazıyordu :
'' Cemalettun Efendi, irademi okur okumaz eşyanı toplayıp tiz sana bu mektubumu getiren leventlerin teğnesi ile yola çıkasın. Yolda ve denizde bir lahza bile vakit kaybetmeden gece gündüz seyirle Dersaadet'e vasıl olmakla, Haliçde yatmakta olan ince donanmanın komutanlığını devr alacaksın.
Vesselam."
YENİ Devleti Aliyyei Osmaniyye Padişahı
İmza / mühür

Tafsilat isterseniz ; padişahımız efendimiz bir öfke anında Ege ve Akdeniz ince donanması Kaptanpaşasını rüşvet almaktan dolayı idam ettirmiş  ( ki kendisi aslen padişahımızın at bakıcısı idi ) ; yerine gelebilecek olanlardan Rükneddun efendi amiral olmakla birlikte yine aslen sur dışı bostanları umum bahçevanbaşısı ; bir diğer rakibi Seyfullah paşa da padişahımızın potincibaşılığından 5.000 altunla makam satın alarak donanmaya girmiş idi. Başı sıkışan devletlunun son çare olarak Cemalettun Efendiye sarılması hem bahriyemiz , hem devletumuz için hayırlı bir iş olmuştu.

Devlet için eyu olan ; tebası için eyu olmayabilir.

İşte bu emirle sevgilisine, dostlarına ; hiç kimseye veda dahi edemeyen Cemalettun efendi ; evin ortasında taş gibi dikilen 3 leventin ifadesiz bakışları arasında üç parça özel eşyasını, kitaplarını, hartalarını, çizimlerini topladı bir çıkına doldurdu. Usturlab'ını, puslasını, pergel ve cedvelini de koltuğunun altına sıkıştırdı. Kapıdan çıkarken bir zarf ve kağıt aldı ; mintanının cebinden çıkardığı beyaz ipek mendilinin bir ucunu yaktı...Sonra mektubuna başladı :

'' Sevgilim, bir tanem Kontesim. Siz bu mektubumu o güzel ellerinizde tutarken ben padişah efendimizin emriyle denizlerde , millerce uzakta olacağım. Eğer beni sevdiğiniz gerçekse ve kavuşmamızı istiyorsanız ; mektubumun yanındaki mendili o güzel dudaklarınızla bir kez öpünüz ; sonra sinenize bastırınız. Güzel kokunuz sonsuza dek mendilime işleyecektir. Bu mendili Venediğ elçiliği özel ulağıyla bana Dersaadet'e gönderiniz. Haberinizi alır almaz içinde şanınıza layık düğün hediyeleri taşıyan üç parça barca gönderip ; törenle sizi Venediğden aldıracağım. '' 

Aceleyle zarfın üzerine kontesin adını yazar, (ucu yanık ) ipek mendiliyle mektubu içine koyar, dikkatle zarfı yapıştırır. Şimdi iş laf anlamaz görünüşlü leventleri kontesin evinin önünden geçmeye ikna etmektedir. O leventleri bir yana götürmeye çalışırken, üç yağız levent Cemalettun efendiyi limana, kayığa doğru sürüklemektedirler. Bağrış, çağırış, tehdit, yalvarma kar etmezken ; birden uzaktan karanlıkların içinden biri çıkar ; aman...şu talihe bak ; can dostlarından Güvelotti di Tantanella veyahut da diğer ismiyle Kocagillerin İtimad Efendi. Siz dilediğiniz gibi çağırın.
Cemalettun Efendi heyecanla , dört nala kalkmış bir tay gibi hızla konuşur :

'' Dostum, kardeşim İtimad Efendi , has karındaşım Güvelotti Senyor. Ben payitahta dönüyorum. İstirham eder, size yalvarırım ; şu mektubumu ne yapın edin ; Kontes di Marghera - Mascarpone'ye bir salise gecikmeden hemen bu gece iletiniz. Rabbim sizi korusun, tuttuğunuzu altun eylesin. Elveda muhterem...''

Bu kısa karşılaşmadan sora Güvelotti di Tantanella şehir merkezine ; dört denizcimiz de limandaki Osmanlı kayığına doğru uzaklaşırlar. 
Zindanda vakit gece yarısını çoktan geçmişken Cemalettin Kaptan Paşanın aklı yine biraz karışır...Peki ; hadisat böyle gelişmiştir ama ; niye sevdiceği, ciğerparesi Kontes onun mektubuna cevap vermemiş ; mendilini göndermemiştir ? O zalim kontun baskılarına   dayanamayıp, onunla zoraki bir izdivaç mı yapmıştır ? Yoksa...ahh, çürüyen yüreğim ; yoksa beni, biricik Cemilotti Pasha'sını aslında hiç sevmemiş, sadece gönül mü eğlendirmiştir ?

Bahtsız paşamız soğuk zindanda bu düşüncelerle kahrolurken ey okurcu ; maalesef onun bilmediği bir çok şeyi ben bilmekteyim. Bilmem de pek doğal ; ben yazıyorum ya...

Paşamızın tüm hayatını berbat eden olaylar ( bu hadisat 30 yıl önce olmuş, aklımda kaldığı kadar, hatırladığım kadar yazıyorum...Doğru da olmayabilir ) şöyle gelişir. Zaten angarya işlerden, salyalı sümüklü aşk meşk ilişkilerinden pek hazzetmeyen bir kişiliğe sahip olan Güvelotti efendi hem yürür hem kendi kendine söylenir : '' Adam sen de ; şu kitap kurdu Paşa adayı tıfıl oğlanın bana ettiği  işe bak...Yavuklusuna tiz mektup götürecekmişim...Bunun içinde de bir şeyler var yahu, sadece mektup değil. Ne var ki acaba ? Yağmur da bastırıyor, önce şurda Alfredo'nun meyhanesine bi uğrayayım, iki tek atar  ısınırım. Hem belki bir iki tanıdığa rastlarım. Acelen ne be acul Cemalettun efendi ? Çıkışta varır mektubunu kontesin kapısına bırakırım...''

Alfredonun meyhanesinden içeri girip ilerleyen Güvelotti efendi gözü loş ışığa alışamadan, yankılanan gür bir sesle irkilir : '' Signor Güvelotti, masamıza buyurmaz mıydınız prego ? '' Sesin sahibi çirkin, ahlaksız , kötü Kont di Capridir. Senatodan bir kaç asil senatörle masaya oturmuş hem içmekte , hem barbut atmaktadırlar. Güvelotti Beyin aklına derhal Kontla bağlanacak bir kaç yüz bin guldenlik bir kredi anlaşmasının Dersaadetteki patronunun ne kadar hoşuna gideceği, kendisinin ne kadar yükselebileceği, gelir ve akçesinin ne kadar artabileceği gelir. Eline içkisini alıp cebinde olan pek de azımsanmayacak bir miktarla barbut oyununa katılır. Aksi gibi o öğlen taam da eylememiştir, şarap midesini ekşitmekte, hafifçe başını döndürmektedir. Oyun oynar ve Kont'a karşı gerektiğinde hile yaparak, bilinçli kaybederken bir taraftan bir kredi anlaşmasının zeminini hazırlamaktadır. Lakin kont kendini senatörleri ve Güvelotti Beyi ütmeye kaptırmış ; kendisi için hiç bir şey ifade etmeyen lakin masadaki diğer beyler için mütevazi bir servet sayılacak paradan başka bir şey düşünmemektedir. Güvelotti bey bir kaç kadeh ve cebindeki tüm parayı kaybedince ( kayıbın önemi yoktur ; tüm zararı ''müşteri ağırlama ; ikram ve tanıtım giderleri '' kalemine atıp, patronundan yine tahsil edecektir ) şansını bir başka zaman denemesi gerektiğini anlar, kredi işi başka bir bahara kalmıştır.
İzin isteyerek kalkar, kalkarken hafifçe sendeler , paltosunun cebinden bir zarf masanın altına doğru düşer. Hınzır, namussuz Kont zarfın üzerinde hat kalemi, çini mürekkebi ve inci gibi bir yazıyla Kontesin adının yazılı olduğunu görür, şimşek gibi sol ayağını zarfın üzerine basar ; zarfı düşürdüğünün farkında bile olmayan Güvelotti bey kontun gelmişine geçmişine kendi kendine Osmanlıca , Venedigce ve İtalyanca söverek dışarı çıkar. Bir müddet gider ; birden Contessa di Marghera - Mascarpone'nin evinin önüne geldiğini fark eder. '' Ha, ülen şu peynirci hatunun evinin önüne gelmişiz yahu...Bari bizim şapşal oğlanın namesini kapıdan bırakayım...'' der. Elini redingot'unun üst sol, alt sağ, sonra üst sağ , alt sol ceplerine atar. Sonra göğüs cebini yoklar. Orada kendi boş para kesesinden gayri bir şey yoktur.
'' Kanala düşürdük hele galiba enayi oğlanın mektubunu ; he ? '' der , omuz silker.Islıkla yanık bir memleket türküsü tutturarak yağmurlu ve soğuk Venedik gecesinde kaldığı evin yolunu tutar. Kafayı vurup, huzur içinde uyur ve ömrü boyunca bir daha mektubu filan hatırlamaz.

DAHİ DİVAM EDE. BAKALIM DAHA NELER OLA ?

 5 )Kontesin babası ;  aslen  korsan olan dede Comte  di Marghera önce yağma, ganimet ve fidyeden, daha sonra intisap ettiği Venedik donanmasında amirallikle hatırlı sayılır bir servet edinmişti. Düka di Venezya'nın ayaklarının dibine esaslı bir miktar İspanyol altunu dökerek  de asalet ünvanını satın almıştı. Lakin kurnaz bir adam olduğundan yatırım için geniş araziler almış, bir mandıra ve peynirhane kurmuş, ailenin adına ürettikleri peynirden gelen  Mascarpone ismi de ilave edilmişti. Böylelikle 16 yy. ortasından itibaern ailenin ünvanı di Marghera - Mascarpone olmuştur. Bakınız : TÜM ITALYAN ASİLLERİ SOYAĞACI KİTABI : Dr. historicum  Gianfranco Ferre Domani .1992 Roma. III. Baskı.

6 ) Söz konusu pek bir uzunca isimli kitap sadece ( Rabbime şükür ! ) tahta tekneleri içerür idü. Ol tarihlerde demirden kılınç ve zırh yapılır ; gemü edilmez idü. Laylon ve beton henüz bulunmamıştı. Ne mutlu ona ki ; Cemalettun Kaptan Paşamız yaşam döneminde tuhaf malzemelerden imal edilmiş tek bir teğne dahi görmemiştir. 

7 ) Bakınız : Halikarnassoslu Cücü Kaptan Efendi . VENEDİĞ ELLERİNDE GEÇEN GENÇLİĞİM ve dahi HATIRATIM. 127. Sayfa.34. satır  '' O tarihte gece alemlerimize ve teğne gezilerimize katılır bir tuhaf kısaca boylu  Türk adem kişi var idi ki ; kendine Güvelotti di Tantanella ismini vermişti. Artık ne akla hizmetse ? ''

8 ) Farfara di İnferno isminin Osmanlıcadaki tam karşılığını bilemiyoruz. '' Cehennemin tantanası, patırtısı '' anlamına gelmesi muhtemeldir. Yazarın notu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder