Cemalettun Paşa taş hapishanenin rutubetli mahzeninde
zencure vurulmuş , şimdi de karadaki esaretinin ilk saatlerini geçirirken ;
Cemilio çoktan Casa Familia di Capri malikanesine dönmüş, kavdan bir şişe şarap
seçmiş ; annesinin aile mandıra işletmesinden gelen ala Mascarpone peynirinden
(5)kestiği bir kaç dilimi ve bir kaç
salkım üzümü bir gümüş tepsiye koyarak annesinin dairesine çıkmıştı. Anne oğul San Marco meydanına bakan balkonda oturmuşlar
; Cemilio gündüz başına gelenleri eğlenceli bir dille annesine aktardıysa da ;
kontesin sıkıntılı olduğunu ve onun kendisini pek can kulağıyla dinlemediğini
anlamıştı.
Asıl üzücü hadise yaklaşık bir saat sonra olacaktı .Comte di
Capri meclisten eve dönüp alt salonda yenen akşam yemeği için üstünü
değiştirirken kendisine '' hoşgeldiniz Kont ; gününüz nasıl geçti ? '' diyen
eşine : '' Hoş bulduk Kontes, hoşbulduk. Bugün hayatımın en güzel
günü...İntikam günü. Sizin de pek iyi hatırlayacağınız o Türk denizcisini ; ne
denizcisi canım, korsan bozuntusunu 30 seneden fazla takip ettikten sonra en
nihayet bugün elime geçirdim. Zindana attırdım. Yakında mahkemeye çıkacak ve
kellesini verecek. Gecikmiş adalet sonunda yerini bulacak...''. Tıslayarak
zehrini akıtan kont sırtını dönüp odadan çıkmıştı ki, ileri doğru bir adım atan
kontes ağzından yavaşça çıkan bir iki anlaşılmaz sözcük söyledi.Elini kalbinin
üzerine götürdü ve olduğu yere yığıldı.
Cemalettun Kaptan Paşa zindanın soğuğu, kokusu ve rutubeti ,
içine düştüğü durumun vehameti nedeniyle uyuyabilecek durumda değildi. Zihni
bir saniye durmuyor ; endişeler, anılar, olaylar, umutsuz kurtuluş planları
birbirini kovalıyordu.
Bir ara daldı, içi geçer gibi oldu. Tekrar kendine
geldiğinde bir kaç gün evvel gemisinde oturup kitabı üzerinde çalıştığı gece
düşündükleri aklına geldi. Hatıraları onu bıraktığı yerden yakaladı...
Evet, en güzel yaşlarında irade-i şahane ve bahariye
nezareti emriyle Venediğe gelmiş ; pek gösterişli olan bahriyenin Casa il
Navale Turchi adıyla tanınan evine yerleşmiş ; İtalyanca, Venedikçe, Lingua
Franca öğrenmeye başlamış ; şehir kütüphanelerindeki tüm elyazması bahriye
kitaplarını ve el çizimi bahriye hartalarını okumaya, notlar almaya, çizimleri
kopyalamaya başlamıştı. Artık küçük yaşta eline aldığı ilk tahta oyuncak
kayığından mı ; Enderunda aldığı kimi mühendislik derslerinden midir bilinmez ;
gemi inşaiyesi ve tarihine büyük ilgi duymakta, henüz pek genç olmanın verdiği
helecan ve toylukla ; ille yazmak istediği : '' NUH PEYGAMBERDEN GÜNÜMÜZE...BİL'UMUM
KITALARIN ve UMMANLARIN İNŞA EYLENMİŞ TÜM GAYIK ve TEĞNELERİN BOL SURETLİ ANSİKLOPEDYASI '' (6) adlı (
kitabın isminin pek beceriksizce ve okurcuyu cezbetmeyeck tarzda seçilmiş
olması tabii ki genç Cemalettin'in
tecrübesizliğindendi. Ama kitap bitseydi tüm dünya denizcileri için bir temel
eser olabilecekti ) çalışması için bilgi ve belge toplamaktaydı.
Lakin paşamız kendini salt ilim ve irfan öğrenmeye
vakfetmemiş ; aldığı eyi Enderun eğitimi, doğup büyüdüğü payitahtta yaşayan kırkbirbuçuk
milletin her türlü hal ve hareketine, adetlerine alışık olması , göz alıcı
Osmanlı bahriye kıyafetleri sayesinde , diyelim ki bir parça da şaraba olan
düşkünlüğü nedeniyle ; Venedik sosyete ve eğlence dünyasına kolay intibak
etmiş, eh ne yalan söyliyelim, epey de hüsnü kabul görmüştü.
İşte bu dönemde önce Marco Polo nam atmasyoncu yazarla ;
İstanbulda kalmış olan hemşiresine
fistanlık kumaş, kurdelaa , Çin ipeği almak üzere girdiği bir dükkanda , ilk ve
ebedi aşkı Kontes di Marghera - Mascarpone
ile tanışıp, ahbap olmuş, zamanla pek çok bilim ademi ; hartacı,
astronom , Devleti Aliyye topraklarında bilinmeyen tiyatoro adlı arsız sahne
gösterileri artistleri ve yaşıtı genç Venedikli aristokratla arkadaş olup
;pekala meyhane meyhane de gezer olmuştu.
Oh pek de ala !
Saymakla bitiremeyeceğimiz arkadaşları arasında esrarengiz
de bir adem kişi türemişti. Aslen Türk olan ve Devleti Aliyyei Osmaniyye'nin
Galatalı Bankerleri adına çalışan bu kişi ilk bakışta kısa da görünse, Frenk'in
metro nam cetvelu ile ölçüldüğünde bir metro yetmiş santimden fazla gelir ;
zayıf lakin çok sinirli , gergincene , pek yaşını göstermez, kara saçlı bir
adamdı. Sık sık Venedik, Cineviz, Marsilya nam Frenk limanlarını dolaşır ,
bankası adına iş yaptıkları frenklerle muhasebe ve defter kayut mutabakatları
yapar idi. Payitahtta Kocagillerden İtimad Efendi olarak bilinirse de ; hangi
niyetle bilinmez, ol signor Rum elinde kendine Güvelotti di Tantanella ismini
almıştır (7).
Aslında salt bu tuhaf misal bile kurmay subaylık eğitimi
almış, zeki Cemalettun Efendinin bu kişiden, kendi ümmetinden dahi olsa, uzak
durmasına neden olmalıydı. Aaah ama işte gençlik...Beraber içilen içkiler ;
yapılan gezintiler, Güvelotti beyin Venediğ limanında bağlı duran '' FARFARA di
INFERNO '' (8) tantanalı isimli lüks tenezzüh ve yarış
kayığıyla katıldıkları müsabakalar genç deniz subayımızın gözünü boyamış, ona
güvenmesine ve has dostu diye bilmesine yetmişti.
Cemalettun Kaptan Paşanın beyninde anılar kopuk kopuk oradan
oraya sıçrıyordu. Birden yine tek ve ebedi aşkı
Clara Contessa di Marghera -
Mascarpone'yi düşünmeye başladı. Kontesle her türlü tehlikeye rağmen,
yakınlaşmışlar ; birbirlerini sevmişler, sevişmişler, karşılıklı bağlılık
yeminleri etmişlerdi. İkisi de kontesin nişanlısı Comte di Capri'nin neler
yapabileceğinin pekala farkındaydılar. Genç Cemalettun Efendi elbette bir gün
yurduna geri dönmesi gerekeceğini biliyordu. Ama buna daha vakit vardı ;
elbette iki gönül bir olunca bir çaresi bulunacaktı.
Her şey birden bire oluverdi. Bir gecede. Hatta bir kaç
dakikada...Cemalettun ve dostu Marco Polo yine bir meyhanede bol şarap
eşliğinde birbirlerine çeşitli aslı astarı olmayan hikayeler anlatır, şakalaşır
ve didişirken ( Cemalettun yine Marco'nun Flemenk ellerinden gelmiş gözlüğünü
gözünden çekip almış vermiyor ; beriki de etrafa boş boş bakarak '' Bak hele
kolağası efendi , aleyhine üç tek satır yazarım , bir daha cihanda tek bür
deniz ademi yüzüne bakmaz senin...'' diye tehditler savuruyordu. Bildiğin
denizci geyik muhabbeti yani ey okurcu...Asırlar geçse, değişmez ! Derken
paldır küldür meyhanenin ağır tahta kapısı dibine kadar açıldı ; içeri giren üç
Türk denizci leventten önde olanı '' Cemalettun Efendi ; sana padişahımız
fermanı vardır. Açasın, okuyasın '' deyu ünledi. . Koynundan çıkardığı mühürlü
fermanı Cemalettun'a uzattı.
13 Cemaziyelevvel 1354 tarihli ; Sultan efendimizin mührü ve
imzasını taşıyan fermanda şunlar yazıyordu :
'' Cemalettun Efendi, irademi okur okumaz eşyanı toplayıp
tiz sana bu mektubumu getiren leventlerin teğnesi ile yola çıkasın. Yolda ve
denizde bir lahza bile vakit kaybetmeden gece gündüz seyirle Dersaadet'e vasıl
olmakla, Haliçde yatmakta olan ince donanmanın komutanlığını devr alacaksın.
Vesselam."
YENİ Devleti Aliyyei Osmaniyye Padişahı
İmza / mühür
Tafsilat isterseniz ; padişahımız efendimiz bir öfke anında
Ege ve Akdeniz ince donanması Kaptanpaşasını rüşvet almaktan dolayı idam
ettirmiş ( ki kendisi aslen
padişahımızın at bakıcısı idi ) ; yerine gelebilecek olanlardan Rükneddun
efendi amiral olmakla birlikte yine aslen sur dışı bostanları umum
bahçevanbaşısı ; bir diğer rakibi Seyfullah paşa da padişahımızın
potincibaşılığından 5.000 altunla makam satın alarak donanmaya girmiş idi. Başı
sıkışan devletlunun son çare olarak Cemalettun Efendiye sarılması hem
bahriyemiz , hem devletumuz için hayırlı bir iş olmuştu.
Devlet için eyu olan ; tebası için eyu olmayabilir.
İşte bu emirle sevgilisine, dostlarına ; hiç kimseye veda
dahi edemeyen Cemalettun efendi ; evin ortasında taş gibi dikilen 3 leventin
ifadesiz bakışları arasında üç parça özel eşyasını, kitaplarını, hartalarını,
çizimlerini topladı bir çıkına doldurdu. Usturlab'ını, puslasını, pergel ve
cedvelini de koltuğunun altına sıkıştırdı. Kapıdan çıkarken bir zarf ve kağıt
aldı ; mintanının cebinden çıkardığı beyaz ipek mendilinin bir ucunu
yaktı...Sonra mektubuna başladı :
'' Sevgilim, bir tanem Kontesim. Siz bu mektubumu o güzel
ellerinizde tutarken ben padişah efendimizin emriyle denizlerde , millerce
uzakta olacağım. Eğer beni sevdiğiniz gerçekse ve kavuşmamızı istiyorsanız ;
mektubumun yanındaki mendili o güzel dudaklarınızla bir kez öpünüz ; sonra
sinenize bastırınız. Güzel kokunuz sonsuza dek mendilime işleyecektir. Bu
mendili Venediğ elçiliği özel ulağıyla bana Dersaadet'e gönderiniz. Haberinizi
alır almaz içinde şanınıza layık düğün hediyeleri taşıyan üç parça barca
gönderip ; törenle sizi Venediğden aldıracağım. ''
Aceleyle zarfın üzerine kontesin adını yazar, (ucu yanık )
ipek mendiliyle mektubu içine koyar, dikkatle zarfı yapıştırır. Şimdi iş laf
anlamaz görünüşlü leventleri kontesin evinin önünden geçmeye ikna etmektedir. O
leventleri bir yana götürmeye çalışırken, üç yağız levent Cemalettun efendiyi
limana, kayığa doğru sürüklemektedirler. Bağrış, çağırış, tehdit, yalvarma kar
etmezken ; birden uzaktan karanlıkların içinden biri çıkar ; aman...şu talihe
bak ; can dostlarından Güvelotti di Tantanella veyahut da diğer ismiyle
Kocagillerin İtimad Efendi. Siz dilediğiniz gibi çağırın.
Cemalettun Efendi heyecanla , dört nala kalkmış bir tay gibi
hızla konuşur :
'' Dostum, kardeşim İtimad Efendi , has karındaşım Güvelotti
Senyor. Ben payitahta dönüyorum. İstirham eder, size yalvarırım ; şu mektubumu
ne yapın edin ; Kontes di Marghera - Mascarpone'ye bir salise gecikmeden hemen
bu gece iletiniz. Rabbim sizi korusun, tuttuğunuzu altun eylesin. Elveda
muhterem...''
Bu kısa karşılaşmadan sora Güvelotti di Tantanella şehir
merkezine ; dört denizcimiz de limandaki Osmanlı kayığına doğru
uzaklaşırlar.
Zindanda vakit gece yarısını çoktan geçmişken Cemalettin
Kaptan Paşanın aklı yine biraz karışır...Peki ; hadisat böyle gelişmiştir ama ;
niye sevdiceği, ciğerparesi Kontes onun mektubuna cevap vermemiş ; mendilini
göndermemiştir ? O zalim kontun baskılarına
dayanamayıp, onunla zoraki bir izdivaç mı yapmıştır ? Yoksa...ahh,
çürüyen yüreğim ; yoksa beni, biricik Cemilotti Pasha'sını aslında hiç
sevmemiş, sadece gönül mü eğlendirmiştir ?
Bahtsız paşamız soğuk zindanda bu düşüncelerle kahrolurken
ey okurcu ; maalesef onun bilmediği bir çok şeyi ben bilmekteyim. Bilmem de pek
doğal ; ben yazıyorum ya...
Paşamızın tüm hayatını berbat eden olaylar ( bu hadisat 30
yıl önce olmuş, aklımda kaldığı kadar, hatırladığım kadar yazıyorum...Doğru da
olmayabilir ) şöyle gelişir. Zaten angarya işlerden, salyalı sümüklü aşk meşk
ilişkilerinden pek hazzetmeyen bir kişiliğe sahip olan Güvelotti efendi hem
yürür hem kendi kendine söylenir : '' Adam sen de ; şu kitap kurdu Paşa adayı
tıfıl oğlanın bana ettiği işe
bak...Yavuklusuna tiz mektup götürecekmişim...Bunun içinde de bir şeyler var yahu,
sadece mektup değil. Ne var ki acaba ? Yağmur da bastırıyor, önce şurda
Alfredo'nun meyhanesine bi uğrayayım, iki tek atar ısınırım. Hem belki bir iki tanıdığa
rastlarım. Acelen ne be acul Cemalettun efendi ? Çıkışta varır mektubunu
kontesin kapısına bırakırım...''
Alfredonun meyhanesinden içeri girip ilerleyen Güvelotti
efendi gözü loş ışığa alışamadan, yankılanan gür bir sesle irkilir : '' Signor
Güvelotti, masamıza buyurmaz mıydınız prego ? '' Sesin sahibi çirkin, ahlaksız
, kötü Kont di Capridir. Senatodan bir kaç asil senatörle masaya oturmuş hem
içmekte , hem barbut atmaktadırlar. Güvelotti Beyin aklına derhal Kontla
bağlanacak bir kaç yüz bin guldenlik bir kredi anlaşmasının Dersaadetteki
patronunun ne kadar hoşuna gideceği, kendisinin ne kadar yükselebileceği, gelir
ve akçesinin ne kadar artabileceği gelir. Eline içkisini alıp cebinde olan pek
de azımsanmayacak bir miktarla barbut oyununa katılır. Aksi gibi o öğlen taam
da eylememiştir, şarap midesini ekşitmekte, hafifçe başını döndürmektedir. Oyun
oynar ve Kont'a karşı gerektiğinde hile yaparak, bilinçli kaybederken bir
taraftan bir kredi anlaşmasının zeminini hazırlamaktadır. Lakin kont kendini
senatörleri ve Güvelotti Beyi ütmeye kaptırmış ; kendisi için hiç bir şey ifade
etmeyen lakin masadaki diğer beyler için mütevazi bir servet sayılacak paradan
başka bir şey düşünmemektedir. Güvelotti bey bir kaç kadeh ve cebindeki tüm
parayı kaybedince ( kayıbın önemi yoktur ; tüm zararı ''müşteri ağırlama ;
ikram ve tanıtım giderleri '' kalemine atıp, patronundan yine tahsil edecektir
) şansını bir başka zaman denemesi gerektiğini anlar, kredi işi başka bir
bahara kalmıştır.
İzin isteyerek kalkar, kalkarken hafifçe sendeler ,
paltosunun cebinden bir zarf masanın altına doğru düşer. Hınzır, namussuz Kont
zarfın üzerinde hat kalemi, çini mürekkebi ve inci gibi bir yazıyla Kontesin
adının yazılı olduğunu görür, şimşek gibi sol ayağını zarfın üzerine basar ;
zarfı düşürdüğünün farkında bile olmayan Güvelotti bey kontun gelmişine
geçmişine kendi kendine Osmanlıca , Venedigce ve İtalyanca söverek dışarı
çıkar. Bir müddet gider ; birden Contessa di Marghera - Mascarpone'nin evinin
önüne geldiğini fark eder. '' Ha, ülen şu peynirci hatunun evinin önüne
gelmişiz yahu...Bari bizim şapşal oğlanın namesini kapıdan bırakayım...'' der.
Elini redingot'unun üst sol, alt sağ, sonra üst sağ , alt sol ceplerine atar.
Sonra göğüs cebini yoklar. Orada kendi boş para kesesinden gayri bir şey
yoktur.
'' Kanala düşürdük hele galiba enayi oğlanın mektubunu ; he
? '' der , omuz silker.Islıkla yanık bir memleket türküsü tutturarak yağmurlu
ve soğuk Venedik gecesinde kaldığı evin yolunu tutar. Kafayı vurup, huzur
içinde uyur ve ömrü boyunca bir daha mektubu filan hatırlamaz.
DAHİ DİVAM EDE. BAKALIM DAHA NELER OLA ?
5 )Kontesin babası
; aslen
korsan olan dede Comte di
Marghera önce yağma, ganimet ve fidyeden, daha sonra intisap ettiği Venedik
donanmasında amirallikle hatırlı sayılır bir servet edinmişti. Düka di
Venezya'nın ayaklarının dibine esaslı bir miktar İspanyol altunu dökerek de asalet ünvanını satın almıştı. Lakin
kurnaz bir adam olduğundan yatırım için geniş araziler almış, bir mandıra ve
peynirhane kurmuş, ailenin adına ürettikleri peynirden gelen Mascarpone ismi de ilave edilmişti.
Böylelikle 16 yy. ortasından itibaern ailenin ünvanı di Marghera - Mascarpone
olmuştur. Bakınız : TÜM ITALYAN ASİLLERİ SOYAĞACI KİTABI : Dr. historicum Gianfranco Ferre Domani .1992 Roma. III.
Baskı.
6 ) Söz konusu pek bir uzunca isimli kitap sadece ( Rabbime
şükür ! ) tahta tekneleri içerür idü. Ol tarihlerde demirden kılınç ve zırh
yapılır ; gemü edilmez idü. Laylon ve beton henüz bulunmamıştı. Ne mutlu ona ki
; Cemalettun Kaptan Paşamız yaşam döneminde tuhaf malzemelerden imal edilmiş
tek bir teğne dahi görmemiştir.
7 ) Bakınız : Halikarnassoslu Cücü Kaptan Efendi . VENEDİĞ
ELLERİNDE GEÇEN GENÇLİĞİM ve dahi HATIRATIM. 127. Sayfa.34. satır '' O tarihte gece alemlerimize ve teğne
gezilerimize katılır bir tuhaf kısaca boylu
Türk adem kişi var idi ki ; kendine Güvelotti di Tantanella ismini
vermişti. Artık ne akla hizmetse ? ''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder