2 Ekim 2014 Perşembe

Biz bunları yazmışken Sevgili Âli devamını getirmiş......


İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri '' Huysuz Ehtiyar '' lakabıyla maruf Cemalettun Paşa YENİ Devletu Aliyye-i Osmaniyye padişahunun gizli bir mektubunu frenk küffarına iletmek üzere özel bir görevle geldiği Benefşe burnunda  metruk San der Ancello kilisesi önünde 6 kulaç suda demirde (1) yatmaktadır. Görevi dikkat çekmemeyi gerektirdiğinden bir küçük barça ve yanında güvenulur bir avuç Leventle yola çıkmıştır.

YENİ Devletu Aliyye-i Osmaniyye bahriyesine '' ince donanma komutanı '' olarak hizmet etmeye başlayalu tamı tamına 31 sene, 6 ay , 19 gün ve 21 saat olmuştur. Bu süre içinde sayısız deniz cenklerine ( ;??^+%% ) katılmış ve Rabbimin izniyle hepsinden muzaffer çıkmış, padişahımızın ve İslam aleminin yüzünü güldürmüş bulunan Paşa artık yorgundur. Emeklu olup, Sarıyer hevalisinde bir küçük, ama elbette kayıkhaneli ; yalıcık alıp ; bundan böyle sadece  “Tarihimizde Bağzı Deniz Yazarları ve İşe yaramaz Düşünceleri” adlı risalesini temam etmek ve şüphesiz beş kıtanın efendisi sultanımıza sunmak istemektedir. Helbette Cemalettun Paşanın adını beyan ettiğimiz risalesi edebiyyen Piri Reis nam ünlü denizcinin Kitab-ı Bahriyye adlı eserinden kat be kat üstün olacaktır.

Yağ kandilinin ışığında önünde ala parşömen kağıtları , hokka ve dividiyle risalesi üzerinde çalışan '' Huysuz Ehtiyar '' Cemalettun Paşanın gözleri dalar...
Bahriyede ; Nazırlıklarda ve Bab-ı Ali katında , hatta Tophane denizci kahvelerinde bile kendisine huysuz ehtiyar dendiğini bilmektedir.

Az evvel yediği sübye dolması ve üzerine afiyetle içtiği (şekersiz ) Türk kahvesi nedeniyle olsa gerek , hafifçe geğirir, bir '' estaaağfurullaah...'' çeker , elinden mors dişinden yapılma kalemini usulca bırakır ve konuşur gibi düşünceler dalar...

'' ...Aaah, ah. Bilirler mi ki ; ben de bir zaman genç idum ; kanım kaynardı ; herkeslerle ahbapluk ederdim. Enderunda tahsilimi ikmal ederken kendi gayretimle Galatada Cinevizlilerden Cinevizce ; Tophanedeki kilisenin erbabından Frenkçe öğrenmiş idim. Enderundaki hocalardan Aynarozlu Yusuf Paşanın rahlesinde, - bi epey değnek yiyerek - ;   kadim lisanlardan (H)Elenceyi bu halkın pek zaman önce bağrından çıkardığı ünlü muharrirlerin tragödya'larını dahi aslından okuyacak kadar ikmal etmiştim.

İş bu gayret ve başarılarım hem bahriye nezaretindeki amirlerimin dikkatini çekmiş ; hemi de zat-ı şahanemiz padişahımızın kulağına gitmiş olmalı ki ; bir gün bir emir geldi : '' - Cemalettun Efendi dirhal hazırlığını yapa ; bilgi ve görgüsünü arttırmak üzere Venedik Cumhuriyesine yola çıka. Tüm mesarifi bahriye nezareti kesesinden ödene. Vesselam ''.

Aaah...Benim Venedik maceram işte böyle başladı. Elbette her şeyin en iyisini bilen Rabbimdir amma velakin ; keşkü kaderim beni Venediğe değil de, Anadolunun en ücra sahilinde veya bir ağaç bitmez, kul yaşamaz adaya karakol kumandanı yapsaydı...Bugün hüznüm böyyük, kalbim kırık ise hep o  vaytsea adlı ummana batası Venedik şehri yüzünden...Gerçi üç beş ada, beş on meydan , kırk elli köprü, yüzlerce kanal, zengin ve soyluların evleri köşklerinden ibaret ; sularında burun ve kıçları kitara sapına benzer o tuhaf karga karası kayıkların ve her daim terennüm iden kürekçilerinin şehrinin ne günahı olacak ? Beni bu hale koyan hep ilk ve ebedi aşkım, gönlümün tek sahibesi, Contessa di Marghera - Mascarpone'ye müteveccih tarifi mümkinsiz, derun aşkım...

Onunla ne helecanlı, muhabbetlu günlerim saatlerim oldu.

Venedik Cumhuriyesinde pek çok ahpap da edinmuş idim. Marco Polo nam bir uçarı genç vardı mesela...Şöyle kısa boylu ; tıknaz. Hatta şişman. Kafasında hep komik, buruşuk bir serpuşla dolaşırdı. Gözlerinde Flemenk ustalarının yaptığı camdan pertavsızlar. Onları alsan ; bu bi şey seçemez ; göremez idi. Çeşutlu Frenk dilleri bilir ; ilim ve fenden anlar idi. Sanırım esaslı biçimde riyaziye ilmi tahsil etmişse de , aklı fikri yazmakta, yazdıklarını yayınlamakta ; çok ademe bu yolla ulaşıp ; sevgi çemberi kurma peşindeydi. Benim gördüğüm Venedik merkez mahalleden ( kafir centro storico der ) üç evlek mesafedeki Lido ve Pellestrina nam adacıklardan başka uzak ellere gitmemiş olmasına rağmen bir '' Çin-i Maçin '' seyyahatnamesi yazmış , lafı uzatabilmek ; karilerini helecanlandırabilmek, yüreklerine korku salabilmek için bu hayali seyahatinde görmüş olduğunu iddia eddiği tepegöz devleri , ağzından alev saçan ejderleri, kendi kendune alev alıp yanan geniş toprahları , Çin Emparatorunun tam tamına 3472 ayak boyundaki dev gemusunu sekiz kolundan sadece ikisiyle Çin denuzunun 1000 kadem derinliklerine çeken ; Sultan Ahmed Camii'mzin tam 7 misli büyüklüğünde ahtapot ve deniz canlılarını ; işte bu minval türlü tuhaflık ve palavrayı hikaye eder idu.

Sonradan Venedik keferesi bunun ne uydurukçu olduğunu anladı. O güne kadar satabilmiş olduğu hepi topu 17 adet ceylan derisi ciltli el yazması kitabını önüne yığdılar. '' Ya bunları yersin ; ya kelleni verirsin '' dediler. İşte tam o an ben olaya dahil oldum, bir gece küçük bir gayuk ilen bunu Anadoluya kaçırttım. Halikarnassus nam , kal'asıyla maruf bir sahil kasabasına çıkmış, namını Halikarnaslı Cücü Efendi Kaptan olarak değiştirmiş ; az buçuk kırık dökük bir Türkçe öğrenmiş...Huylu huyundan vaz geçmez demişler a ; imdi bizim illerde yazar-çizermiş...Dönüşte o limanda bir mola versem, görsem şu keratayı...Tıpkı gençliğimizdeki gibi kafasından serpuşunu, gözünden pertavsızlarını çeksem ; vermesem.''

İstanbul Yeni Boğaz  cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Paşa bunları düşünürken, gemisi hafifçe sallanır. Dışarıdan önce boğuk sesler duyulur. Derken ses ve gürültü artar. Gemideki bir kaç leventin Allah ALLAH ! nidaları, kılınç şakırtıları duyulur. Cemalettun Paşa ağrıyan dizleri ( onca sene denizlerde geçen hayat Paşamızın ağır romatizma hastası olmasına neden olmuştur ) ve sızlayan eklemleriyle , son 13 yıl, 7 ay ve 3 gündür artık eline almadığı ve nereye koyduğunu unuttuğu kılncını ararken kapı kırılır...İçeri bir düzine Venedik askeri dolar ; Paşayı dert dest edup, gözlerini bağlayıp meçhule giden bir geminin ambarına kilitlerler.

(1) Cemalettun Paşanın kaç metro demir zenciri koyverdiğini bilemiyoruz. O dönemde zincirlerin renkli kablo tutucularıyla işaretlenmesi henüz icad olmamıştı. Bu buluşu çok sonraları büyük Türk denizcisi Halikarnassoslu Cücü Efendi Kaptana borçluyuz.


DEVAM EDECEK İNŞALLAH 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder