Değerli okuyucu ; en geç hem'an bir önceki tefrikanın son
paragrafından sonra denizcilik camiamızda helecanlı tartışmaların başlayacağını
; fitne ve fesat'ın başlarını alıp gideceklerini ; okurcuların kamplara
bölüneceğini ; -ama en talihsiz gelişme olmak üzere - ; naçizane Cemalettun
Kaptan Paşa Biyoğrafyasını yazabilmek için, evdeki dededen kalma son gümüş
şamdanı, nineden kalma bakır hamam tasını Bedestende satmış olan değersiz
bendeniz kulunuzun ağır ithamlar altında kalacağımı tahmin ederim.
İçinizden kendini külyutmaz sayan bir takım kötücüller ;
beni Güvelotti Efendiyi koruyup kollamaya çalışmakla, hatta dahi onun
tarafından satın alınmış olmakla suçlayacaklar ( neler olabileceğini önceden görürüm ben ; bir nev'i şarkın
Nostradamus'uyumdur ya , onun gibi nazımla anlatma becerim yok. Benimkisi ''bon
pour l'orient '' tarzı bir yetenek ). Delil olarak tee yarım asırı geçmiş ;
kendisiyle aynı medresede tahsil görmemi dahi ileri sürecekler. Ne alaka yani ?
O medrese YENİ Devlet-i Aliyyeyi Osmaniyye'ye misal üç Başvezir çıkarmış idü ki ; şahsım üçünü de
tanımam sevmem ( onlar da beni tanımaz idüler. Tanısalar zaten sevmezler idü) .
Niye İtimad Efendi'yi koruyup , kollayayım ?
Kaldı ki maalesef bu tarz anı veya biyografi çalışmalarında
tüm tarafsızlık çabalarına rağmen muharrir yazdıklarıyla başını kimi ünlülerle
, onların sevenleri, aileleriyle belaya girmekten alıkoyamaz...İleriki
bölümlerde yine benzeri hadiseler yaşayacağızdır, şimdiden bilginize sunayım.
Kısa keselim ; yaptığım araştırmalardan öğrendiğime göre o
meşum Venedig gecesi Alfredo'nun meyhanesinde barbut masasında Cemalettun
Kaptan Paşanın kaderini (sonuçta hep aynı şekilde ) belirleyen olay üç şekilde
gerçekleşmiş olabilirdi. Güvelotti efendinin maddi çıkarı nedeniyle Paşanın
kontese mektubunu Kont di Capriye rüşvet olarak vermiş olması ilk ihtimal idi.
İkinci ihtimal akçesi kalmayan Güvelotti beyin mektubu masaya pey olarak
sürmesiydi. Son ihtimal ise ; Güvelotti beyle yaptığım bir söyleşide kendisinin
beni pekala kesinlikle ikna etmiş olduğu gibi ; mektubu yanlışlıkla düşürmüş
olma olasılığıydı. Ki biz şu mütevazi eserimizde olayı böyle naklettik.
Bu durumda Güvelotti efendiyi has bir dostunun bir gönül
meselesine dair pek önemli recasına fazla, hatta hiç ehemmiyet vermemiş olmakla
ve dikkatsizlikle suçlayabiliriz. Kendisi de hala bu talihsiz gelişmenin
doğurduğu vicdan azabını çekmektedir. Oh olsundur. Çeksindir !
Önemli bir
biyoğrafide tarihi gerçeklik ve bilimsellik adına ; bu iddiaları böylelikle
kayda geçirmiş, sonrasında daha da ellememiş olalım ve esas konumuza dönelim.
Maalesef çok daha müessif durumlarla karşılaşmanın arefesindeyiz.
Bilesiz !
Cemalettin Kaptan Paşa'nın karanlık, rutubetli, soğuk zindanda
zencirlere vurulu ilk gecesi geçmiş, gün doğmuş idi. İçine tıkılmış olduğu kuyu
gibi zindanın Paşanın başından 15-20 kadem yukarıda olan demirli küçücük
havalandırma deliğinden içeri çok zayıf bir güneş ışığı ; sokaktaki seyyar
satıcılerın arsız bağırışları , kanaldan geçen gondolcuların (9) çığırdığı
türküler bir uğultu halinde gelmektedir.
Birden adım sesleri ve kılınç, silah, zırh şakırtıları
duyulur ; ağır zindan kapısı gıcırdayarak açılır, içeri bir takım ademler
girerler. Paşa doğrulur ; gelenleri görmeye çalışır. Gelen tabiidir ki o
hainler haini ( Rabbim üzerine felaketler yağdırsın ! ) Comte di Capri ;
Savunma ve Bahriye Nazırı, Senato Başkanı ve Emniyet müdiridir. Arkalarında
dişten tırnağa silahlı 10 asker vardır. Ayaklarından ve kol bileklerinden manda
gözü büyüklüğünde baklaları olan zencirlerle duvara bağlanmış olan Paşamız bu
haliyle bile düşmanına saldığı korkudan memnun kalmıştır doğrusu...
Zayıf, kara kuru, Paşamızdan iki kafa boyu daha uzun olan
karga burunlu Kont üç adım atarak Paşaya yaklaşır ve aralarında Venediğlilerin
diliyle ( okurcuya tüm hörmetime rağmen bu önemli konuşmayı orjinal dilinden
takip edecek biri çıkacağını sanmıyorum. Ben de Venediğçe bilmiyorum. O nedenle
biz bu konuşmayı dilimize adapte ettik. Paşamızın konuşmasında fark edeceğiniz
tuhaf haller, esaret veya korku neticesi değil, son 32 sene 8 ay 11 gündür
Venedik dilinde konuşmamış olması, lisanı hafiften unutmasındandır ) şu konuşma
geçer :
KdC : '' Hah, hah, haa...Ehe, ehe, ehe. ŞGeçmişte şerefimi
lekelemeye kalkışmış şu Türk korsanının haline de bakınız . Geceyi nasıl
geçirdiniz ekselans amiral ? Misafirperverliğimizden memnun kaldınız mi ? ''
CKP : '' BAK HELE !! Ne diyor sen la ? Kuş beyninle kafa mı
bulmak sen benimle kara karga ? '' Paşa
zencire vurulu eliyle beline saldırır ; ama kılıncının üzerinde olmadığını, çoktan el konulduğunu
hatırlar. Kolu yanına düşer.
KdC : '' Aha aha aha...Barbar 30 sene cenk ve gemülerde
sefer ede ede hem konuşmayı , hem medeniyet dilimizi unutmuş...Boşver sen bu
ucuz kahramanlıkları ; kellen de gidecek nasılsa ama ; seni bunca yıl sonra
nasıl ele geçirdiğimi de merak etmez misin be adam ? ''
CKP : '' Kader inanç var bizim...Her şey Allahtan. Yazımız
böyle yazılmak deriz, kabul gösteririz...Beni sen asmak nasılsa, tamam. Ama var
bir sorum. Kontes di Marghera - Mascarpone yaşamak ? Hayattadır ? Nerdedir,
nicedir ? ''
KdC : '' Sarayımızda sevgili oğlumuzla şu saatlerde sabah
kahvaltısına oturmuş muhterem eşimin adını bir kez daha ağzına almaya cesaret
edersen ; seni şimdi mahkemenin kararını dahi beklemeden, burada ,
ellerimle....( sinirli sinirli güler ) Ha,ha,haaa...Benim sana sorduğuma cevap
ver sen ; merak etmez misin seni Benefşe burnunda metruk San der Ancello kilisesi önünden dalından
armut koparır gibi nasıl kapıp ; buraya aşırdık ? ''
CKP : '' Heç de
sormam. Ama anlıyor ben. Sormasam da anlatır sen. Vardır helbet size haber
uçurmak yapan bir hayın koskoca Devleti Aliyyeyi Osmaniyede. Hep oldu hayınlar
bizim topraklarda...''
KdC : '' Hah, gel şöyle hizaya...Biliyorum meraktan
çıldırıyorsun aslında.Heh hee...Aslında ben de pek fazlasını bilmiyorum. Böyle
küçük işleri elçilerimiz, adamlarımız tezgahlar. Senin şehrinden olup,
Frenklerin okulunda eğitim görmüş, Frenkçe ve Kuzey Batıdaki Keltler midir,
Britanyalılar mıdır nedir ; o barbarların dilini de konuşan fazla geveze bir
şişman, saçsız adam varmış. Gayığını Didyma limanında tutar, arada bir Helen
adalarına sefer edermiş. Herkese yerli yersiz türlü sual etmesiyle, burnunu her
işe sokmasıyla marufmuş. Bu siz Didymada ikmal yaparken senin leventlerden
biriyle konuşmuş, onun ağzından nereye sefer eyleyeceğinizi öğrenmiş.
Constantinopoliye'ye avdetinde bizim elçimizin verdiği bir davete bir isim
karışıklığı nedeniyle yanlışlıkla bunu da çağırmışlar meğer. Bu hemşerin de ''
ille elçiyle de tanışayım ; ona kendimi göstereyim...'' deyu uğraşırken ; senin
o gizli görev seferini de elçimiz Carlo Dell'Orto'ya (10) boşboğazlık edip yumurtlamış...Gerisini sen
de biliyorsun zaten...''
CKP : ( heyecandan Türkçe bağırarak ) : Vaaay ulaaaan ! Hayt
bre ! Kimmiş bu gafil, bu hayın, bu, bu.....
KdC :( anlamaz): '' che ? '' ( ne ? )
CKP : '' Ol münasebetsiz , dili kopası var ademoğlu kim olmak ? ''
KdC : '' Costantiniyye'yi fetheden sizin o genç kralla
aynıydı galiba ismi ? ''
CKP ( gürler ) :''
Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri o bre gafil, kefere
kralı değil. Adını ağzına salavatla al...Ne, Mehmet mi demek demin ben ? ''
KdC : '' Hah vero ( tamam ) . Memet, Mechmet ? Si, öyle
bişeydi...
Pekiyi, ey okuyucu ; biz bunları hep Venedikten naklederken
Dersaadette ; Bab-ı Aali'de, Bahariye Nezaretinde neler olmaktadır ; merak
etmez misiniz ? Koskoca cihan emparatorluğunun sabrını test ettirmeyeceğini ;
bir Kaptan Paşasını üç paralık bir şehir cümhuriyesinde rehin bırakmayacağını ;
Başvezir hazretlerinin heman ve derhal elçi Dell'Orto'yu makamına çağırtıp etek
öptürdükten sonra, tam ünvanıyla
İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı
Sümbül Moru Kal’ası Molla-ı Kebiri Cemalettun Kaptan Paşayı derhal özür ve
alayu vala ile serbest bırakıp, 30.000 Venedik dukası tazminat vermedukları
takdirde Sadrazam olarak ahti olsun ; ekselansları elçu hazretlerinin içini
açtırarak, tekmil iç organlarını boşalttukda, saman doldurarak tuzlayıp
Venediğe iade edeceğini kesin bir dille anlatmuş idi. Yapar mı yapar. Varmışdı
eskiden böyle adamlar.
Üstelik Osmanlı bu ; oyunu bitmez. Bir B planı da olmalı
muhakkak. Vardı da netekim. Aslında çoktan şehrin Anadolu yakasında Kelemiç nam
koyda (11) bir özel yelkenli teğne ( çünkü askeri bir Osmanlı barcası Venedik
sularında derhal fark edilirdi ) bir kurtarma ameliyesi için hazırlanmaktaydı.
Harekat cihet-i askeriyye veya cihet-i bahariye tarafından icra edilmeyecek ;
bir başarısızlık halinde Devleti Aliyye ile Venediğ Cumhuriyeti cenke tutuşmak
zorunda kalmasın diye ; hepücüğü denizci ve pek yiğid kimi başıbozuk, seçmece,
vatanı ve Paşamızı seven ademlerce yapılacağüdü.
Bu ademlerin 6 veya 8 kişi olduğu bilgisi zemanımıza kadar
intikal ettiyse de ; tüm araştırmalarımda ancak dördünün ismini tespit edebildim
( diğerlerini bilen tarihimize meraklu denizcilerimizin yardımını reca ederim
). Bilebildiğimiz bu dört adem özel kriterlere göre tikkatle seçilmişlerdi.
İkisi yapılı olacak ; ki bunlar sivil leventler HakanE ( kendisi sert mizacı ve
korkusuz, gözüpek olduğu içün seçilmişti. Ayrıca iktiza eder üse ; tebabet ve
ilk yardım işlerini üstlenecekti ) ve
HakanZ ( öncelikle boyu ve cüssesi HakanE ile mütenasip olduğu için, muhakkak
var olan diğer meziyetlerini ise henüz tespit edemedik. Yazarın eksiğidir şüphesiz
). Üçüncü ademin adını duyunca pek şaşıracak ; '' Aaaaa ? '' , '' Haaaa ? '' , '' Nee, yok artık ! ''
hatta '' üstüme eyilik sağlık ! Kızım mutbahtan bi tas su getir bana, içeyim ''
nidaları atacaksınız. Evet, üçüncü er kişi artık sadece Kocagillerin İtimad
efendi adını kullanan, Kaptan Paşamızın kaderinde oynadığı dramatik rol
nedeniyle vicdan azabı çeken adem idi. Eh, paşayu kurtarmaya sefer edecek
kayığın adını da bildiniz şinci işte, değil mi ? Tabii ki operasyon İtimad
Efendinin FARFARA di INFERNO nam, Venedig bandralı kayığı ile yapılacak, Paşa kurtaruldukta yine bu
teğneyle emniyetli sulara getirilecekti. Boycanak ufak tefek , lakin dev gibi
bir yüreğe sahip, çok iyi piştov da kullanan İtimad efendi ayrıca bildiği
Venedik lisanıyla hapishane kapısındaki muhafızları lafa tutacak, gerekirse
bacaklarının altından kaçıp sıyrularak içeriye hucum gösterecek idi. Yani
kendisinden beklenen pek fazla iş olup ; bu ekibin doğal lideriydi. Bizce
bugün malum son şahıs Umut adlı denizcu
idi. O da İtimad beyle eş boyda gözüktüğünden seçilmiş olabilirdi. Lakin
helbette onun pek çok başka yetenekleri, marifetleri varmıştır. Kendisi misal
yüzyıllar sonra Hameriga adlı bir ülkeden dünyaya yayılan televizyon
dizilerinden birisindeki ünlü ajan
MacGyver gibi hem yakuşuklu, hem aynen onun gibi her türlü hurdadan her türlü yararlı
malzemeyi yaratabilen bir mucittir (12 )
Sanırım bu boy intizamı meselesi bu yiğitleri her zabahınan
eğitime çıkaran Bahriye Miralayı Seyfullah nam gomutanın bir takıntısıydı.
Gurup sabah içtiması için sıraya girdikte ; HakanE ve HakanZ yanyana önde,
İtimad ve Umut efendiler de bir arka sırada ( gerçi öndekilerin boyu
nedeniyle görünmez oluyorlar ve bundan
istifade içtimada itişip, şakalaşabiliyorlardı
) ama her sıra kendi içinde yan bakışta aynı boyda görünmekteydi.
Seyfullah komutan bunları ve diğer yiğidleri her sabah ezandan sonra topluyor,
Bahçe-i Fener (13) nam mahalde önce 115 tur koşturuyor, sonra denize sokarak
tam 1112 kulaç attırtıyor ; sonra boy boy destelere ayırarak çemende
güleştiriyordu. Yiğitler bu eğitim ve kişi başı günde yedikleri 1 kuzu çevirme,
bir lenger Trapezunt tereyağlı pilav ve bir sini kadayif dadlusuyla eyice güç
ve guvvet toplamış, deyim yerindeyse daşı sıksalar suyunu çıkaracak kıvama
gelmişler idi.
A
R A
DEĞERLİ OKURCULAR ; İTİMAD BEYİN DESTEKLERİYLE YAYINLANMASI
MÜMKİN OLMUŞ ;UZUN YILLARDIR HAZIRLADIĞIM DİĞER BİR ESERİM NEDENİYLE ; BU
BİYOĞRAFİK ROMANA DEVAM EDEMEYECEĞİMDİR . KAHRAMANLARIMIZA , BAHRİYE
TARİHİMİZE, DENİZ ve TEĞNELERE , GEÇMİŞİMİZE MERAKLI HER DENİZCİMİZİN BU ESERE
BİR BÖLÜM KATKI SAĞLAMASI VE İLERLETMESİ GELECEK NESİL DENİZCİLERİMİZE
BORCUMUZDUR. VESSELAM !
9) Gondola ; gondol : Venedig Cumhuriyesine özgü kuzguni karga karası, başı kıçı kitara sapına
benzer ,kıçında iskelesiyle sancağı simetrik olmayan, kırk çeşit farklı ağaçtan
mamul, bir kürekçiyle yürütülen tuhaf bir kayık cinsi. Kürekçinin
şan dersleri almış olanı makbuldür. Yazarınız pek sevmez.
10 ) Venediğin
İstanbul Büyükelçisi C. Dell'Orto'nun ahfadı yaklaşık 500 sene sonra Milano
şehri civarında sanayiciliğe soyunup ; italyan ıspor arabalarına DellOrto marka
karbüratörler üretmişlerdir. Yazarın notu.
11 ) Kelemiç koyu : Bugün Kalamış koyu olarak anılan yörenin
eski Osmanlı kayıtlarında geçen adıdır. (YN )
12 ) Umut Tonoz Ağırlığı veyahut Korkmaz ya da Poyraz Tonoz
Ağırlığı : Türk amatör denizcisi Umut
Korkmaz tarafından geliştirilen ; batmaz halatları suya batırabilen teknik
düzenek ( YN )
13 ) 1552 yılında yörede bir fener inşa edildukta ; bu ismi
almıştır ( YN )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder