(Eski türk dilinden tercüme)
Engin bilgi, dedikoduyu vakıf Vak’anuis Halikarnassos Kısa
Menzil Kaptan-ı derya Tombul Yanak Bey, Silsilet-ül Havadis nam 59 ciltli
devasa kitabında - ömrü vefa etseydi 149
cilt olacağını söylüyormuş- Eski Türkiye
Cumhuriyeti’nin, yaşadığı tarihler arasında
bütün reislerini, bütün sefinelerini, bütün bahri hikâye ve dişe
dokunur/dokunmaz olaylarını, kimin kiminle fakir palamut, kimin kimin ile
zengin Hazar havyarı yediğini, kimin kör, kimin topal olduğunu vü kendi sefer-i
muazzamalarını tek tek en ince teferruatına kadar baldan datlı bir üslüb-u
nefis ile anlatmış, günümüzde pek az kalan akl-ı evvel derya düşkünlerini
irşat etmektedir.
Her ne kadar yine kaptan-ı derya olan vü olmayan başka
zevat, misalen “Arz-ı İstion” muharrirlerinden ser bulut Gözü Camlı
Kostantınıyyeli Şakacı lakaplı Âlicenap Bey ve benzerleri de dönemi
anlatmışlarsa da Tombul Yanak Bey mertebesine dedikodu bâbında erişememişler,
süre-i hayatları boyunca sadece el değil ayak parmaklarının tırnaklarını da
yemekten iflahları kesilmiş, defalarca ameliyat masasını ziyaret etmişlerdir.
Zamanımızda aklını ve servetinin bir bölüm altununu deryaya
savurmaya namzet bu cemiyet kaçkını, bu, kendi deyişleri ile hürriyet aşığı,
Devlete vergi, rüsum vermekten kaçan ve sadece yeli kullanmak isteyen bozguncu
taifesi, aralarında şer âb, arak ve bilumum beyn dumuru yaratan maii düşkünü de
olan güruh hayatta kalan birkaç mütercime avuç avuç altun, gümüş ve fıçı fıçı
neft ödemek suretiyle, işte bu tarihin tozlu raflarında saklanan eski dilden
bilumum kitabı okuyarak hususi tarih-i bahrimizi eşelemektedirler.
Gafil ve garipler! Öğrenseniz, irşat olsanız neye
yarayacak? Dolgularla gölcük kadar kalan
Maramara(!), Egeiou ve Vaytsi’de deniz dudağında, Alaiye falezlerinde,
Halikarnassos dağlarında daşlarında, Hopa’dan İskendorun’a uzanan sahil seyir
yolunda yükselen devasa “site” dediğimiz kal’alardan denize ulaşmak mümkün
müdür? Bir tek doğal ağaç dalını kınnapla bağlayacak sahil mi vardır? Denize,
deryaya duyulan aşk ile hürriyet tutkusuymuş. Sevsinler!
Bütün bu zırvalıklar yetmezmiş gibi, bu zevat-ı nâ şerif,
üstüne üstlük bir de çağımız ultra moderen tekniklerini reddederek illa da
odundan mamul sefineleri, kıçı kırık sandalları arşa çıkartıyorlar
kitaplarında, en çok da buna katıla katıla gülüyorum. Binlerce yıl bir adım
ileri gidememiş, durduğu yerde otlamış, âdem gücü ile inşa edilmiş, âdem gücü
ile yürüyen meşe, karaağaç, ihlâmur, atkestanesi – adı üstünde, kime ne yararı
olabilir ki- mezarlık kara selvisi gibi adını bile unuttuğumuz nebatattan tekne
yapmayı ululuyorlar. Neymiş? Denize daha çok yakışıp daha konforlu, daha
denizci imişler. Peeeh!
Hele bir de bu müellifler içinde “Ağzı bozuk” nâm,
mütekait “Huysuz Ehtiyar Cemalettün Bey
var ki, sanki deruni(!) araştırmaları, tercümeleri o tarihlerde bile el tersi
ile itilip okunmazken, eşşek inadı ile bu nebattan yapılma odun nev'ilerini
fırsatını düşürdüğü her mecrada anlatmış da anlatmış. Neredeyse âteş
bulunmazdan öncesi, Nuh Peygamber zamanına kadar işi uzatıp- neye yarar ise?-
arzın dört bir yanında fi tarihinde kullanılmış bu eski üskü şeyleri resimlerle
felan döktürmüş de döktürmüş.
Diyesi ki “ Nasıl
camiler, kervansaraylar, ulu binalar tarihi mirasımız olarak addediliyorsa eski
dönemlerde kullanılmış nebattatan mamul deniz sefineleri de öyle kabul
edilmeli, tıpkısı benzerleri inşa edilerek gelecek nesillere de
bırakılmalıdır” Vah zavallı, aklını
peynir ekmekle yemiş rind. Eskiye rağbet olsaydı bir pazarına nûr yağardı!
Vel hâsılı kelâm, artık çoktan değişmiş ve devasa gelişmiş
Yeni Cumhuriyeti’mizde ameli ve ruhi ve felsefi karşılığı olmayan, sadece en az
bir kilometre uzaktan seyredilip genel olarak da netice dönülerek koyun, kuzu,
tavuk kanadı naam edilen, bazen şarkılara, türkülere meze olan deniz ve
özellikle de yelken mevhumu ebede kadar unutulmuştur. Hele bildiğimiz odundan
mamul olanlar!
Bahr, sadece başta neft, sonra maden cevheri ile ticari
emtia taşıyan ve sadece Beylere, Paşalara servetlerine servet katıp Devletimizi
daha nurlu ufuklara taşıyacak bir su kütlesidir. Ötesini araştırmak, yukarıda
sözü geçen müellifleri okuyup, okuyup, haves etmek, hürriyet naraları atmak
sade ve sadece bir ruhi hezeyan, tedaviye muhtaç bir illettir. Zinhar maltup da
değildir.
2115 İstanbul Yeni Boğaz cenup ağzı Sümbül Moru Kal’ası
Molla-ı Kebiri
“Tarihimizde Bağzı Deniz Yazarları ve İşe yaramaz
Düşünceleri” Risalesinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder