Yaşadığı dönemin dünyasına nam salmış büyük amiralleri,
donanmanın kullandığı irili ufaklı gemileri, araştırmacıların bize aktardığı
işlevlerini, mürettebat sayılarını, top adetlerini, donanımlarını, kazanılan deniz
zaferlerini merak edip araştıran ve okuyanlar bilebilirler.
Peki, çağlar boyunca deniz kenarında yaşayan, balıkçılık ve
taşımacılık ile hayatlarını sürdüren toplulukların yerel denizcilik folkloru
neden hiçbir araştırmaya konu edilmemiştir?
Çağlar boyunca kullanılan tekneler, zamanın ve
gereksinimlerin zorlaması ile değişime uğrayan tekneler, sahil balıkçılığında
kullanılanlarla, açık denizde kullanılan farklı tekneler, o insanların yaşam
biçimleri, örf ve adetleri neden inceleme konusu yapılmamıştır?
Kulaktan dolma da olsa bir zamanlar Anadolu’nun Karadeniz
limanlarından Rusya’nın Odessa limanına tuz götürüp buğday getiren,
İmparatorluğun en şaşalı zamanlarında Tuna nehrinde taşımacılık yapan o
inanılmaz kol gücüne, rüzgârın insafı ile yürütülen tekneleri neden merak
etmeyiz? Osmanlının Tuna İnce Donanması diye bilinen ve genel olarak donanmanın
büyük bölümünü oluşturan düz tabanlı yüksek tonajlı tekneleri kaç kişi
araştırıp yayımlamıştır?
Veya Gelibolu’da Karamürsel’de inşa edilip toplanıp
İstanbul’u fethe gelen, karadan yürütülen Osmanlı donanması teknelerini tanıyor
muyuz?
Özetle donanma tarihi kadar sivil denizcilik de tarihi
mirasımızdır ve inanıyorum ki araştırılmaya ve yaşatılmaya değer bir tarihtir.
Batı ile aramızdaki en önemli farklardan biri de budur zaten. Onlar
geçmişlerine sahip çıkarlar. Biz ise unutmayı tercih ederiz. Dünya’da hemen
hemen her denizci ülkede “replika”lar, tıpkı yapımlar inşa edilir ve bu konuya
çok önem verilir.
Gidebildiğimiz kadar eskiye uzanıp, eldeki bütün
dokümanları, kartpostalları, resimleri, gravürleri, yazılı anıları kullanarak
sahillerimizde kullanılmış deniz araçlarını yeniden yaratıp, replikalarını inşa
edip modern günlük hayatımız içinde toplumsal hafızalarımızı tazelemeli,
gelecek kuşaklara geçmiş günleri öğretebilmeliyiz.
Öte yandan deniz insanları Dünya’nın her köşesinde aynı
deniz dilini konuşan, aynı veya benzer çileler içinde ömürlerini tüketen,
rüzgâr ve tuzun, rutubet ve güneşin bedenlerini kavurduğu, fırtınaların ve
kuzey rüzgârlarının ruhlarına korku saldığı, küçücük tekneler içinde
hurafelerin kol gezdiği, kaderlerine boyun eğen birbirine benzer insanlardır.
Onlar “deniz insanlarıdır”.Onların yerkürenin o köşesinde veya burasında kullandıkları
deniz araçlarını tanımak ve tanıtmanın da ilgiye değer olduğuna inanıyorum.
Ülkemizde bir denizcilik tarihi vardır. Araştırmacıları
bekliyor. Ancak konuya ilgi duyan finansörlerin, sponsorların da desteği
gerekiyor. Sadece araştırma gruplarına destek değil ferdi araştırmalara ve
imalatlara da destek gerekiyor. Bu işler biraz da canlı müze gibi yürümeli. Yeni tekneler
yapılmalı, korumaya alınmalı, Deniz ve Tarih Şenlikleri düzenlenmeli, çocuklar
ve gençler özendirilmeli, değişik konu başlıklarında eğitim verilmelidir.
Taştan evler, camiler kervansaraylar, anıtlar asırlarca
ayakta kalsa da ahşap teknelerin görece olarak çok daha kısa bir ömürleri
vardır. Yelkenli iş tekneleri 20. yüzyılın ilk yarısında yavaş yavaş
kayboldular ve motorize edilip ayakta kalabilen çok azı bize geçmişin
tanıklığını yapıyor. Diğer taraftan halen yaşayan bir kaç örnek de geçmiş devasa tarihin sadece deforme olmuş veya değişime uğramış örnekleridir.
Tarihi mirası korumanın tek yolu azami özgünlük ile yeniden
yapımlardır. Bazen, çağdaş bazı mimarların tarihi mirası korumak adına yeniden çizdikleri
rölöveler var. Ama çoğu zaman bu tekneleri yeniden inşa ederken ve
donanımlarını oluştururken eski fotoğraflardan, kartpostal lardan, resim ve
gravürlerden, tersanelerin yarım kabuk maketlerinden yararlanmak gerekiyor.
Tabii marangozluk işçiliğinin de bilinmesi gerekirken, sonradan, yöresel olarak
yapılan tadilat ve motor uygulamaları ile özgünlüklerini kaybetmiş oluyorlar.
Böyle bir görevde deniz mimarı elindeki tüm tarihi verileri
sentezleyip kullanmak durumun dadır. Çünkü görevi yeniden yaratmak değil var
olan ne ise mümkün olduğunca aslına uygun yeniden üretmektir. Bir başka deyişle
« replika » tıpkı yapım denilen teknenin amacı, geçmişte kullanıldığı liman ve
sahillerde boy gösterdiğinde yerel denizcilerin hafızalarını rahatsız
etmemelidir. Yine de elimizdeki çağdaş ölçüm olanakları ve bilgi birikimi bize
« iyi tekneler » yapma olanağı veriyor.
Sanılanın aksine iyi donatılmış geleneksel tekneler çoğu
zaman yollu teknelerdir. Böyle bir teknenin dümeninde modern plastik
kurvaziyerleri geride bıraktığında ekibinin ağzı açık bakakaldıklarına şahit
oldum. İşte bir deniz mimarının yaşayabileceği en büyük gurur budur.
Başarının en temel koşulu iyi bir form planı ve iyi bir arma
bilgisidir. Ama bunlar yetmiyor.
Özgünlük, en küçük ayrıntıların günümüz güvenlik
ve bakım koşullarına uygunluğu ile harmanlanmalıdır. Ama biraz tahayyül gücü
ile bunun üstesinden gelmek mümkündür. Motor zorlayıcı bir etmendir. Oysa bir
kaç tonu geçen teknelerde çağımızın zamana verdiği önem bakımından motor
vazgeçilmez oluyor. Her zaman gücü asgaride tutmak konusunda ısrarcı oldum.
Gerçekten yelken için tasarlanmamış bir karinada kocaman üç kanatlı bir pervane
yelken seyrinde ölümcül derecede yavaşlatıcı olabilir. Bu nedenle çoğu zaman
biraz da küçümseyici anlam yüklenen, yürümeyen tekne için kullanılan « eski
donanım » lafını kullanmaktan hoşlanmıyorum.
Tuzlada inşa ettiğimiz iki kız kardeş Blue Moon’ların
tasarım tarihi 1946 yılıdır. İlk tekne Norveç’te Arendal tersanesinde bugünkü
bir dıştan takma motor bedeline eşdeğer bir bedele inşa edilmiştir. Ataları
İngiliz Falmouth Quay Punt balıkçı tekneleridir. Tasarımcısı öok yakın bir
zamanda kaybettiğimiz Annapoliste yaaşamış Thomas Gillmer 1950–1975li yılların
en önemli tasarımcılarındandır.
İstanbul’da göz bebeğimiz Neptün ve ABD’nin göz bebeği Pride
of Baltimorun da babası.
54 yaşındaki ilk Blue Moon halen ABD’DE denizde duruyor ve
tamir edilmeyi bekliyor. 1954ten günümüze pek çok hayranı Blue Moon inşa edip
denizlerde ve okyanuslarda dolaşmış. Geçen yıl Avustralya Brisban’da “Indian Sundancer”
denize indi. New York-Main de bir başkası Atlantic Challenge tersanelerinde
“Time” müşteriye yapıldı. Biz de 2008 Mayıs ayı sonunda iki kız kardeşi denize
indirdik ve birini Yunanistan’a yolcu ettik. CE belgemiz (B) kategori – Açık
denizdir.
ABD ve Avrupa’da birkaç yıldır modern malzemelerin
kullanılması ile bakım masrafları asgariye düşen klasik ahşap teknelere yeniden
büyük bir talep doğmaya başladı. Dünya marinalarında boy gösteren klasik ahşap
tekneler sahiplerinin gururu ve bayrağını taşıdıkları ülkelerin
gözbebekleridir.
Her yıl Fransa’da Brest-Douarnenez - İngilterede Old Gaffers
Parade gibi Dünyanın bütün klasik ahşap teknelerinin bir araya geldiği
organizasyonlar düzenleniyor.
Günümüzde klasik olarak nitelediğimiz teknelerin hemen
tamamı yapıldıkları ve yaşadıkları dönemlerde “iş tekneleri” olarak denizlerde
boy gösterdiler. Var oluş amaçları doğrultusunda denizcilik nitelikleri yüksek,
deniz tutuşları mükemmel, avlarını hızla pazara yetiştirmek, kılavuz hizmeti
kapabilmek, uzak mesafelere ulaşabilmek ve geri dönmek amacı ile de
hızlıydılar.
Gerek Akdeniz havzasında, gerek Karadeniz’de ve gerekse açık
Atlantik’te dayanıklı olmaları ve değişken rüzgâr ve ansızın çıkan fırtınalara
göğüs germek durumdaydılar. Her havada yol alabilmeleri amacı ile bol yelkenli
ve çok direkli tasarlanmışlardı.
İşte bu geleneksel “iş tekneleri” 20.yy başından itibaren
“zenginlerin” ilgisini çekerek, yeniden tasarlanarak “özel gezi ve yarış”
teknelerine dönüşmeye başladılar. Yelken alanları gerek bastonlar ve gerekse
direk sayısı arttırılarak yükseldikçe armalar kısaldı. Buna karşın rüzgâr
gücüne göre tekneye yol aldıracak trim alternatifleri çoğaldı.
Son 40–50 yıldır uzun deniz yolculuklarına çıkanlar genel
olarak tam omurgalı, çok yelkenli tekneleri tercih ediyorlar. Ahşap teknelerin tercih edilme nedenleri arasında en
önemlileri ağır deplasmanlarından dolayı seyir konforu, doğal
iklimlendirmeleri, ahşabın sıcaklığı, sıradanlıktan uzaklaşma, kişiye özel iç
ve dış tasarım alternatiflerinin çokluğu, geleneksele bağlılık ve kaybolmasını
önleme arzusu gibi sıralanabilir.
Günümüzde üretilen ve bütün dünyayı saran polyester tekneler
ise bambaşka bir kulvarda yol alıyorlar. Denize ulaşmak isteyenler modern
tekneleri “ev konforunu” sağladıkları, sarma yelken sistemleri ile kullanım
kolaylıkları, bir şehir efsanesi olan “bakım kolaylığı”, satın almada krediler
kolaylığı, ikinci el pazarının hareketli olması açısından tercih ediyorlar.
Diğer taraftan da zaten büyük denizlere çıkmadan yapılan gezilere uygunlukları
da bu tekneleri cazip kılıyor.
Avrupa, Amerika ve Avusturalya’da geleneksel ahşap ve klasik
armalı tekneler 1980’li yıllardan itibaren yeniden revaçta olmaya başladı. Her
yıl düzenlenen çok sayıda deniz şenliklerinde bir araya gelip gururlanıyorlar.
Her boy ve çeşit polyester teknelerin pıtrak gibi denizleri
doldurması ülkelerin geleneksel küçük tersanecilik sektörüne çok büyük sekte
vurdu. Bu konudaki zanaat erbabı iş yapamaz hale geldi. Akdeniz çanağındaki
ülkelerde ahşap tekne yapım zanaatı nerdeyse kaybolmak üzere. O nedenle de AB
bu sektörü canlandırmak, tarihi mirası korumak adına maddi destekler veriyor.
Teknoloji ilerledikçe
geleneksel kayboluyor. Oysa tarihi mirası korumak ve gelecek nesillere
devretmek de en az teknolojik gelişim kadar önemli bir kavram olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder