2 Şubat 2014 Pazar

NEDEN KLASİK TEKNELER?

Yaşadığı dönemin dünyasına nam salmış büyük amiralleri, donanmanın kullandığı irili ufaklı gemileri, araştırmacıların bize aktardığı işlevlerini, mürettebat sayılarını, top adetlerini, donanımlarını, kazanılan deniz zaferlerini merak edip araştıran ve okuyanlar bilebilirler.

Peki, çağlar boyunca deniz kenarında yaşayan, balıkçılık ve taşımacılık ile hayatlarını sürdüren toplulukların yerel denizcilik folkloru neden hiçbir araştırmaya konu edilmemiştir?
Çağlar boyunca kullanılan tekneler, zamanın ve gereksinimlerin zorlaması ile değişime uğrayan tekneler, sahil balıkçılığında kullanılanlarla, açık denizde kullanılan farklı tekneler, o insanların yaşam biçimleri, örf ve adetleri neden inceleme konusu yapılmamıştır?

Kulaktan dolma da olsa bir zamanlar Anadolu’nun Karadeniz limanlarından Rusya’nın Odessa limanına tuz götürüp buğday getiren, İmparatorluğun en şaşalı zamanlarında Tuna nehrinde taşımacılık yapan o inanılmaz kol gücüne, rüzgârın insafı ile yürütülen tekneleri neden merak etmeyiz? Osmanlının Tuna İnce Donanması diye bilinen ve genel olarak donanmanın büyük bölümünü oluşturan düz tabanlı yüksek tonajlı tekneleri kaç kişi araştırıp yayımlamıştır?

Veya Gelibolu’da Karamürsel’de inşa edilip toplanıp İstanbul’u fethe gelen, karadan yürütülen Osmanlı donanması teknelerini tanıyor muyuz?

Özetle donanma tarihi kadar sivil denizcilik de tarihi mirasımızdır ve inanıyorum ki araştırılmaya ve yaşatılmaya değer bir tarihtir. Batı ile aramızdaki en önemli farklardan biri de budur zaten. Onlar geçmişlerine sahip çıkarlar. Biz ise unutmayı tercih ederiz. Dünya’da hemen hemen her denizci ülkede “replika”lar, tıpkı yapımlar inşa edilir ve bu konuya çok önem verilir.

Gidebildiğimiz kadar eskiye uzanıp, eldeki bütün dokümanları, kartpostalları, resimleri, gravürleri, yazılı anıları kullanarak sahillerimizde kullanılmış deniz araçlarını yeniden yaratıp, replikalarını inşa edip modern günlük hayatımız içinde toplumsal hafızalarımızı tazelemeli, gelecek kuşaklara geçmiş günleri öğretebilmeliyiz.

Öte yandan deniz insanları Dünya’nın her köşesinde aynı deniz dilini konuşan, aynı veya benzer çileler içinde ömürlerini tüketen, rüzgâr ve tuzun, rutubet ve güneşin bedenlerini kavurduğu, fırtınaların ve kuzey rüzgârlarının ruhlarına korku saldığı, küçücük tekneler içinde hurafelerin kol gezdiği, kaderlerine boyun eğen birbirine benzer insanlardır. Onlar “deniz insanlarıdır”.Onların yerkürenin o köşesinde veya burasında kullandıkları deniz araçlarını tanımak ve tanıtmanın da ilgiye değer olduğuna inanıyorum.

Ülkemizde bir denizcilik tarihi vardır. Araştırmacıları bekliyor. Ancak konuya ilgi duyan finansörlerin, sponsorların da desteği gerekiyor. Sadece araştırma gruplarına destek değil ferdi araştırmalara ve imalatlara da destek gerekiyor. Bu işler biraz da canlı müze gibi yürümeli. Yeni tekneler yapılmalı, korumaya alınmalı, Deniz ve Tarih Şenlikleri düzenlenmeli, çocuklar ve gençler özendirilmeli, değişik konu başlıklarında eğitim verilmelidir.

Taştan evler, camiler kervansaraylar, anıtlar asırlarca ayakta kalsa da ahşap teknelerin görece olarak çok daha kısa bir ömürleri vardır. Yelkenli iş tekneleri 20. yüzyılın ilk yarısında yavaş yavaş kayboldular ve motorize edilip ayakta kalabilen çok azı bize geçmişin tanıklığını yapıyor. Diğer taraftan halen yaşayan bir kaç örnek de geçmiş devasa tarihin sadece deforme olmuş veya değişime uğramış örnekleridir.

Tarihi mirası korumanın tek yolu azami özgünlük ile yeniden yapımlardır. Bazen, çağdaş bazı mimarların tarihi mirası korumak adına yeniden çizdikleri rölöveler var. Ama çoğu zaman bu tekneleri yeniden inşa ederken ve donanımlarını oluştururken eski fotoğraflardan, kartpostal lardan, resim ve gravürlerden, tersanelerin yarım kabuk maketlerinden yararlanmak gerekiyor. Tabii marangozluk işçiliğinin de bilinmesi gerekirken, sonradan, yöresel olarak yapılan tadilat ve motor uygulamaları ile özgünlüklerini kaybetmiş oluyorlar.

Böyle bir görevde deniz mimarı elindeki tüm tarihi verileri sentezleyip kullanmak durumun dadır. Çünkü görevi yeniden yaratmak değil var olan ne ise mümkün olduğunca aslına uygun yeniden üretmektir. Bir başka deyişle « replika » tıpkı yapım denilen teknenin amacı, geçmişte kullanıldığı liman ve sahillerde boy gösterdiğinde yerel denizcilerin hafızalarını rahatsız etmemelidir. Yine de elimizdeki çağdaş ölçüm olanakları ve bilgi birikimi bize « iyi tekneler » yapma olanağı veriyor.

Sanılanın aksine iyi donatılmış geleneksel tekneler çoğu zaman yollu teknelerdir. Böyle bir teknenin dümeninde modern plastik kurvaziyerleri geride bıraktığında ekibinin ağzı açık bakakaldıklarına şahit oldum. İşte bir deniz mimarının yaşayabileceği en büyük gurur budur.
Başarının en temel koşulu iyi bir form planı ve iyi bir arma bilgisidir. Ama bunlar yetmiyor. 

Özgünlük, en küçük ayrıntıların günümüz güvenlik ve bakım koşullarına uygunluğu ile harmanlanmalıdır. Ama biraz tahayyül gücü ile bunun üstesinden gelmek mümkündür. Motor zorlayıcı bir etmendir. Oysa bir kaç tonu geçen teknelerde çağımızın zamana verdiği önem bakımından motor vazgeçilmez oluyor. Her zaman gücü asgaride tutmak konusunda ısrarcı oldum. Gerçekten yelken için tasarlanmamış bir karinada kocaman üç kanatlı bir pervane yelken seyrinde ölümcül derecede yavaşlatıcı olabilir. Bu nedenle çoğu zaman biraz da küçümseyici anlam yüklenen, yürümeyen tekne için kullanılan « eski donanım » lafını kullanmaktan hoşlanmıyorum.

Tuzlada inşa ettiğimiz iki kız kardeş Blue Moon’ların tasarım tarihi 1946 yılıdır. İlk tekne Norveç’te Arendal tersanesinde bugünkü bir dıştan takma motor bedeline eşdeğer bir bedele inşa edilmiştir. Ataları İngiliz Falmouth Quay Punt balıkçı tekneleridir. Tasarımcısı öok yakın bir zamanda kaybettiğimiz Annapoliste yaaşamış Thomas Gillmer 1950–1975li yılların en önemli tasarımcılarındandır.

İstanbul’da göz bebeğimiz Neptün ve ABD’nin göz bebeği Pride of Baltimorun da babası.
54 yaşındaki ilk Blue Moon halen ABD’DE denizde duruyor ve tamir edilmeyi bekliyor. 1954ten günümüze pek çok hayranı Blue Moon inşa edip denizlerde ve okyanuslarda dolaşmış. Geçen yıl Avustralya Brisban’da “Indian Sundancer” denize indi. New York-Main de bir başkası Atlantic Challenge tersanelerinde “Time” müşteriye yapıldı. Biz de 2008 Mayıs ayı sonunda iki kız kardeşi denize indirdik ve birini Yunanistan’a yolcu ettik. CE belgemiz (B) kategori – Açık denizdir.

ABD ve Avrupa’da birkaç yıldır modern malzemelerin kullanılması ile bakım masrafları asgariye düşen klasik ahşap teknelere yeniden büyük bir talep doğmaya başladı. Dünya marinalarında boy gösteren klasik ahşap tekneler sahiplerinin gururu ve bayrağını taşıdıkları ülkelerin gözbebekleridir.

Her yıl Fransa’da Brest-Douarnenez - İngilterede Old Gaffers Parade gibi Dünyanın bütün klasik ahşap teknelerinin bir araya geldiği organizasyonlar düzenleniyor.
 ./-------------------------------------------------------------------------/.
Günümüzde klasik olarak nitelediğimiz teknelerin hemen tamamı yapıldıkları ve yaşadıkları dönemlerde “iş tekneleri” olarak denizlerde boy gösterdiler. Var oluş amaçları doğrultusunda denizcilik nitelikleri yüksek, deniz tutuşları mükemmel, avlarını hızla pazara yetiştirmek, kılavuz hizmeti kapabilmek, uzak mesafelere ulaşabilmek ve geri dönmek amacı ile de hızlıydılar.

Gerek Akdeniz havzasında, gerek Karadeniz’de ve gerekse açık Atlantik’te dayanıklı olmaları ve değişken rüzgâr ve ansızın çıkan fırtınalara göğüs germek durumdaydılar. Her havada yol alabilmeleri amacı ile bol yelkenli ve çok direkli tasarlanmışlardı.

İşte bu geleneksel “iş tekneleri” 20.yy başından itibaren “zenginlerin” ilgisini çekerek, yeniden tasarlanarak “özel gezi ve yarış” teknelerine dönüşmeye başladılar. Yelken alanları gerek bastonlar ve gerekse direk sayısı arttırılarak yükseldikçe armalar kısaldı. Buna karşın rüzgâr gücüne göre tekneye yol aldıracak trim alternatifleri çoğaldı.

Son 40–50 yıldır uzun deniz yolculuklarına çıkanlar genel olarak tam omurgalı, çok yelkenli tekneleri tercih ediyorlar. Ahşap teknelerin tercih edilme nedenleri arasında en önemlileri ağır deplasmanlarından dolayı seyir konforu, doğal iklimlendirmeleri, ahşabın sıcaklığı, sıradanlıktan uzaklaşma, kişiye özel iç ve dış tasarım alternatiflerinin çokluğu, geleneksele bağlılık ve kaybolmasını önleme arzusu gibi sıralanabilir.

Günümüzde üretilen ve bütün dünyayı saran polyester tekneler ise bambaşka bir kulvarda yol alıyorlar. Denize ulaşmak isteyenler modern tekneleri “ev konforunu” sağladıkları, sarma yelken sistemleri ile kullanım kolaylıkları, bir şehir efsanesi olan “bakım kolaylığı”, satın almada krediler kolaylığı, ikinci el pazarının hareketli olması açısından tercih ediyorlar. Diğer taraftan da zaten büyük denizlere çıkmadan yapılan gezilere uygunlukları da bu tekneleri cazip kılıyor.

Avrupa, Amerika ve Avusturalya’da geleneksel ahşap ve klasik armalı tekneler 1980’li yıllardan itibaren yeniden revaçta olmaya başladı. Her yıl düzenlenen çok sayıda deniz şenliklerinde bir araya gelip gururlanıyorlar.

Her boy ve çeşit polyester teknelerin pıtrak gibi denizleri doldurması ülkelerin geleneksel küçük tersanecilik sektörüne çok büyük sekte vurdu. Bu konudaki zanaat erbabı iş yapamaz hale geldi. Akdeniz çanağındaki ülkelerde ahşap tekne yapım zanaatı nerdeyse kaybolmak üzere. O nedenle de AB bu sektörü canlandırmak, tarihi mirası korumak adına maddi destekler veriyor.


Teknoloji ilerledikçe geleneksel kayboluyor. Oysa tarihi mirası korumak ve gelecek nesillere devretmek de en az teknolojik gelişim kadar önemli bir kavram olmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder