(Takribi 1251
ila 1900)
“Ve siz bana adı geçen gemide yüzden fazla
hacı taşımayacağınıza ve bu hacıların arasında hiçbir şekilde kadınların
olmayacağına dair söz veriyorsunuz” Cenova Liman kenti yönetiminin 1251 yılında
gemi kaptanlarına verdiği bir talimat böyleydi. 1731 yılında dünyanın en büyük
denizci ulusu, Büyük Britanya, Queen’s
Regulationsand Admiralty Instructions (Kraliçenin Nizamnameleri ve
Amirallik Talimnameleri) isimli kurallar manzumesini yayımladı. Burada
kaptanlara ve gemi komutanlarına teknelerinde kadın taşımaları kesinlikle
yasaklanıyordu. (not to carry any women to Sea)
Kadınların
gemilerden dışlanmasının uzun bir geçmişi vardır. Hollanda, Fransa, Hamburg ya
da İsveç bayrağı taşıyan gemilerde de kadınlara teknelerde seyahat kanunen
yasaklanmıştı. ( Wiewweröck an Boord- bringt Stried un Mord) Flamancada bu söz
aşağı yukarı şöyle tercüme edilebilir: Teknede avrat donu-kavga ve cinayettir
sonu- Burada kastedilen aşağı sınıftan kadınlar ve orospulardı, çünkü kaptanların
ve subayların eşleri tarafından ziyaret edilmesine izin veriliyordu.
Bu kurallar
İmparatorluğun âli çıkarları gerektirdiğinde, mesela savaş zamanlarında gözardı
edilebiliyordu da. Britanya donanmasının 1807 yılındaki Annual Register’ında (Yıllık Kayıt Defteri) okuyanları şaşkınlığa
düşürecek şekilde kadın isimleri görülmektedir. Bu kadınlar Birinci Napoleon
Savaşları (1803-1806) sırasında gemilerde barut taşımak üzere
çalıştırılmışlardı, fakat bu iş için maaş alamıyorlardı ve bu nedenle de tayfa defterlerinde
isimleri geçmiyordu.
Hatta 1812
yılında savaş gemisi Indefatigable’in
komutanı John Fyffe işi, verdiği talimatlarda emrindeki kadınlara direkt hitap etmeye
kadar vardırdı: “Gemide bulunan kadınlar
gemiyi haftada iki gün. Pazar kurulan günlerde terk edebilirler. Eğer diğer
günlerde gemiden inecek ya da herhangi başka bir şekilde gemi kurallarına
aykırı hareket edecek olurlarsa sakın ola geri gelmesinler”
1801 yılında
Lord Nelson’un söylediği şu cümle de pek meşhurdur: “Pazar günü bütün kadınlar, köpekler ve güvercinlerle vedalaşacağız ve
tavuklar uyandığında, umuyorum ki biz yelkenlerimizi açmış Torbay yolunda
olacağız”
Kalabalık
alt sınıfın kadınları (Not real woman) Avrupa ve Amerika’nın denizci
uluslarının gözünde hep gelişmemiş yaratıklar olarak görülmüşlerdi. Onlar
erkeklerin yaptığı bedeni işleri işleri beceremiyorlar, ruhsal olarak da zayıf
kabul ediliyorlardı. Kadınlara biçilen rol çocuk doğurmalarıydı, çünkü çocuklar
hem emekli maaşı ve hem de ihtiyarlıkta bakım görmenin sigortasıydılar.
Ama aşağı
tabakanın erkeklerinin de pek fazla değeri yoktu. 1750 yılında bir gemi 300
denizciyle uzun bir deniz yolculuğu için yola çıktığında bu adamların sadece
yarısının geri döneceği hesaplanırdı. İsmi bile bilinmeyen hijyen, sağlıksız
beslenme, iskorbüt, dizanteri, zührevi ve tropik hastalıklar mürettebatı hızla
kırıyordu. Bunlara ek olarak denizcilerin pek azı yüzme bilirdi.
Neden
kadınlar gemilerde istenmiyordu? Neden gemide kadın uğursuzluk getirirdi? Neden
sorumlu tutuluyorlardı fırtınalardan ve batan gemilerin kaderinden? Birçok
konuda – özellikle de 16. Ve 18. Yüzyıllar arasında denizcilikte - hâkim olan
hâlâ Orta Çağ mantalitesiydi. Mitlere, cadılara ve hurafelere inanç sürüyordu.
“Teknede
kadın uğursuzluk getirir” hurafesi bir mit haline gelmişti. Denizle alakasız
toprak insanları da buna inanıyorlardı çünkü onların dünyasında da benzer
mitler vardı: Bir boyahanede yeni bir boya kazanı hazırlandığı zaman içeriye
kadın girmesin diye kapı sürgülenirdi, çünkü kadınlar boyayı bozabilirdi.
Balıkçılar kadınların teknelerine binmesine izin vermezlerdi çünkü bu onların
balık kısmetini kapatırdı, bazı balıkçılar karılarının ağlarına bakmasını bile
yasaklardı. Kadınlar keza rüzgarsızlığı, fırtınaları ya da ters rüzgarları
davet edebilir ve cadı büyüleriyle gemileri batırabilirlerdi.
Denizciye
hayırhah olan tek bir kadın vardı, deniz kızı. Uzun saçları ve dolgun
göğüsleriyle baştan çıkaracak kadar güzeldi denizkızı. Denizcinin en arzu dolu
rüyalarındaki eşiydi. Ama onunla seks mümkün değildi çünkü karnından başlayarak
aşağı doğru bir balık gövdesine sahipti ve el sürmek mümkün değildi ona. Deniz
kızları denizcilere karşı çoğunlukla dostane duygulara sahiptiler ve onlara
fırtınaları haber verirlerdi. Denizkızı, nitelikleriyle cadı kavramının tam
zıddıydı.
Gemilerde
batıl inançlar, hurafeler, salamura etteki kurtçuklar kadar çoktu. Cumanın,
hele hele bir de ayın 13 ise uğursuz gün sayılması sadece biriydi hurafelerin.
Gövdenin yeşile boyanması da uğursuzluk getirirdi, geminin adını değiştirmek
de, sancağı yıkamak da. Tavşan anlamına gelen rabbit kelimesinin söylenmesi İngiliz gemilerinde kesinlikle
yasaktı. Gemide papaz, misyoner, tanrıtanımaz, avukat veya bir suçlu olması da
uğursuzluk getirirdi. Gemide kadın olduğunda ücretlerini almak istemeyen
denizciler vardı. Muhakkak ki kadınlara karşı değillerdi- tek istedikleri
onların gemilerine ayak basmamalarıydı.
Bir geminin
başını belaya soktuğuna, batıl inançlar adına inanılan semboller, kavramlar, kişiler
ve davranışların listesi Arabın yayellisi gibi uzayıp gidiyordu. Navigasyondaki
belirsizlik ne kadar büyükse bütün bu batıl inançlar da o derece yaygındı. 300
yıl öncesinde navigasyon için denizcilerin elinde, doğanın gözlemlenmesi ve
geride bırakılmış mesafe, rota, düşme ve akıntı göz önüne alınarak bulunan
mevkiinin tahmin edilmesinden başka neredeyse hiçbir şey yoktu. Pusula,
parakete, sekstantın öncülü olan oktant gibi aletler sıhhatli çalışmıyordu ve
zaman ölçümü hiç de hassas değildi. Deniz haritalarına güven duymak da mümkün
değildi. Yelken manevraları uzun sürerdi, teknelerin yelken kabiliyetleri modern
yatlarla karşılaştırıldığında berbattı. Denizciler o dönemlerde, her an karaya
sürüklenmenin ve tekneleriyle beraber denizin dibini boylamanın korkusuyla
yaşıyorlardı.
Gemilerde
kadınların olmasının uğursuzluk getireceği sadece bir hurafe, bir boş inançtan
ibaret de değildi aslında. Uzun seyirler sırasında, bu kapalı erkek
toplumlarında kadınlar olduğunda denizciler arasında kolaylıkla kavga ve
kıskançlık ortaya çıkabileceği biliniyordu. Bunun sonu kaos ve isyana kadar
varabilirdi ve kesinlikle önünün alınması gerekirdi.
Netice olarak
su içinde katmerli, kuyruklu bir yalandı denizcilikte kadınlarla ilgili
söylenenler. Çünkü belanın, şanssızlığın müsebbibi kadınlar değil, tam tersine
erkeklerdi, kadınlar olnalarla beraber seyahat ettiğinde nasıl hareket
edeceklerini bilmeyen erkekler. Huzursuzluğa ve belaya neden olan kadınlar
değil erkeklerdi.
Denizde Günah
Klaus Hympendahl
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder