Başlarken 3 değişik alıntı yapmak istiyorum:
1- “Kendi
yaptığın tekneden bir adaya ayak basmamak hayatın büyük anlarından birini pas
geçmektir” Arch DAVIS – Tasarımcı
2- “Deniz
temel bir romantizm gerektirir, aynı oranda hassasiyet ve ciddiyet var ise
deniz sizi kabul eder...” Ahmet KUŞCAN
–Tekne yapımcısı
3- Modern
zamanlar gelip her şeyi allak bullak etmeden önce ister balıkçılık, ister gezi
veya hizmet teknelerinin tümü rüzgârı yelken gücü ile kullanıyordu. Gerçekten
de birbirinden ayrılmaz ikili: Çünkü bir yelken teknesinin limana giriş
çıkışlarında, sıkışık bölgelerde manevra yapmak için küreğe ihtiyacı vardı.
Diğer taraftan da kısıtlı ve korumalı alanlar dışında kürek tekneleri rüzgârın
yardımını reddedemezlerdi.
Son yıllarda biraz da moda haline getirilen ADB Amatör
Denizcilik Belgesi hazırlık kursları İstanbul- Ankara ve İzmir’de belki de
yüzlerce her yaştan hevesli ve meraklı
insanı denizle buluşturdu. Çok da iyi ediyorlar. Ancak bu
kurslar gerçekte “denizci” yetiştirmiyor. Denizcilik yılların üst üste
deneyimlerinden oluşan, çoğu kez usta çırak ilişkisi içinde gelişen, tabii ki
teorik bilgi de gerektiren bir kültür, bir yaşam biçimi. Süreli bir kursa devam
edip açılan sınavda başarılı olup “denizci” olmak mümkün mü?
Eğer bu kursu başarı ile bitirip Amatör Denizci Belgesini
cebine koymuş X.Bey iki buçuk metrelik yükseklikteki rıhtımdan bir ahşap
teknenin içine ve farşlar üzerine atlıyorsa, Y.Hanım hafta sonu gezisine pür
makyaj ve topuklu ayakkabıları ile geliyorsa, yine ADB belgesini başarı ile
cebinde taşıyan D.Bey limandan ayrılıkken teknesinde bulunan usturmaçaları
şenlik balonları gibi taşımaya devam ediyorsa, bu ve bunun gibi yüzlerce örnek
verebileceğimiz insanların “denizci” olduklarını söyleyebilir miyiz?
Neden tekne sahibi olmaya karar vermiş insanlar henüz kürek
bile çekmemiş, bir dinghy’de yelken yapmamış, kavançada batmamış, çamçakla su
boşaltmamışken hemen 10 metrelik ve üstü fabrikasyon plastik bir yelken
teknesini hedefler? Burada düşünülen acaba “olmuşken büyük olsun” mudur? Yoksa
“küçük tekne sosyal sınıfıma uygun olmaz!” mıdır?
Denizcilik dergilerinin son sayfaları, marinalar, konu ile
ilgili internet siteleri birkaç yıllık satılık tekne ilanları ile dolu.
Aldıkları tekneyi abrayamayan, hakkını veremeyen, yakın tanıdıkları daha büyük
daha üstün tekne almış olanlar, iş bilmedikleri için bakım, onarıma servet
yatırdığından bu hevesi çok pahalı bulanlar satıyorlar teknelerini.
Uzun bir zamandır internet üzerinden haberleştiğimiz orta
yaşın üzerinde bir dostum fuar ziyaretine gelmişti. Amacı emekliliğinde eşi ile
birlikte kullanabileceği 11–13 metre civarı bir tekne planı satın alıp kendi
inşa etmekti. Fuar sırasında tasarımlardan, maliyetlerden, üretim tarzlarından
uzun uzun konuştuk.
Kendisine şu soruları sordum: Neden 11–13 metre bir tekne?
Bu tekne için yeterli bütçen var mı? Bu tekneyi yapacak yerin var mı? Böyle bir
tekneyi yapacak deneyimin var mı? Bu tekneyi bitirecek kadar sabrın var mı? Bu
tekneyi gerektiğinde tek başına kullanacak kadar deneyimin ve fiziki gücün var
mı? Ve nihayet neden şimdi daha küçük bir tasarımı yapıp kendini sınamıyorsun? Bütün bu sorular arkadaşımı etkilemiş olmalı. Hayallerinden
vazgeçmedi. Ama şimdi konuya daha gerçekçi bakıyor. İşe girişip de yarı yolda
ilgisini ve parasını kaybetmesi halinde riskini azaltmaya karar verdi.
Yukarıda bahsettiğim kursların var olmasından memnunum. Bu
kurslara devam edip başarılı olanların yüzde onu gerçekten “denizci” olsa bile
ülkemiz denizciliğine önemli bir kazançtır. Hani hep deriz ya “bir tarafına
deniz suyu kaçan bir daha iflah olmaz”.
Ama... Bizatihi “deniz” ve “denizcilik”, tüketim toplumu ve
bu kültürün değerlerini reddeder. Yenidünya düzeninde geçerli “modayı izle –
satın al – hızla ilgini kaybet – tüket – sat” mantığı denizde geçerli olamaz.
Eğer denize, denizciliğe ve teknelere böyle bakarsak bu bakış bize bir birikim
kazandırmayacak ve bir kültür oluşmayacaktır.
Her ne boyda olursa olsun teknesinin verniklerini kendi
zımparalayıp yenilemeyen, yıllık zehirlisini kendi atmayan, ufak tefek mekanik
işlerin üstesinden gelemeyen, her seferden sonra teknesini yıkamayan, bayrağı
eskidiğinde değiştirmeyen, özetle teknesine sadece bir boş zaman değerlendirme,
sosyal statüsüne perçin, tatil aracı olarak bakanların sahip oldukları
tekneleri hak ettiklerine inanmıyorum. “Deniz temel bir romantizm gerektirir,
aynı oranda hassasiyet ve ciddiyet var ise deniz sizi kabul eder...”
Deniz kültüründen bahis açılmışken şu noktanın da altını
çizmek gerektiğine inanıyorum. Pazara sunulan fabrikasyon tekneler her zaman
“en iyi” - “en güzel” “en verimli” olanlar değildir. Binlerce yıllık deniz
kültürü sadece onlar tarafından temsil edilmezler.
Alıcılar biraz merak edip araştırsalar çok daha estetik,
kendilerini ve kişiliklerini de yansıta cak, kullanırken çok daha rahat
edecekleri, daha düşük bütçeli ve muhtemelen çok daha keyifli, hatta daha da
denizci teknelere ulaşabilirler.
Günümüzde kullanılan modern yapım malzemeleri elyaf ve
epoksi kaplanmış teknelerin ömürleri polyester kadar uzundur. Üstelik ahşabın
sıcaklığından da feragat edilmez. İsteklere uygun doğru bir tasarım, kendini
kasmadan, iğne üzerinde korkarak denize çıkılmayacak, “işte benim teknem”
denilebilecek pek çok tekne gerçek sahiplerini ille bir yerlerde bekliyordur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder