5 Nisan 2016 Salı

BİZANS'ın VİKİNGLERLE SINAVI




Nergiz Nazlar / 09.12.2015

Vikingler denilince aklımıza genelde Romalı askerlerle savaşıp sihirli sulardan güçlerini alan, saçı örgülü, şirin simalar veya Büyük Britanya kıyılarını bir daha benzeri görülmeyecek bir şekilde fethedebilmiş o büyük savaşçılar gelir. Zihnimizde canlanan bu iki imajdan ilkinin sebebi Vikingler üzerine sinema dünyasının uyarladığı birkaç film, diğerinin sebebiyse artık üstü toz tutmuş tarih bilgilerimizden arta kalanlardır. Oysa 700’lü yıllardan itibaren tarih sahnesinin hem doğuda hem de batıda en aktif oyuncuları arasında gelecektir Vikingler. Hatta ta burnumuzun dibinde, İstanbul’un, o zamanki ismiyle Konstantinopolis’in sularında dolaşacaktır siluetleri uzunca bir süre. Çoğumuz bilmese de Vikingler Bizans İmparatorluğu ile -zaman zaman şehrin nimetlerine karşı saldırgan girişimlerini saymazsak- ticari ilişkilere girmişler ve hatta iki yüzyılı aşkın bir süre Bizans İmparatorluğu’nun asil askerleri olarak sarayda ve savaş arenasında baltalarını bireylemişlerdir.


Aslında Konstantinopolis’e varıp Bizans tarihinin önemli bir parçasını oluşturan bu insanlar İskandinavya Vikinglerinin bir kolunu oluştururlar. Kendilerine “Kuzeyden, İskandinavya’dan gelen göçmen” anlamına gelen Rus/Rhos denilir. Artlarında bıraktıkları izlere bakacak olursak, yolculuklarının Baltık Denizi’nde bir İsveç adası olan Gotland’de başladığını görürüz. Arkeolojik araştırmalar göstermektedir ki İskandinavya’da Viking çağına ait bulunan paraların yarısından fazlası Gotland’den çıkarılmıştır. Ayrıca İskandinavya’daki kazılarda oldukça ender rastlanan Bizans paralarının yüzde sekseni de yine Gotland’den toplanmıştır.


Vikingler Gotland’den yola çıkıp Baltık Denizi’nin doğusuna doğru hareket edeceklerdir. Burada Staraya Lagoda-Novgorod bölgesinde tutunacak, daha sonra 800’lerin başında güneye, onları çeşitli kültürlerle tanıştıracak ve birbirinden farklı birçok maceraya sürükleyecek bir nehir sistemi merkezine ulaşacaklardır. Bu nehir sistemi merkezi Valdai tepelerinde; günümüz Moskova’sının 200 mil kuzeybatısında, Novgorod’un ise 100 mil güneyinde yer almaktadır. Bu tepelerden Doğu Avrupa’nın en önemli dört nehri doğar. İçlerinden biri Avrupa’nın en uzun nehri Volga, diğeri ise Dinyeper’dir. Volga, onları İdil Bulgarlarına, oradan Hazar Denizi’ne ve Hazar Denizi geçidiyle İslam, hatta Çin imparatorluklarına bağlayan bir suyolu olacaktır. Dinyeper kolunu takip edenler ise Smolensk ve Kiev’e varacak, oradan da Bizans’ın Karadeniz sınırına ulaşacaklardır.


Bizans’ın kapısına Vikingleri ulaştıran yol Dinyeper’dir, evet, ama bu yolculuğu mümkün kılan diğer iki faktörü de unutmamak gerekir: Vikinglerin bu nehirleri geçebilecek manevra kabiliyetine sahip gemileri ve kendilerinin ayırt edici karakterleri. Viking gemileri belki de onlarla ilgili en meşhur objedir. Gerçekten de Vikinglerin kıtalar ve uluslararası alanda alabildikleri yolların fatihi gemileri olacaktır. Zaten “Viking” kelimesinin kendisi de “deniz korsanları”nı ifade eder. İnce-uzun ve esnek bir yapıya sahip bu gemiler onların yarım mil genişliğindeki bu nehirlerden zorlanmadan geçebilmelerini mümkün kılmıştır. Vikingleri Kiev bölgesine 800’lü yıllarda getiren de işte bu marifetli gemilerdir. Fakat bu bölgede kurdukları ilişkiler onların ayırt edici karakter özelliklerini ortaya koyar. Bölgeye yerleşen Vikingler buradaki Slav kasabalarının savunma ve vergi sistemlerinin, seyahat ve ticaret ağlarının yönetimini pek de zorlanmadan devralmışlardır. Vikinglerin bu coğrafyada büyük bir kuvvet olarak yerlerini sağlamlaştırmalarında anahtar figür olarak Oleg’in şahsı gösterilir. Rurik ve iki erkek kardeşinin 9. yüzyılın ortalarında Novgorod’da kurduğu beylik ile Kiev’in yönetimini 880’lerde tek elde birleştiren Oleg, böylece etkileyici genişlikte bir pagan Rus/Rhos krallığının da kurucusu olur.


Fakat bu tarihe kadar, hatta bir nesil öncesinde dahi bu coğrafya ve suyolları Vikingler tarafından oldukça iyi bilinir olmuştu. Öyle ki, Bizans mücevheri Konstantinopolis’e saldırmaya cüret edecek kadar bir öğrenmişlik söz konusuydu. Sene 860’ta Bizans Kralı III. Michael ordusuyla beraber uzaklarda, doğuda, Araplar ile savaş halindeyken 18 Haziran günü şehrin sularında göründü Viking gemileri. Kuzeyden Boğaz’a doğru 200 kadar gemi yanaşmaktaydı. Her gemide 40 kadar savaşçı vardı ve toplamda 8 bine varan bir sayı söz konusuydu. Şüphesiz şehir hazırlıksız yakalanmıştı. Belli ki kralın yokluğu ve şehrin savunmasızlığı Vikinglerin bilgisi dahilindeydi. Önce Boğaz boyundaki manastırları yağmaladılar, sonra Haliç’e yöneldiler. Şehrin varoşları da yağmalanıp kana bulandıktan sonra Adalara doğru rotayı çevirdiler. Adalar da benzer bir dehşete maruz kalmaktan kurtulamadı. Manastırlar yağmalandı. Bu sırada burada sürgünde bulunan eski Piskopos Ignatius, 22 hizmetlisinin barbarların gemilerine çıkarılıp baltalarla parçalara ayrılmasına tanık olmak zorunda kaldı. Bizans’ın kalbinde kan revan bir manzara hakimdi. İşte böyle oldu Bizans’ın Vikinglerle tanışması. On günü aşkın bir saldırı ve yağma süreci Vikingler için ne kadar kazançlı olduysa, Bizanslılar için o kadar korku ve vahşet anlamına geldi. Ve sonunda yağma bitmiş, eli baltalı bu ürkütücü adamlar şehri terketmişti.


Böyle olmuştu Bizans’ın Vikingle tanışması. Piskopos Photius bu süreçte şahit olduklarını, Konstantinopolis şehrinin maruz kaldığı dehşeti anlatacaktı birkaç gün sonra verdiği vaazda. Deneyimledikleri bu tehlikenin, kendilerine karşı gerçekleşen bu ani saldırının Tanrı’nın gazabından ve öfkesinden başka bir şey olmadığını söyleyecekti, “Günahlarının çokluğuna karşı Tanrı’dan gelen bir ceza!” Yaşananların zorluğu ve acımasızlığı karşısında Bizans kilisesinden gelecek alışılmış bir söylemdi bu. Fakat daha sonra ekleyeceği cümleler, hem kendisinin hem şehir sakinlerinin hem de Bizans’ın Vikinglerle hangi hissiyatlarla tanışmış olduklarını gösterecekti. “Ne idüğü belirsiz, bir kaydı olmayan, köleler arasından sıralanmış, önemsiz ve hatta bize saldırana kadar bilinmeyen bir millet…” diyordu onlar için. Demek ki bu saldırıdan önce Vikinglerden -veya ismiyle olmasa da bu çeşit bir milletin varlığından- dahi haberi yoktu Bizanslının. Hatta Photius, “Bir zamanlar değersiz ama şimdi meşhur, bir zamanlar sıradan ve sefil ama şimdi görkemli ve zengin” diyecekti onlar için. Photius yaşananların süratinin “göz kapayıp açıncaya kadar” hızlı gerçekleştiğini ekleyecekti. “Bir deniz dalgası gibi, sınırlarımız üzerine döküldü ve sanki vahşi bir domuz gibi, ahaliyi sanki bir ot, saman ya da tahılmış gibi yalayıp yuttu” şeklinde ifade ediyordu Viking saldırısını. Onlar, “İnsandan hayvana hiçbir ayrım yapmayan, kadınların zayıflığına saygı duymayan, nazik yavrulara acıma hissetmeyen, yaşlı adamların ak saçına hürmet etmeyen, insan doğasına karşı acıma hissettirecek hiçbir şey tarafından yumuşamayan, her yaştan ve cinsiyetten insana kılıcını arsızca saplayan” insanlardı. Ne sütteki bebeklere, ne bebeğini emziren annelere acıyorlardı. Genç-yaşlı kadın-erkek, insan-hayvan ayırt etmeden öldüren bir gaddarlığa şahit olmuştu Photius. Bu cümleler sadece onun şahitliğini değil, bütün bir şehrin deneyimini ifade ediyordu.


Ne idüğü, kim olduğu belirsiz bir millet kendini en kanlı yollarla tanıtmıştı yeni komşularına. Fakat başladığı gibi zalim ve gaddarca devam etmeyecekti Bizansla Vikingin ilişkisi. Hatta çok da uzun bir zaman geçmeden aralarında ticari anlaşmalar sağlanacak, daha da ilginci, iki asrı geçkin bir süre Bizans krallarının en güvenilir, sadık korumaları olacaktı Vikingler. Bir zaman Bizans için kaydı kuydu ve ehemmiyeti olmayan bu millet önceleri Rus adıyla, daha sonra ise Vareg Muhafızlar ismiyle şöhrete kavuşacaklardı. Ve artık Bizans tarihinde Vikinglerle yeni bir sayfa açılacaktı.


Kaynakça

Brink, Stefan. “Slavery in the Viking Age.” The Viking World. Editörler Stephan Brick ve Neil Price, 49-56. London: New York: Routledge, 2012.
Comnena, Anna. The Alexiad of Anna Comnena. London: Penguin Books, 1969.
Griffith, Paddy. The Viking Art of War. London: Greenhill Books; Mechanicsburg, Pa.: Stackpole Books, 1998.
Logan, F. Donald. The Vikings in History. London: Routledge, 1991.
Shepard, Jonathan. “The Viking Rus and Byzantium.” The Viking World. Editörler Stephan Brick ve Neil Price, 496-516. London; New York: Routledge, 2012.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder