İngiliz korsan Mainwaring uzun pazarlıklardan sonra 9
Haziran 1616da “Kaptan Meanwaring, deniz kaptanı, İngiltere’nin büyük mührü
ile affedilmiştir”
Meanwaring, Discourse
of the Benninins,Practices and Suppression of Pirates adlı eserini
affedilişinden kısa bir süre sonra yazmaya başlamış ve 1618 yılında Kral “.James’e “Kabahatlerimin Kefareti” olarak sunmuştur. Bu eser 48 sayfalık bir
el yazmasıydı, Latince ifade ve ibarelerle süslenmiş altın tezhipliydi. Kitap,
“Majestelerinin yeni yaratığı”na şövalyelik kazandırdı. Aynı zamanda “Treatise Piracy” adıyla da anılan eser
kopyalanarak yayınlandı ( en az dokuz kopyası günümüze kadar ulaşmıştır) ve
günümüzde denizleri fazlasıyla istila etmiş olan korsanların ekonomiye
verdikleri zararı kavramak isteyen yetkililerin standart kılavuzu haline geldi.
-----------------------
Discoures’un 5 bölümü entelektüel düşüncenin, bilginin ve
sağduyunun etkileyici bir birleşimiydi. Meanwaring konuya, nasıl olup da kralın
tebaasından bu kadar çok insanın korsanlığa giriştiğini ve bunların desteği
nasıl bulabildiklerini açıklamakla giriyordu.
Gemi sahiplerinin büyük
çoğunluğu, limanda demirliyken, tekneleriyle ilgilenmiyor ve yelkenlerini de
sökmüyorlardı. Bu nedenle de kötü niyetli denizciler de gemileri çalmaktan geri
durmuyorlardı. Bir kere kendilerine ait bir gemiye sahip olduktan sonrası
kolaydı; çünkü bir balıkçı kasabasından bile mürettebat toplayabiliyorlardı,
“çünkü denizcilerin çoğu yoksulluk içindeydi”. Mürettebat sağlam olunca Fransa
açıklarında kıyı ticareti yapan tekneleri ele geçirmeleri işten bile değildi.
Böylelikle aşağılara inebiliyor ve hafif silahlardan başkasına sahip olmayan
gemileri soymaya koyuluyorlardı. “Böylece yavaş yavaş güçleniyor ve sonunda da
iyi bir gemiye sahip olmayı beceriyorlardı”. Ellerinde nakit ve çalıntı
mallardan yeterince sermayeye biriktirdiklerinde soluğu malzeme ve cephane
ihtiyaçlarını karşılamak için mükemmel bir Pazar olan İrlanda’da alıyorlardı.
İrlanda köylüleri, başlarına geleceklerden korktukları için, korsan
kaptanlarına açıkça satış yapmaktan kaçınırdı ama ihtiyaç duyduklarını nerede
bulabileceklerini söylemekten geri kalmazlardı. Korsanın bütün yapması gereken,
önce sahte bir soygun saldırısı düzenleyip ihtiyacı olan malları “çalmak”,
sonra da karşılıklı anlaştıkları üzere o malların piyasa değerinden daha yüksek
bir nakit bedeli ya da malı oracığa bırakmaktı.
Bütün bunlar Discoures’un ilk iki bölümünü kapsıyordu.
Üçüncü bölümde ise reformcumuz, korsanların gemileri tipik ele geçiriş
yöntemlerine bir bakış atıyordu. Yazdığına göre, şafaktan az önce, seyir halindeki gemi bütün
yelkenlerini toplar ve suyun üzerinde öylece yatardı. Gün boyunca da gözcüler
etrafı dolaşıp kolaçan ederlerdi. Tam o sırada korsan gemisi de seçtiği
kurbanına yanaşmaya başlardı. Takip başladığında gözcüler çevreyi değil
teknenin içini gözetlemekle uğraştığından diğer gemilerde de kimseyi uyaracak
adam bulunmazdı. Zaten korsan gemisini görseler bile, kendileri gibi seyreden
başka bir ticaret gemisi sanacaklardı. Bunun için korsanın şüphe çekmeyecek bir
bayrağı olmalıydı; örneğin av bir Hollanda teknesi ise korsanın göstereceği
bayrak da Hollanda bayrağı oluyordu. “Takipte” diyordu Meanwaring “Ağır toplar
nadiren kullanılır, ama borda bordaya gelindiğinde bu ticaret gemisindekilerin
yüreklerine daha fazla korku salmak, kendi adamlarını ise yüreklendirmek için
gerekli olabilirdi”
Ne yazık ki taktikler konusunda birkaç küçük ayrıntı dışında
fazla bilgi vermiyordu. Eğer bir korsan takip ettiği avını sahte bir güven
duygusuna kaptırmak isterse, yelkenlerinin indirebildiği kadarını indirir,
denize trol atıp yavaşlıyormuş gibi yapardı.
Bu durumda av, onun korkup çekildiği zannına kapılır ve dikkatle
gözlemeyi bir yana bırakırdı. (Sir Francis Drake’in Pasifik’te İspanyollara
karşı uyguladığı taktik buydu ) Ayrıca korsanlar filo halinde seyrediyorlarsa,
bütün gemiler üst yelkenlerini sürekli fora tutar ve iletişim sağlayabilmek
için bir tür işaretler-Bayraklar mı?-Kol işaretleri yapan bir denizci mi?
Sistemi uygularlardı.
Akdeniz’in o dönem
atlasını anlayabilmek, etki bölgelerini, Batı ve Doğu stratejilerini anlamak
için kitaba başvurunuz.
I.James döneminin sonlarında, hayatlarını İngiltere’nin
batısı, İrlanda, Berberistan ve Newfoullanda arasında tüketen göçebe korsanlar-
Bishoplar, Estonlar ve Meanwarningler- yerlerini Cezayir ve Tunus’ta
profesyonel deniz korsanlarına terk etmeye başladılar; Bunlar Boğazların
ötesinde yeniçerilerle dolu gemileriyle ganimetler, mallar ve köleler peşinde
dolaşan yeni bir nesildi.
Meanwarning çağdaşları bunun sebepleri konusunda hemfikirdi.
Bu sebeple Avrupalıların, Türklere ve Mağrıbilere yelkenlilerle okyanusa
çıkmanın da mümkün olduğunu öğreterek Hıristiyanlığa ihanet etmeleriydi.
Phokahontas’ın ünlü kaptanı John Smith Ward ile Danseker, Bishop ve
Eston’un “Mağrıbilere savaşçı olmayı ilk öğretenler” olduklarını iddia
ediyordu, ayrıca A Christian Turn’d Turk’ü
izlemeye koşan Londralılar da Ward’ın oyucu Türklere “Size, atalarınızın bilmediği bir işi, denizcilik sanatını ilk defa
hayata geçiren, Avrupa’yı, fetih yolunu gösteren benim” deyişini neler olup
bittiğini tam anlamıyla bildiği halde İngiliz denizci Sir William Monson bile
soluksuz izliyordu.
Cezayir korsanlarının yarattığı tehditle nasıl baş
edilebileceğine ilişkin 1617 tarihli raporunda Danışma Konseyi’ne “ İngilizler
onlara denizcilik sanatını öğreteli on iki yıldan fazla olmadı” diyordu.
Geleneksel Akdeniz kalyonları, yelkenli gemilerden daha
hızlıydı ve manevra kabiliyetleri de daha fazlaydı. Temiz bir karina ve güçlü
bir mürettebatla dakikada 4700 yarda yol alabiliyordu ki bu da saatte yedi
deniz miline eşitti. Ne hızı ne de yönü rüzgâra bağımlı değildi ve alçak su
kesimi sayesinde sığ kıyılara bile girebiliyordu.
Ayrıca kalyonlar, Akdeniz korsanlarının ustası oldukları şok
edici taktiklere uygun biçimde tasarlanmıştı. Donanımları hafifti ve baş üstüne
monte edilmişlerdi. Tipik bir kalyonda ağır, merkeze yerleştirilmiş elli iki poundluk
toplar, bir çift yirmi ikilik ve bir çift de altı poundluk top bulunuyordu.
Küçük ahşap savaş sahanlıkları top bölmeleri üzerine yerleştirildiklerinden
topçuları bir ölçüde de olsa koruyordu ve kendi üzerlerinde de kıçtan doldurma
döner toplar (Bunlar ufki olarak her yöne dönebilmelerini sağlayan hareketli kundaklar
üzerine yerleştirilen hafif toplardı)
yer alıyordu. İnce uzun bir pruva yukarıya kalkık bir demir mahmuzla
güçlendiriliyordu. Saldırı sırasında korsan kalyonu, avına hızla yaklaşır, onun
toplarına karşı hedef küçültür ve bütün hızıyla gövdesinden mahmuzlardı. Çarpma
sonucunda burun çarpılan gemiye geçilecek köprü görevi üstlenirdi. Yeniçeriler
döner toplarıyla güverteyi delik deşik ettikten sonra, fırtına gibi, kendisini
demir mahmuzdan kurtaramayan avlarının üzerine atılırlardı.
Ne var ki kalyonları böylesine muhteşem kılan donanımları,
aynı zamanda onların birer savaş gemisi olarak en büyük talihsizlikleriydi. On
iki sıralı - yirmi dört kürek ve her kürekte üç forsa – yetmiş iki kişilik bir
forsa takımı (yirmi dört kürek ve her kürekte üç forsa) gerektirmekteydi.
Ayrıca on kadar da yedek forsa bulundurulması gerekiyordu. Kuskusuz bu, yirmi dört sıralı bir savaş
kalyonu için gereken 164 forsanın yanında görece küçük bir sayıydı.
Forsalarında su ve yiyecek ihtiyaçları vardı. Bu sadece bir insanlık gereği
değildi. Sağlıklı forsa demek sağlıklı bir kürek takımı demekti. Oysa
kalyonlarda ambara pek yer olmuyordu, çünkü teknenin yüzde 95lik alanını
kürekçilerin oturakları doldurmaktaydı.
Hesaplara göre, bir savaş kalyonunun sefere çıkması için 144
forsa, 40 savaşçı ve subay için 1800 galon suya ihtiyaç oluyordu ve bu da su
ikmali yapmak zorunda kalmadan yapılabilecek yolculuk süresini en çok 10 gün
ile sınırlamaktaydı. Korsanların tercihi olan hafif kalyonlar için bile bu süre
en çok dört güne çıkabiliyordu.
Boğazların içinde kalan denizlerde, düşman topraklarında
bile olsa, yiyecek ve su aramak kolaydı. Atlantik’in daha vahşi kuzey sularında
ise durum farklıydı. Akdeniz’in berrak sularında seyrederken kaptanlar sahillere
fazla zorluk çekmeden yanaşabiliyordu. Buna karşılık sürekli gelgitler, ters rüzgârlar
ve güçlü akıntıların hâkim olduğu Kuzey İspanya, Fransa, İngiltere ve
Çukureller’de Akdeniz kalyonları kaptanlarını aşan bilgiler ve denizcilik
becerileri gerekiyordu.
./…. Bununla birlikte Ward ile Denseker’in Türklerin
güçlenmelerinde sorumlu olup olmadıkları tartışmalı olmakla birlikte, Berberi
korsanlarının Avrupa’nın denizcilik teknolojisini kendine uyarladığı ya da
bunun Cezayir ve Tunus korsanlarını daha güçlü hale getirdiği konusunda
kimsenin şüphesi yoktur.
Ucuz ve bitmez tükenmez bir gemi kaynağına sahip oldukları
açıktır; Ele geçirdikleri gemilerden tabii ki de “Anlamak zorundasınız” diye
yazıyordu Sir William Manson 1636’da. “ Türk korsan gemilerinin hepsi Hristiyan tekneleridir, zorla alınmışlar ve ele geçirildikten sonra da Türkler
onları daha iyi yelkenliler haline getirmek için bütün ustalık ve sanayilerini
seferber etmişlerdir” Türkler ele
geçirdikleri ticaret gemilerini birer savaş gemisine dönüştürmek için gemileri
fazla ağırlıklarından arındırıyor ve bunun için de omurgayı destekleyen
ahşapları söküyorlardı. “Gemilerin tek seferlik güçte olması onlara yetiyordu” diyordu
Manson. Ne güvertede ne de ambarlarda gerekli yiyecek, su ve cephaneden öte
fazladan ağırlık taşınmıyor ve hatta ağır silahlar bile asgari düzeyde
tutuluyordu. Tek amaç hızdı, hızla kaçmak kötüydü ama hızla kovalamak
birebirdi. Dahası çok çabuk öğreniyorlardı. Daha on yıl bile geçmeden
İngilizler, Berberistan Türklerinin amaçlarına uydurdukları teknelerle hiçbir
Avrupa gemisinin kıyaslanamayacağını kabul etmek zorunda kaldı. Bu da Avrupa
tacirleri ve denizcileri için gerçekten korkunç bir durumdu.
17.YÜZYILDA AKDENİZ'DE KORSANLIK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder