17 Mart 2014 Pazartesi

YENİ GÜNDE IONIA

Servi gölgelerinde ve bembeyaz taşların koruması altında huzurla uyuyan mevtalar, ezelden beri Tanrıların denizi Ege’nin mavi beyaz dalgalarının kâh şiddetle dövdüğü kâh usulca diz kırıp fışırdadığı ileri hafifçe uzanmış burnun az açığında, tonozuna bağlı, karıncaların su içtiği suyun üzerinde, hafif sis altında havada dururmuşçasına diğer teknelerle birlikte yeni günü karşılıyor  Ionia.

Güneş doğalı çok olmadı. Sabahın serinliği var. Tek tük karabataklar sabah avında suya dalıp çıkıyor, denizin yüzünü buruşturuyorlar.

Simba ile birlikte patalyamızın kürekleri omzumda, elimde, nevaleyi koyduğum hasır zembilim ile derme çatma ahşap iskeleye yürüyoruz. Vardığımızda ters kapak bıraktığım patalyayı çevirip, baş ipinden tutup denize sürüyorum, kürekleri, zembili ve Simba’yı içine koyuyor ben de biniyorum. Tek itişle tekne yüzebileceği kadar derin suya kayıveriyor. Kürekleri ıskarmozlara takıp acelesiz hamlelerle Ionia’ya gidiyoruz.

Vardığımızda önce Simba tekneye çıkıyor sonra zembili yan güverteye bırakıyorum, kürekleri de güverteye koyup tekneye çıkıyorum ve hoop, ambarın içindeyim. Patalyanın baş ipini kıç babalardan birine volta edip, zembili de baş altına mezarnadan içeri bırakıyorum. Ionia’nın derin farş altında birkaç toprak testi su ve birkaç testi ev şarabı hiç eksik olmaz.

Güneş biraz daha yükseldi. Az sonra şapka giymek gerekecek. Hava çok durgun. Motorla çıkacağız. Marşa basıyorum. Makinenin pata pataları düzenli saymaya başlıyor. Ambardan tek basamakla baş güverteye çıkıp tonoz ipini ve şamandırasını baş babadan kurtarıp denize bırakıyorum. Yine acelesiz, yavaşça bu kere yine tek basamakçıkla kıç güverteye çıkıp minik havuzluğa oturuyorum. Simba yanıma geliyor. Makineye yol verdiğimde Ionia usulca ileri hareket ediyor. Daha fazla gaza yüklenmeden çarşaf gibi suyun üzerinde akıp gidiyoruz. Arkamızdan patalyayı da çekiyoruz.
Az sonra balıkçı barınağına girip bu günkü arkadaşlarımı alacağım. Sonra hep birlikte Sığacık Körfezinin eşsiz cennet koylarını peş peşe dolaşıp beğendiklerimizde kendimizi pırıl pırıl sulara bırakacağız, birinde de zembille getirdiğim nevale ile hazırlayacağım yemeği yiyeceğiz. 

Motor seyrinde ve konakladığımız koylarda ana yelken bumbası üzerine atıverdiğim tente bizi Ege’nin yakıcı güneşinden koruyor.

Rüzgâr çıkarsa yelkenleri açıp yol alırken toprak testiden serin ev şarabımızı yudumlayacak, yaşadığımıza şükredeceğiz.

Deniz üzerinde, özellikle de yelkenli bir teknede “insan” özgürlüğü elinle tutabilir, içine derin bir nefes gibi çekebilir, serin dağ pınarlarından avuçladığı su gibi kana kana içebilir. Yelkenli bir teknede yol alırken  “insan”, ayakları yerden kesilmiş de uçuyormuş hissine kapılabilir. Yelkenli bir teknede "insan" ne eş ne de iş düşünür, günlük gailelerin tamamından arınmış rind olup çıkar.

Anlatmaya çabaladığımın benzer görüntüsü tam da budur:  https://www.facebook.com/photo.php?v=10152128168836847

Yelkenli bir tekne ile denizde yol almak "insanı" doğanın ve evrenin doğal ayrılmaz parçası haline getirir.

Ionia, yoldaşını ve onun misafirlerini kocaman gönlü ile kucaklayabilir, sert denizlerde korur ve esirger, kuytuya vardığında göğsünde yakılıp yemek pişirilen ocağı, farş tahtalarına serilip yatılan geniş karnı ile yolcularından  “yuva” sıcaklığını esirgemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder