6 Şubat 2014 Perşembe

DEVAM....








YELKEN PLANI ...2



Elimizde kesin milimetrik ölçüler yok. Göz terazi el kantar gidiyoruz. Ama o kadar da körlemesine ilerlemiyoruz.

Her şeyden önce orijinalinde olmadığı gibi Ionia'da da dışarıdan omurgaya bir safra eklemeyeceğiz. Dolayısı ile arma gözümüzün alışık olduğundan daha düşük olacak.

Bazı kaynaklarda 8 metre bir tırandilin 18m2 yelken taşıdığı yazıyordu. Ama gördüğüm yelken planı da olması gerekenden de küçüktü. Biz toplam yelken alanını kabaca 22m2'ye bağladık. Buna karşılık eğer ileride Ionia'nın daha fazla yelken taşıyabileceğine kanaat getirirsek 6 metre uzunluğunda tuttuğumuz direk, bize ana yelken - trenket ve flokda alt yakalarına ek yaparak biraz daha büyütme olanağı sunacak.

Yine kabaca hesapladığımız  (CENTER OF LATERAL PLANE (CLP)veya CENTER OF LATERAL RESISTANCE) noktasına göre Ana Yelken - Trenket  ve Ana Yelken - Flok güç merkezleri (CE) iz düşümleri de  gayet makul görünüyor. Yani Ionia yelken seyrinde boyu stabilitesi düzgün bir tekne olacak.
 

5 Şubat 2014 Çarşamba

10-11 MAYIS 2014




Denizci Kahvesi Mayıs ayı oturumu Bodrum'da...

Konumuz tam da kaynağında, yaşayan efsaneler; Tırhandiller.
Nedir, ne değildir? Ne işe yarar, hangi işe yaramaz? Nasıl yapılır? Hangi kısmı ne işe yarar?

İlk gün, aklınıza gelecek tüm sorulara bizzat ustalarından yanıt almak üzere -yakında belirlenecek bir- tersanede ve ustalarla bir arada buluşuyoruz.

İkinci gün efsane bir tırhandille seyre çıkıyoruz.

Söz konusu tarihlerde katılabilecek tüm konuklar, lütfen her türlü sorunuz, fikir ve öneriniz için benimle irtibat kurunuz.


Gelemeyen "tahta tekneciler" için bilgi; etkinlik iki gün boyunca yat.tv adresinde canlı yayında olacak :)

ÜST AĞIZ VE KÜPEŞTE KAPANIYOR.

05 ŞUBAT 2014

  



3 Şubat 2014 Pazartesi

K E M A L

https://www.youtube.com/watch?v=T-f-vQX942I

Şarkı Sözü: Nikos Gkatsos
Müzik:
 Manos Chatzidakis
Ilk Performans:
 Aliki Kagialoglou

Diğer performansları:
 
Vasilis Lekkas
Marios Fragkoulis
Maria Farantouri
Alkinoos Ioannidis
Savvina Giannatou


Duyun Kemal'in hikayesini
Doğulu genç bir prensi
dünyayı değiştirmeyi düşünen
Sinbad soyundan denizciyi.
Tanrının sesine kulak verin
ve insanların karanlık ruhlarına.

Bir zamanlar Doğu topraklarını kattı kendine
ama heybesi boş, küflü su doluydu
Musul ve Basra, eski Hindistan cevizi içinde
ve acı ağlıyor şimdi çöl çocukları.

Genç ve soylu
ağıdını duyuyor ve büyüyor.
Bedeviler üzgün
Tanrıya sunulan adaklarla, zaman değişiyor

Efendilerinden duymuş gibiyim, korkusuz çocukları
kurt dişi ve aslan postuyla başlayan
Fırat dan Dicle den, yerden göğe kadar
asker kaçağı mülteciler onların avı

Κüme üzerinde, vahşi köpek gibi zıplıyorlar
ve Halife bir ilmik daha koymak için
son nefesini darağacında bırakmadan önce.
siyah bal siyah süt içiyor sabah sabah

İki yaşlı deve
cennet kapılarında peygamberi bekliyor.
Artık el ele gidiyor peşinde bir bulut
Ancak Şam'ın yıldızı onlara eşlik ediyor.

Βir ay belki bir yıl sonra görürler Tanrıyı
Onun yüce tahtından naçizane Sinbad der:
"Yaralıyım, değişmez bu dünya
ateş ve kılıçla ilerliyor dünya her zaman"

Iyi geceler Kemal, bu dünyada asla değişmeyecek

Iyi geceler ...

2 Şubat 2014 Pazar

BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLMAK & ŞEHİR EFSANELERİ

"Randa yelkenin markroni yelkene göre kullanımı daha zordur... Sağanaklı havalarda..randanın kumandası çok zordur. Ani sağanaklarda epey sıkıntı yaratır. Alanya-İskenderun hattında randa yelkene uygun havalar varsada, Güney Marmarada ve Ege de  uygun ruzgar nadir bulunur...Markroni yelken donanımlı slop,kotra vb tekneleri tek başına kullanmak kolay iken randa yelken için bir yardımcı gerekir sanırım. Hele..hele randa yelkenin kavançasını rüyamda bile görmek istemem.....
Bu nedenlerle olsa gerekir..Günümüzde randa donanımlı tekneler pek tercih edilmemektedir..."

Yaşını başını almış, denizlerde dolaşan, tekne sahibi birinin ettiği laflar bunlar. Çok eminim belki çocukluk veya gençliğinde, ama belki, latin yelkenli tekne kullanmıştır. Ama eminim doğru donatılmış bir randa armalı tekne kullanmamış olduğu yukarıda yazdıkları ip uçlarını veriyor.

Öncelikle sağnaklı havalarda neden randa'nın kumandası zor? Sormak gerek. Ani sağnaklarda epey de sıkıntı yarattığını vurguluyor.  Emin olun ki randa armanın markoniden daha fazla zorluğu yok. Hatta zaman zaman çok daha kolay ve dengeli.

Beyefendi markoni donanımlı sloop, kotra vb tekneleri tek başına kullanmak kolay iken randa yelken için  bir yardımcı gerektiğini "sanıyor". Demek gerçekten hiç kullanmamış.
Hele hele randa yelkenin kavançasını rüyasında bile görmek istemiyor. O kadar bilgisi yok.

Bu, tam da, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak durumu. Veya sağdan soldan duydukları o da olmadı uzaktan bakarak gördükleri ile işin altından kalkamayacağını anlayıp dolaysız olarak konuyu- durumu- metayı "pislemek".

Ama hiç şaşırmıyorum. 
Çok iyi yelkenci ve denizci olduklarını bildiğim, üstelik klasik tekne sahibi de olan kişiler bile sadece uzaktan gördükleri, asla kullanmadıkları randa arma konusuna "veba"lı gibi yaklaşıyor, heves edenleri de yollarından saptırıyorlar. 

Yanımda her konu açıldığında, hele bir de çok bilmiş tavırlarla randa armayı yerin dibine sokmaya kalktıklarında ben de tırnaklarımı çıkarıp ne cehaletlerini bırakıyorum ne de denize ve denizciliğe saygısızlıklarını.

Bu randa armayı "pisleyenler" genellikle dünyaya "at gözlükleri" ile bakanlar. Ufuklarını bir türlü genişletemeyen fikir ve uygulama tembelleri. Örneğin randa armalı küçük ve orta boy teknelerde yelken vinçi olmamasını bir türlü anlayamıyorlar. Oysa basit makaralar ile palanga sistemleri hem işleyişi hem de işlevi kolaylaştırıyor. "Hazretler" için yelken vinçi olmayan bir tekne "olamaz!!!".

Yukarıya koyduğum son iki resim Trilye dönüşünde 28-30 knots rüzgarda seyir fotoğrafları. 
Tayo-Mar tam 7 metre boyunda. Görüldüğü gibi ana yelkende bir camadan- Bocurum kapalı - Trenkete ve flok full. 

Yine, Tayo-Mar 30-35 hava da gördü. Bana mısın demedi.

Derdim insanlara bulaşmak değil. Derdim, geçmişte kullanılan bizim de yelken tarihimizin bir bölümünü oluşturan klasik armaları unutturmamak ve gelecek nesillere aktarabilmek.

Denizci Der De, Dediği Ne Demek ?

Orsapoca Bir Mektup
Mustafa Pultar


Sayın abilerim!

Evvelemirde
hâl ü hatırınızı sorar, ellerinizden öperim. İnşallah iyisinizdir. Benim halimi sual edecek
olursanız, Allaha şükür ben de iyiyim. Ama malûmunuz her türlü çapariz gelir bana borda eder. Son günlerde başıma öyle şeyler geldi ki, size bir ifademi vereyim ki malûm ola, fazla kafa ütülemeden.

Bilirsiniz, bizim gemi Belkis Tahinci 1600 tonluk bir şilep. Adını bizim patronun yengesi için koymuşlarmış. Üç yıldır ekmek teknemdi, gemici olarak çalışıyordum. Sizden iyi olmasınlar, süvarisi, ikincisi efendi adamlardır, hürmette kusur etmem. Ama lostromo flamasızın biri, çevirdiği tolozlar tüm geminin pasaparolası olmuştur. Hiç sevmem herifi, hep alargada dururum. Geçenlerde durup dururken çağırdı. “Ulan yine mi alabanda yiyeceğiz” diye düşündüm. Meğerse Tahincilerin şirketinde işler poyraza çevirmiş.
“Mustafa oğlum, sana kötü bir haberim var” dedi, “işler kesatmış, tayfalara yol veriyoruz. Sana bir torpil çekeyim dedim ama elimden bir şey gelmedi. İşte tazminatın! Eşyanı topla, filika sizleri rıhtıma atacak.”

Oğlummuş, torpil çekermiş! Hadi ordan dalgıç herif, o kadar sene ketenpereye getirdin de, kapının önüne koyarken mi oğlun olduk? Tayfaya yol vermeler yalnız Tahincilerde değil, zaten bir süredir hepimizi mayna edeceklerini duyuyorduk.

Üç beş parça eşyamı topladım, filikaya atlayıp Kumkapı’da kıyıya çıktım. Ne kadar bekliyor olsam da olup bitenden feleğim şaşmıştı. “Oğlum Mustafa” dedim kendime “toriği çalıştır, yoksa cebindeki paçarozlar suyunu çeker, ya ırgatlık edersin ya da ahtapot olur kalırsın.” Hava da hiç kafama göre değil, kasvetli bir hava. Kapalı, ama yağmıyor. Mendireğin ucuna doğru yürüdüm, bir babaya oturup ayaklarımı avara ettim.

Cebimden bir sipsi çıkarıp yaktım, aklımı açar belki diye, dumanını da rüzgâra üfürdüm. Sipsiyi öttür öttür, dumanını üfür üfür bir yere varmıyor ki! Gelen giden gırgır gemilerine, alargada demirli Belkis Tahinci’ye baktıkça daldım gittim. Gerçi bir takıntım yok, iskele babası olmak gibi bir derdim de yok! Yine de işsiz ne yaparım ben? Düşündükçe abliyi kaçırdım. Abliyi kaçıran gemici ne yapar ki? Vapur olur tabii! Ben de hemen yelkenleyip vardım bizim Çaça Mahmut’un yerine. Hem bir iki tek atar hem de bir iki lâf eder, durumu kurtaracak bir dümen bulurum diye.

Çaça Mahmut eski lostromolardandır. Bir gece Kumkapı’da kafayı bulup orsapoca giderken, tokaya çıkmış bir bandırasıza bodoslamadan toslamış. “Hop hop” falan demeye kalmadan herifçioğlu da bıçağını fora edip Çaça’nın façasını açmaz mı? O olaydan sonra bir süre önüne gelenle kontra gitti, sonunda da denizi bıraktı. Şans bu ya, birgün kumarda paçarozları gargı edip de kazanınca şimdiki yerini açtı. Sanki İstanbul’un ne kadar zifosu varsa hepsi Çaça Mahmut’un yerini açmasını bekliyor! Her tür kakanoz, soluğan, dizel motor, armatör doluverdi oraya. Ondan dolayı tırakalı yerdir ama o bir kadar da lâkerda yerdir. Çaça kendisi boş vermiş denizi, ama gönül boş vermez ki! Biz gemicilerin Marko Paşa’sıdır. Benim de maruzatımı dinledi, sonra “Oğlum” dedi “aklın varsa, oturup havyar keseceğine git usta gemici sınavına gir. Yarın öbürgün işler açılır, sen de iyi bir branda bulursun.” Kaşkaval gibi görünse de, toriği çalışıyor aslında şu Çaça’nın. Gittim limana, her türlü kafa kağıdını, raporu, ıvır zıvırı topladım, sınava yazıldım.

Önce yazılıyı fora ettiler önüme. Birinci soru: babadalya neymiş? Hadi onu bildim, geçen yıl kereste yüklemiştik de öğrenmişim. İkinci soru: babafingo neymiş? Fesübhan Allah! Üçüncüsü: kampana neymiş? Ulan bu ne biçim sınav? Biz buraya usta gemici olmaya mı geldik, yoksa külhanbey ağzı öğrenmeye mi? Üç beş soru daha, yarısını biliyorum, yarısını bilemiyorum. Her neyse, bişeyler yazıp verdim. Pek ümitli değidim ama her nasılsa bir kefal tutup geçmişim. Sonra sözlüye aldılar. Bana da efendi bi zabit düştü.

Herifçioğlu çirozun teki. Çiroz olmasına çiroz ama istifi iyi, tam apiko bizim süvari gibi. Nısbî kerteriz mi, fener karakteristiği mi nedir, bir sürü karın ağrısı soruyor? Baktım bu iş öyle olacak gibi değil, “sen nasıl bu sınava girersin ulan!” diye sapartayı yiyeceğiz. Hemen “sağol baba” deyip tornistan ettim, Çaça Mahmut’un yerine doğru demir aldım.
Sanırsınız ki palamutu çekmişim, öylesine orsapoca gidiyorum. Aslında yok öyle bişey, kafam çakmış olmaktan bozuk! Sen kim, usta gemicilik kim? Boynundan büyük işlere kalkarsan ağzını poyraza açarsın işte böyle!

Tam Çaça’nın yerine varırken baktım önümde bir vardakosta, yalpa attıra attıra pupa gidiyor. “Ulan Mustafa” dedim kendime “bırak usta gemiciliği falan. Şöyle bir gacoya uskumru oldun mu, köşeyi dönersin. Bir daha sırtın yerine gelmez!” Aborda olup durum vaziyeti bir iskandil edeyim diye pergelleri açtım hemen, suyuna takıldım. Derken köşede yandan çarklı bir akıntı çağanozu peyda oldu, birbirlerine palamarı vermezler mi? Meğerse onunla buluşmaya gidiyormuş, az kalsın herifin dalgasına taş atıp yakamoz oluyormuşuz. Hemen kavanço edip Çaça’nın yerine doğru yol verdim makinaya.

Ulan Mustafa! Usta gemicilik, uskumruluk senin neyine? Otur Çaçanın bir köşesinde, bocurgat yapıp palamutunu zıkkımlan! Değil mi sayın abilerim! 

İşte durum vaziyetler böyle! Durumu siz de çakallayasınız istedim ama denizci argosunun ucunu biraz fazla laşka ettim galiba. Gerçi birçoğunu bilirsiniz zaten. Ama, ne olur ne olmaz diye şöylesine ufaraktan bir sözlük de ekleyeyim de, varsa kusurum, affola! Hepinize selâmlar eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.

Ağzı poyraza açık, gemici Mustafa.

Çaça Mahmut’un yerinde demirde durur.

Abliyi kaçırmak = ne yapacağını şaşırmak; Ağzını poyraza açmak = beklediğini, umduğunu bulamamak; Ahtapot = asalaklıkla geçinen kişi; Alabanda = azarlama; Alargada (açık deniz) durmak = uzak durmak; Akıntı çağanozu = çarpık vücutlu kişi; Apiko = çok şık giyimli; Bandırasız = serseri; Bocurgat (düşey eksenli zincir ırgatı) yapmak = burnunu karıştırmak; Bodoslama = vücudun en ön tarafı; Borda etmek = yanaşmak; Çaça (balık türü) = eski, usta gemici; Çiroz = sıska kişi; Dalgasına taş atmak = sevgilisine asılmak; Dalgıç =hırsız; Dümen = dalavere; Façasını (boş su hattı ile dolu su hattı arasında kalan bölüm) açmak = yaralamak; Feleği (omurga altına konan kızak kalası) şaşmak = büyük darbe yemek; Flamasız = kendinden her türlü şey beklenebilen kişi; Fora etmek = çıkarmak; Gargı (başaşağı) etmek = tüm parasını ortaya koymak; Havyar kesmek = boş oturmak; İskandil etmek = ağzını aramak; İskele babası = çocuklarına bakmayan baba; İstif = kılık; Kakanoz (kekamoz) = çirkin kadın; Kefal tutmak = sınavda beklemediği not almak; Kaşkaval (mauna siğili) = aptal, budala; Ketenpere = düzen, dolap; Kontra gitmek = ters davranışlarda bulunmak; Lâkerda  çok güzel şey; Orsapoca = sarhoş yürüyüşü; Paçaroz (çapariz) = kağıt para; Palamar vermek = yanaşmak; Palamut = esrarlı sigara; Pasaparola = dedikodu; Pergelleri açmak = hızlı yürümek; Poyraza çevirmek =kötüye gitmek; Pupa gitmek = dosdoğru gitmek; Saparta (tek bordadan top ateşi) = paylama; Sipsi (gemici düdüğü) = sigara; Tıraka (yükü saptırmak için selviçe) = korku; Toka (bandıra basmak) = gece hırsızlığı; Toloz (tonoz) = dalavere; Torpil = kayırma; Torik = akıl; Uskumru = jigolo; Vapur = sarhoş; Vardakosta (sahil güvenlik gemisi) = iri yapılı, alımlı kadın; Yakamoz olmak = yakayı ele vermek; Yandan çarklı = bir omzu düşük yürüyen; Yelkenlemek = aceleyle koşarak gitmek; Zifos (kuntra çubuğu) = aşağılık kişi.

Not: Meraklısı, buraya yakışmaz diye koymadığım bazı açıklamaları, Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçenin Argo Sözlüğü’nde (İstanbul: Özgür Yayınları, 1996) bulabilir.